Kanadalı Alamos Gold firmasının Kaz Dağları’nda altın arama çalışmasıyla bir kez daha gündeme gelen ekolojik sorun, tüm sıcaklığıyla tartışılmaya devam ediyor.
Kapitalist emperyalist sistem, kar hırsıyla dünyamızı yok olmaya doğru hızla sürüklüyor. “Benden sonrası tufan” anlayışıyla tüm mantığını kar üstüne kuran emperyalist sistem, girdiği her ülkeyi talan ederek çıkmaktadır.
Dünyanın tüm toprak parçalarını aralarında paylaşan emperyalistler, sermaye ihracıyla kendilerine bağımlı kıldıkları ülkelerde, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını da denetimlerine alarak; petrol, altın, demir, gümüş, kömür vb. tüm kaynakları işleyip buralardan elde ettikleri karla sermayelerini büyütmektedirler.
”Küresel ısınma, çevre sorunları, sera gazlarının salımı” vb. ağızlarından düşürmeyen kapitalist tekeller ve kurdukları parti ve hükümetler, ekolojik tahribatın sorumluları kendileri olmalarına rağmen, toplumu manipüle ederek ”çözüm” arama sahtekarlığını ağızlarından düşürmüyorlar. Uluslararası büyük tekeller, dünyamızı bir çöplük haline getirmiş bulunuyorlar.
Dünyanın ekosistemi hızla bozulmaktadır. Denizlerdeki kirlilikle birlikte canlı türlerinin bir kısmı yok olmuş, geri kalanı ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Fabrikalarının ürettiği kimyasal artıkların nehirlere bırakılmasıyla temiz su kaynakları kullanılmaz duruma geliyor. Bilim insanlarının dikkat çektiği gibi, dünyamız 30-40 yıl sonra kuraklıktan kaynaklı milyonlarca insanın ölümüne ve bir o kadarının da göçüne tanıklık edecektir.
Kapitalist tekeller kar etmedikleri hiçbir üretimi insanlığın hizmetine vermezler. K. Marks’ın da söylediği gibi kapitalistler “gölgesini satamadığı ağacı keser”.
İklim değişikliğinden kaynaklı tarım üretimindeki azalma ile gıda krizi de baş gösterecektir. Kapitalist tekeller karlarını artırmak için çevreyi ve toplumu etkileyecek gelişmeleri düşünmeden üretim yapmakta, bu da çevreye büyük zarar vermektedir. Emperyalistler birçok antlaşmaya imza atmalarına rağmen hiçbir sözleşmeye uymamaktadır.
1972 yılında İsveç’in başkenti Stokholm’de yapılan Birleşmiş Milliyetler Çevre Konferansı’nda alınan bir kararla 5 Haziran tarihi, Dünya Çevre Günü kabul edilmesine rağmen, aldıkları hiçbir karara uymayalar yine kendileri olmuştur. Örneğin Trump’ın iş başına geldikten sonra yaptığı ilk icraatı ”Paris İklim Antlaşması”ından çekilmekti.
Türkiye’deki talan ve sömürüye maruz kalan dünyanın zenginlikleri komprador burjuvazi tarafından emperyalistlere peşkeş çekilmektedir. Buna en son Kaz Dağları eklenmiştir. Kaz Dağları için başlatılan direniş giderek kitlesel bir boyut alarak devam ediyor.
Kaz Dağları için başlatılan ”Su ve Vicdan Nöbeti” direnişinde yer alan Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, Kaz Dağları’ndaki ekosisteminin yıkımını şu sözlerle ifade ediyor: ”Yapılan incelemeye göre burada şu ana kadar kesilen ağaç sayısı 250 bini buldu. 45 bin ağaç keseceğiz deyip 250 bin ağacı katletmek ÇED başvurularının güvenilir olmadığını, bunların kimsenin denetlemediğini gösteriyor.” Ardından da şunları ekliyor; ”Bu bölgenin çevresinde meyve ağaçları, zeytin ağaçları yetişiyor. Çanakkale tarım ile geçinen bir şehir. Nüfusun yüzde 50’ye yakını doğrudan ya da dolaylı olarak tarım ile ilgileniyor. Tarım çeşitliliğin en yüksek olduğu şehirlerden biri, narenciyeden buğdaya kadar yetişmeyen bitki yok bu bölgede. Biz Kaz Dağları için yeryüzü cennetti diyoruz. Burada üretilen oksijen sadece Türkiye’de değil, Yunanistan’ı da çevre ülkelere de etki ediyor. Dünyaca üretilen Ezine Peyniri de bu dağlarda otlanan hayvanların sütlerinden yapılıyor. Ayrıca bu bölge, Çanakkale’nin tek içme ve kullanma su kaynağı olan Atik Hisar Barajı’nın su toplama havzası. Bu bölgeden Bayramiç Barajı’na da su gidiyor. Burası suların oluştuğu ve dağıldığı bölgedir.”
Kaz Dağları Kanadalı Alamos Gold firması tarafından Altın arama projesiyle talan edilmekle karşı karşıya. Altının bulunması için kullanılan siyanürün verdiği zararla, su ve toprak en az 150 yıl kullanılmaz hale gelecektir.
Dünyada doğa talanın en çok yapıldığı ülkelerden biri: Türkiye!
Kemalist burjuvazi, 1923 yılında İzmir’de gerçekleştirdiği İktisat Kongresi’nde ülkenin emperyalist sermayeye açılması, tarımın emperyalistlerin denetimine verilmesiyle yarı-sömürgeciliğin resmi olarak kabul edilmesinden bu yana Türkiye emperyalistlerin talanıyla karşı karşıya kalmıştır. Yapılan bir araştırmada ”Türkiye’de, son 40 yılda 1 milyon 300 bin hektar sulak alan kuruma ve kirlenme gibi nedenlerle ekolojik ve ekonomik işlevini yitirmiştir. Bugüne kadar izlenen yanlış yönetim ve kullanım uygulamalarına, küresel iklim değişikliğinin etkileri de eklenince ülkemizde bulunan yaklaşık 1.2 milyon hektar sulak alanın geleceğinin güvende olduğu söylemek oldukça zordur. Sultansazlığı’nda bilinçsiz ve aşırı tarımsal su çekimi nedeniyle bugün gelinen noktada sazlıkları besleyen neredeyse su kaynağı kalmamış; bölgenin iklimi sertleşmiş ve sulak alana bağlı ekonomik faaliyetler gün geçtikçe azalmaktadır. Yumurtalık Lagünü’ne barajlardan dolayı su girişi azalmakta; Gediz Deltası sanayi kaynaklı atık sularla her geçen gün daha da kirlenmektedir. Uluabat Gölü tarımsal, endüstriyel ve evsel kullanım kıskacı altındayken diğer tarafta Kızören Obruğu’nda su seviyesi yaklaşık 20 m düşmüştür. Türkiye’nin en büyük lagünü olan ve en büyük kumulları barındıran Akyatan Lagünü’ne drenaj kanallarıyla tarım ilacı, gübre ve alüvyon taşınmış durumdadır.” (Türkiye’yi bekleyen büyük tehlike).
AKP’nin son 17 yıllık iktidarı döneminde bu talan daha da büyümüştür. Sermayenin ”döndürülmesi” adı altında emperyalistlerin tüm istemleri yerine getirilmiştir. Toprağın ve suyun daha verimli kullanılması yerine, en verimli alanlara kurulan HES’lerle doğa tahrip edilmektedir. 478 HES’in bulunduğu Türkiye’de, buna yüzlerce yeni HES eklenme projeleri çekmecelerde bekliyor.
AKP döneminde doğa katliamı diyebileceğimiz en büyük projelerinin başında 3’üncü Havalimanı gelmektedir. İstanbul’un akciğeri sayılan Kuzey Ormanları’nın bir bölümünün yok edilmesiyle inşa edilen 3’üncü Havalimanı’yla birçok canlı türünün yaşam alanı yok olmuştur. Buna 3. Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu eklenmiş, İstanbul edata bir beton yığınına dönüştürülmüştür. Düşünülen ancak daha hayata geçmeyen ”İstanbul Kanal Projesi” ise doğal yaşamı alt üst eden bir diğer rant projesidir.
Bu proje hayat geçtiğinde Marmara Denizi ölü bir denize dönüşecek ve bu denizde yaşayan birçok balık türü yok olacaktır. AKP’nin hayata geçirdiği her proje aynı zamanda insanlığın ortak değerleri olan tarihi eserleri de yok etmektedir. T. Kürdistanı’nda Hasankeyf’te yapılan barajla yüzlerce yıllık tarihi eserler yok edilmektedir.
Hasankeyf sadece bir örnek, bunun gibi onlarca tarihi yerleşim yeri kar uğruna sulara gömülerek yok edilmektedir. AKP, T. Kürdistanı’nda süren savaşla birlikte, gerilla alanlarını denetim altına almak amacıyla köy boşaltmalara ve orman yakma faaliyetine başlamıştır.
Yine başka bir örnek de Dersim’dir. Son olarak 60 kilometrelik uzunluğa sahip Munzur Dağları’nın tamamının maden sahası ilan edildiği açıklandı. Halihazırda 145 maden projesinin bulunduğu Dersim’de, şimdi de Munzur Dağları’nın tamamı maden sahası ilan edilmiş durumda. En temiz ve değerli su kaynaklarının bulunduğu bölge, aynı zamanda devrimci mücadele açısından da devletin öncelikli hedeflerinden biri durumundadır.
Doğanın talanı devrimleri daha fazla zorunlu kılıyor!
Dünyada ekolojik mücadelenin boyutu giderek büyümektedir. Son yıllarda artan bilinç ve bunun üzerinden gelişen direniş ve protestolar, ekolojik mücadelenin önemini ve aciliyetini bir kez daha gündeme getirdi.
Ekolojiye bakış elbette ki sınıfsaldır. Sorun, bir sistem sorunudur. Sistem değişmediği müddetçe ekolojik tahribat ve kar uğruna doğanın talanı da sürecektir. Burada önemli olan soru şudur: Ekolojik tahribata neden olan kimdir/kimlerdir? Dünyayı kar uğuruna talan ve tahrip eden hangi sınıflardır? Bu sorulara verilecek doğru cevaplar, sorunun da yanıtını oluşturmaktadır. Yani sermeye ile işçi sınıfı ve ezilen emekçi kesimler arasında ekolojik meselede uzlaşmaz bir çelişki söz konusudur.
Sermaye sınıfı, işçi sınıfı üzerinden elde ettiği karla, farklı coğrafyalarda rahatlıkla yaşayabilirken, işçiler ve emekçi kesimlerin böyle bir olanak ve şansı yoktur. Milyonları bulan şehir yapılanması, beton yığını haline gelen şehirler ve sanayi ile iç içe geçen yerleşim yerlerini terk ederek başka alanlara girme şansı olmayanlar, işçi sınıfı ve emekçilerdir ve de yaşam alanları her geçen gün daha da daralmaktadır.
Doğal tarımın giderek terkedildiği topraklarda, ağır sanayiden kaynaklı hastalıklardan en çok etkilenen yine işçi sınıfı ve emekçiler olmaktadır. Temiz içme suyu bulmayan milyonlarca insan var. Kapitalizm insanlığın ortak malı olan suyu dahi metalaştırarak satmaktadır. Parası olmadığı için temiz su bulmayan milyonlarca insan, su bulamadığı için kolera ve diğer hastalıklarla boğuşmaktadır. Ve bunların hiçbiri sermeye sınıfını ilgilendiren sorunlar değildir.
Gücümüzü birleştirerek karşı koyabilir, engel olabiliriz!
AKP’nin talan üzerine geliştirdiği birçok proje kitlelerin karşı koyuşuyla geriletilmiş, bazı projeler ise tamamen yürürlükten kaldırılmıştır. Gezi İsyanı, Türkiye’deki ekolojik mücadelenin en dinamik eylemi olmuştur.
Taksim’de ağaçların kesilmesine karşı başlayan eylemler süreci, ülkenin birçok şehrine yayılmış ve iktidarı hedef alan bir isyana dönüşmüştür.
Ekolojik yıkıma karşı en görkemli direnişlerden biri de Bergama köylülerinin verdiği mücadeledir. Almanya ve Avusturya ortaklığında kurulan Eurogold firmasının Ağustos 1989 tarihinde aldığı maden arama ruhsatıyla İzmir’in Bergama-Ovacık bölgesinde altın aramaya başlayan şirkete karşı Bergama köylülerinin başlattığı direniş, ülke sınırlarını da aşarak uluslararası bir boyut kazanmıştı.
Köylülerin defalarca kazandığı mahkeme karalarını uygulamayan hükümetler, maden aranmasına göz yummuş ve direniş böylece kırılmak istenmiştir. 2005 yılından bu yana Koza Altın İşletmesi tarafından işletilen maden ocağına karşı Bergama köylülerinin mücadelesi devam ediyor.
Amed’de Hevsel Bahçelerinde Dicle Üniversitesi ve Orman Bakanlığı’nca kesilen ağaçlara karşı direniş sonuç vermiş ve ağaç kıyımı önlenmiştir. Karadeniz’de ”Yeşil Yol Projesi” olarak bilinen proje, Rize’de başlayan direnişle Türkiye’nin gündemine oturmuş ve büyük bir yankı yaratmıştı. Soma’da yapılması planlanan 3’cünci termik santralinin yapımı için ağaçların kesilmesine karşı başlayan direniş, AKP iktidarına geri adım attırmış ve Termik Santral’in yapımı durdurulmuştu.
Urla’nın Ovacık Köyü’nde Rüzgar Enerjisi sistemi kurmak için kesilmeye başlayan ağaçlar köylülerin direnişi sonucu durdurulmuştu. Son dönem ODTÜ’te kavaklık alandaki ağaçların kesilmesinin ardından başlayan direniş devam ediyor.
Dünyanın en zengin bitki çeşitliliğine sahip olduğu gibi, kuşların konaklama ve göç güzergahı olarak kullandıkları Artvin-Cerattepe son anda halkın direnişiyle kurtarılabildi. 1998 yılında Cengiz Holding’in bakır ve altın çıkarmak için aldığı ruhsatla, 50 bin ağacın kesilmesinin planlandığı bu proje Artvin halkının direnişi sayesinde durdurabildi. Bu projeye karşı direniş hala sürmektedir.
Sonuç yerine:
Dünya ölçeğinde ekolojik dengenin giderek bozulmasıyla insanlığı bekleyen tehlike büyüyor. Egemen emperyalist sistem olduğu müddetçe bu tehlike varlığını sürdürecektir. Emperyalist sistemin sömürgesi ya da yarı-sömürgesi haline getirdiği hiç bir devletin emperyalistlere ”kafa tutarak” bağımsız bir ekolojik politikayı hayata geçirme şansı yoktur.
Kar için değil, ihtiyaç için bir üretim sosyalizmin ve nihayetinde komünist bir dünyada gerçekleşebilir. Dünyanın sahip olduğu zenginlikle açlık son bulabilir. Bunu yapmanın tek yolu toplumsal emeği kolektif hale getirmekten geçer. Kar uğruna değil, ihtiyaç için yapılan bir üretim, doğaya zarar vermeden sağlanabilir.
Sorun, teknolojinin bir avuç kapitalist tekellerin ellerinde bulunmasıdır. İnsanlık bu gidişi durdurma, teknolojiyi eline alma, açlığa son verme, suyu eşit kullanma, ülkeler arası dengesizliğe son verme şansına hala sahiptir. Bunun tek yolu ülkede ve dünya ölçeğinde gerçekleşecek devrimlere mümkündür.
Dünya ölçeğinde emperyalist sisteme ve onların işbirlikçilerine son verilmesiyle insanlığın kurtulma şansı hala vardır.
Dünya ölçeğinde devrimci ve komünist hareketin ekolojik yıkıma karşı mücadeleyi gündemleştirip bunun için bir mücadele stratejisi geliştirmesi hala zayıf bir noktada durmaktadır. Oysa yaşanacak bir dünya olmadığında devrimlerin de bir anlamı olmayacaktır.
Ekolojik yıkım, çözümü devrim sonrasına bırakılmayacak kadar acil bir meseledir. Emperyalist sistemin hakim olduğu bu dünyada ”temiz bir kapitalizm ve temiz bir dünya” yaratmak mümkün değildir.
Bu bir yanılsamadır. Kitleri bu slogan etrafında örgütlemek isteyen epey bir kesimin olduğu gerçeğinden hareketle, yığınları doğru hedefler etrafında örgütleyerek ekolojik bir mücadeleye sevk etmek devrimcilerin ve komünistlerin görevleri arasındadır.
Emperyalist sisteme karşı devrim ve sosyalizm mücadelesiyle ekolojik yıkıma karşı mücadele bir bütünün iki parçasıdır.