Hepimizin önüne defalarca gelmiş 1993 tarihli bir haber küpürü var: The Independent gazetesinin yayınladığı Usame bin Ladin ile yapılan röportaj. ‘Sovyet karşıtı savaşçı, ordusunu barış için yola koydu’ manşetli bu haber, sık sık ABD dış politikasının fütursuzluğunu ifade etmek için karşımıza çıkıyor.
Sebebi basit, Robert Fisk’in yaptığı bu röportajda ‘Suudi iş insanı’ olarak tanıtılan Bin Ladin, Afganistan’a getirdiği savaşçılarla cihat başlatacağı iddialarını reddederek “Ben bir inşaat mühendisi ve agronomistim. Eğer burada, Sudan’da eğitim kampları kursaydım, muhtemelen bu işi yapamazdım” diye konuşuyordu. Yıllar içinde Fisk, Bin Ladin ile birkaç röportaj daha yapacak, iş insanı sıfatı önce ‘Arap isyancı lidere’, sonra ‘teröriste’ dönüşecektir.
*
Sovyetler Birliği’nin etki alanını kırmak isteyen ABD’nin Afganistan’da cihatçılara yönelik desteğini bugün gayet iyi biliyoruz. ABD sadece Sovyet destekli yönetime karşı savaşan cihatçıları özgürlük savaşçıları olarak sunarak desteğini manevi boyutta sınırlamamış, aynı zamanda stinger füzeleriyle özdeşleşen askeri ve lojistik olanakları cihatçılar için seferber etmişti.
Doğrusunu isterseniz tüm bu sürecin ardından ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü siyasetin, ülkedeki toplumsal hayatı nasıl bir bütün olarak çürüttüğünü belgelemek için eski röportajlara dönmeye ihtiyacımız yok. Ülkenin son 30-40 yıl içerisinde geri dönüş yokmuşçasına yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği yıkım, hepimizin rahatlıkla takip edebildiği bir dönem dahilinde yaşandı.
Suriye’de yaşanan yıkımın arkasında ise yine benzer stratejilere ve aktörlere rastlıyoruz. Geldiğimiz noktada Şam’ın yönetimi artık Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin elinde. Eskiden ‘IŞİD’in Suriye Emiri’ ya da ‘El Kaide lideri’ olarak bildiğimiz bu isim, ABD, Türkiye ve İsrail’in son derece açık desteği ile Esad yönetimini devirdi.
*
Sadece bu sebeple bile, ABD’nin gerisinde daha fazla sorundan başka bir şey bırakmadığı Afganistan, Irak, Libya ya da Yemen örneklerini tekrar okumak faydalı olacaktır. Benzerlikleri ve farklılıklarına karşın yıkıcı etkileri olan umursamaz müdahaleler olmaları noktasında ortaklaşan deneyimlerden söz ediyoruz ne de olsa.
Ancak bu deneyimler kadar, meselenin ‘parlatma’ boyutuna odaklanmak gerekebilir. Suriye’de ülkenin anahtarı teslim edilen kişi IŞİD ya da El Kaide ile anılıyor. Yine de kimileri çetelerden çok çetecilik yaparak ‘Suriye’yi bekleyen güzel yarınlardan’ söz edebiliyor. Hem de henüz bu doğrultuda birkaç röportaj ve beyanat hariç hiçbir adım atılmamışken. Elimizdeki tek somut veri, bu örgütlerin ve liderlerinin geçmişleriyken.
Son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmelerin hızı çarpıcı. Sözünü ettiğimiz aktörlerin arka planı ise net bir şekilde tüyler ürpertici. Buna karşın burjuva-liberal kalemler, her zamanki gibi heybelerinde taşıdıkları beyaz boyalarla, geçmişi tek taraflı vaftiz etmeye başladılar. Henüz Şam’da dumanlar tüterken iktidardaki cihatçı çeteleri öven, zalimden aman dileyen bir koroyu dinler olduk.
Bugün başta Batı merkezli medya olmak üzere, içeride ve dışarıda pek çok isim, Colani’nin IŞİD geçmişini ya da El Kaide’nin Suriye ayağını örgütlemiş oluşunu bir ‘gençlik hatası’ olarak pazarlıyor (Hoş çok bir önemi yok ama ‘gençlik’ diye bahsedilen dönem öyle fi tarihi falan da değil, bundan beş-on yıl öncesinden bahsediyorlar). Korkunç bir belirsizliğin ve endişenin hakim olduğu Suriye, bu isimlere göre ‘umut verici yarınlara doğru emin ellerde’.
Neredeyse her gün böyle bir havayı teneffüs ediyoruz. Sözde muhalifinden, ılımlı-ılımsız muhafazakarına… herkes zihnimizde üç aşağı beş yukarı benzer ‘umutları’ inşa etme telaşında. Nereye baksak karşımıza çıkan bu orkestrayı uzun uzun tanıtmaya gerek yok. Ama yine de yakından tanık olduğumuz bir örnek verelim. Son olarak ‘muhalif gazeteci’ görünümlü bir burjuva-liberal YouTuber, Türkiye’nin sağladığı imkanlar çevresinde Halep’e gitti ve kendine sunulan güvenlik çemberinin içerisinde bize HTŞ’nin kurduğu düzeni övmeye başladı.
Sadece üç beş bayat lafı ezbere tekrar edip geri dönse yine iyi… Kendisine sunulan ‘turun’ sınırları dar olsa gerek ki ne yapacağını şaşıran bu YouTuber, bize Halep duvarlarındaki bir çıkartmayı göstererek ‘HTŞ’nin kararlarına QR kodu ile ulaşılabildiğini’ aktarıyor! Daha önce kendisinin alenen Siyonizm savunuculuğu yaptığını da hatırlayacak olursak, bugün kendisine yakışan tavrı alarak cihatçı çetelerin dümen suyuna girdiğini söyleyebiliriz.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Batı basınının hemen hemen her ‘hikmetinden sual olunmaz’ medya kuruluşunda buna benzer sözler eden kalemler var. Kimisi daha açık, kimisi daha örtülü olarak Colani gibi IŞİD ve El Kaide’nin şekil verdiği birinin örgütünde mavi boncuklar buluyor.
*
Burada yazının başından dolayı şöyle bir sonuca varacağımızı öngörenler olabilir: “Dün Bin Ladin’i pazarlayanlar şimdi aynısını Colani ile yapıyor.” Fakat maalesef bu fazla kaba bir çıkarım olacaktır.
Fisk’in röportajını daha farklı bir açıdan şöyle düşünelim: Bin Ladin’in o tarihlerde sicili, Colani kadar açık bir şekilde dolu değildir, bu sebeple daha sonra yaşayacağı ‘radikal dönüşümden’ de sorumlu tutulamayabilir. Doğru, Afganistan’daki cihatçıların ülkenin başına açabileceği işlerin kokusu çok uzaklardan dahi duyulabilir vaziyettedir. Hatta sadece Afganistan da değil; ABD’nin daha önce Latin Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da hangi paramiliter gruplarla ne tür işler çevirdiği, o günlerde de gayet iyi biliniyordu.
Yine de en ‘iyimser’ tahminle çarpık da olsa böyle bir böyle bir değerlendirmeye ulaşabiliriz.
Oysa Colani ve onun örgütü HTŞ için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Meseleye istediğimiz kadar iyimser, hatta safça bakalım, her şey çok daha açık ve çok daha ortada değil mi?
Güncel gelişmeleri şimdiki zamandan soyutlayarak değerlendirmek imkansızdır. İster istemez anın hızı gerçeği bulanıklaştırır. Hikayenin bütünü su durulaştıkça ortaya çıkar. Fakat biraz da olsa şu son haftalarda yaşananlara üçüncü bir gözle bakmaya çalışalım. Bahsettiğimiz kişi amasız, fakatsız, resmi olarak IŞİD’in eski Suriye emiri mi? Evet. El Kaide’nin Suriye ayağını örgütleyip, El Nusra’dan HTŞ’ye biçim değiştirdi mi? Evet.
Tüm bu savaş yılları içinde ortaya herhangi bir ‘çoğulcu’ toplumsal pratik koydu mu? Hayır. O halde nasıl oluyor da 1-2 hafta içerisinde etrafımızda bu adamın sözleri geçer akçe sayılabiliyor?
O zaman kendimize şu soruları sorarak bitirelim: Herkesin sözde vakıf olduğu bir geçmiş, hiçbir kuşkuya yer vermeden gözümüzün önünde duruyorken nasıl oluyor da kimileri aynı manşetleri atmaya devam edebiliyor? Nasıl oluyor da burjuva-liberaller, bize utanmadan ve usanmadan Colani’yi ‘ılımlı’ olarak pazarlayabiliyorlar?
Daha kaç Libya, kaç Irak, kaç Afganistan gerek bu insanların zihnindeki çarklarda az da olsa bir şeylerin değişmesi için?
Şu deneyimlenmiş bir gerçek ki ABD elinden elli tane daha Afganistan felaketi de yaşansa, aynı kanallar, aynı gazeteler, aynı isimler çıkıp bize elli birinciyi pazarlayacaklar. Ellinci bir anda ‘çalınmış deneyime’ dönüşecek. Ne de olsa ‘artık zaman değişti’ denecek.
Bunu öyle ‘gizli bir güç oldukları için’ ya da ‘şeytani odaklardan para aldıkları için’ falan da yapmayacaklar; tarihin nehri gürül gürül akarken, onlar Burjuva-liberal balçığın kokuşmuş suyunda tekrar tekrar yıkandıkları için canı gönülden yapacaklar.
Zaman değişiyor değişmesine. Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Su, giderek daha hızlı akıyor, bulanıklaşan sularda gerçeklerin ayırdına varmak giderek daha da zorlaşıyor. Peki bize derenin akışını anlatacak olanlar kimler? Kendilerine dere kenarında bir bent kurup, balçık içinden ‘zamanın değiştiğini’ duyuranlar mı dersiniz? Onların buldukları boncuklar ancak kendilerine yeter. Aslolan nehrin akıntılı kısmında kalmak, taşkınlarla dolu da olsa gerçeğin değişen sularında yıkanmak.
(Gazete Duvar – 14 Aralık 2024)