Türkiye sınırlarını aşarak Rojava ve Şengal’de de zorlu savaş koşullarına rağmen hem de kadın bakışını bir silah gibi kuşanarak gazetecilik yapan Gazete Şûjîn geçtiğimiz günlerde çıkarılan 694 Sayılı KHK ile kapatıldı.
“Medyanın diline çuvaldız niyetine” diyerek yayın hayatına başlayan Gazete Şûjîn’in neden kapatıldığı üzerine çokça tartışmaya gerek yok, çünkü kadınları susturmaya, toplumdan silmeye çalışan erkek egemenliğini kendisine açıktan kalkan ilan eden bir cunta yönetimi ile karşı karşıyayız. Bu kadar zalimlik karşısında direnenlerin hele de direnen kadın ve LGBTİ’lerin sesi olmaya çalışan, Rojava ve Şengal’den yükselen özsavunmayı her denli anlatmayı kendine görev edinen Gazete Şûjîn’in erkek egemenliği tarafından hedef olarak seçilmesi aslında çok da şaşırtıcı değil.
Bakınız, 1-2-3 Eylül günlerinde yayınladıkları “Şengal’de fermanın ardından Êzidî kadınların 3 yılı” isimli dosya çalışması… Jinda Asmen ve Duygu Ciniviz imzalı -hayli kısa bir şekilde özetleyerek paylaşacağımız- bu dosya bile Gazete Şûjîn’in neden TC devleti tarafından hedef alındığına ispat niteliğinde… Kadın gazeteciliği anlamında örnek teşkil bu dosyadan kimi kesitler paylaşıyoruz:
“Şengal Katliamı üçüncü yılını geride bırakırken, saldırıların ardından ‘özsavunma şart’ diyen Êzidî kadınlar günden güne örgütlülüklerini büyütüyor. Nasralardan direniş geleneğini devralan Êzidî kadınlar, bir yandan Şengal’i korurken, öte yandan da kadınların esir alınarak götürüldüğü Rakka’daki direnişte yer alıyor. (…)
Şengal bir haykırış, bir sesleniş ve yeniden yine yeniden aşkla varoluşun mekânı. 3 Ağustos 2014 öncesi Êzidî halkı, Êzidxan kadınları kendi coğrafyasında kültürünü her inanç gibi yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyordu. Bunun için yaşam mücadelesi veriyordu.
Ama bir sorun vardı ki, Êzidî halkı kendi örgütlülüğünü bir bütün olarak yaratmamıştı. Bir ittifak olamamışlardı. Egemen sistemin doğurduğu bu parçalı konum Êzidî halkında gereken savunmayı ve gücü oluşturma noktasında temel engellerden biriydi. Ne kendi gücüne dayanan bir savunması ve ne de siyasal bir örgütlülüğü olmuştu. Ama özlerini, kimliklerini temsil eden temel bir nokta vardı ki, oda Êzidî inancıydı. Yeterli miydi hayır. Kendini dıştan gelen saldırılar karşısında savunabildi mi, hayır. Ama hepsi iyi niyet ve barış düşüncesinden gelen bir yaklaşımdı. Bu yanlış mıydı hayır. Ama içinde bulunduğumuz dünya gerçekliği karşısında eksikti ve yetersizdi. Kendini savunmasız ve örgütsüz bırakmıştı.
Ama dünya, biz insanlar tarafından öyle bir dünya haline çevrilmiş ki savaş ve talanın geliştiği, her şeyi kendine almanın, benlik duygusunun üs düzeyde yaşandığı bir mekâna çevrilmeye çalışılıyor. Tek tipleştirilmek isteniyor. İşte buna karşı Êzidî halkı kendisini savunmasız, parçalı bıraktı. İşte, sonuçta 3 Ağustos 2014…”
“(…) Şengal’de 03 Ağustos 2014 tarihi, acının, kıyımın, ölümün, ayrılığın, gözyaşının olduğu kadar Êzidî halkının isyan tarihi de oldu. Halk o gün kendi topraklarından sürülmek istendi. Kimileri gitti, kimileri gitmek zorunda kaldı, kimileri de kalıp toprağını korumaya yemin etti.
Genç, yaşlı, kadın demeden dilinin, kültürünün, toplumsal değerlerinin ifadesi olan topraklarını ve kendilerini korumak için bir araya gelip Yekîneyen Jinên Şengal’ê (YPJ Şengal) oluşturdular ve amansız bir savaş verdiler, vermeye de devam ediyorlar. Savunmasız kalan Êzidî kadınlar DAİŞ’in eline vahşice esir düşürülmüşlerdi. Katledilmişler, öldürülmüşlerdi. Tam bu noktada YPJ Şengal olarak örgütlendi. Artık Êzidî kadınlar kendilerini savunabiliyorlardı. Elde silah mevzilerde savaştıkça kendilerine karşı olan güvenleri artıyordu. Artık başarıdan başka bir yolun olmadığının farkındaydılar.
Gün geçtikçe de YPJ Şengal büyüyor ve gelişiyorlardı. Artık ilk konferanslarını yapabileceklerdi. Bunun üzerinden kendilerini yenilemek ve yeniden daha güçlü örgütlemek için 12-13 Şubat tarihleri arasında 115 delegenin katılımıyla konferanslarını gerçekleştirdiler. Bu konferansta YPJ Şengal kendisini Yekîneyen Jinên Şengal’ê (YJŞ) olarak örgütleyip kendi bayraklarını da çıkararak yeniledi. Ve konferansta Şengal dağlarında Êzidî kadınların savunma ordusu olarak örgütlenen YJŞ, ‘DAİŞ’ten, erkek egemenlikli tüm yapılanmalardan, kadınları ezen ve köleleştiren tüm ideolojilerden intikam almanın aracı olacaktır’ dedi.
(…) Êzidî kadınları kendini yenilemenin sadece savunma gücüyle yeterli olamayacağını da fark etti ve ardından Şengal dağlarında Êzidî Kadın Meclisini kurdu. 2015’in Temmuz ayında 1’inci konferanslarını ‘Êzidî kadınların örgütlülüğü tüm fermanlara cevap olacak’ şiarıyla ve 180 delegenin katılımıyla gerçekleştirdiler.
(…) Bu konferansta Êzidî kadınlar kendilerini Tevgera Azadiya Jinên Êzidxan-Êzidxan Özgür Kadın Hareketi (TAJÊ)’ni oluşturdular. Bu konferansta kadın hareketi bayrağını da belirledi. (…) Kadın fırını, terzihane, silah öğrenme, birçok konuyu içene alan teorik eğitimlerini de dersler şeklinde gördüler ve görmekteler. Kadınlar özellikle dillerine sahip çıkmak ve geliştirmek içinde dil eğitimlerini esas almaktalar. Ve çocuklarını daha bir bilinçli eğitip büyütüyorlar.”
Dosyanın bir bölümünde gazeteci Jinda, “kadın hakikattir” diyor. Bunu dosyanın geri kalan kısımlarında konuşan Gulê Mihemed yalın bir şekilde anlatıyor. Göçü, acıyı, Barzani’nin ihanetini, kampların suyunu kesen TC devletini, geri dönüşü…
“Katliamın ardından kendimizi savunamadığımız için göç etmek zorunda kaldık. Ağustos sıcağında günlerce yol yürümek zorunda kaldık. Kimisi çetelerin eline geçmemek için kendisini kayalıklardan attı, çocuklar ve yaşlılar susuzluk ve açlıktan yaşamını yitirdi. Ölenler öldükleri yerlerde gömüldü. Bu katliamı asla unutmayacağız, bu acıyı asla unutmayacağız. Katliamı unutmayacağımız gibi bize ihanet edenleri de asla unutmayacağız. Kamplarda çok zor koşullarda yaşadık, kamp yönetimi suyumuzu kesiyorlardı; biz de burada rezil olacağımıza topraklarımıza dönelim dedik.”