Referandumda kurulacak sandık karşısında alınacak tutumlara ilişkin tartışmalar şimdiden ciddi bir gerilim eşliğinde başladı. “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz darbe girişiminin yakıtıyla son sürat yol alan hükümet partisi, bir yandan iktidar bloğundaki rakiplerine, diğer yandan başta Kürt siyasal özneleri başta olmak üzere devrimci, ilerici, demokrat güçlere yöneldi. İktidarın çizdiği çerçevenin dışına çıkanlar hedef tahtasına konuldu.
15 Temmuz’dan bugüne kadar 159 medya kuruluşu kapatıldı, 2 bin 500’e yakın gazeteci işsiz kaldı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin açıklamalarına göre; 839 gazeteci hakim karşısına çıktı. 130’u aşkın gazeteci ise hapiste. 189 gazeteci sözlü ve fiziksel saldırıya uğradı. Eylül ayında yayımlanan KHK’larla bugüne kadar 80 DBP’li belediye eşbaşkanı tutuklandı, yüzlercesi gözaltına alındı. 65 DBP’li belediyeye kayyum atandı. Binlerce DBP’li dört duvar arasında. HDP’nin eş başkanları da dahil olmak üzere 12 vekili tutuklandı. 2 bini aşkın HDP üye ve yöneticisi zindanlarda. KHK’larla, 20 bin 417 bin akademisyen ya kadro hakkını kaybetti ya ihraç edildi ya da işsiz kaldı. 104 vakıf ve 125 dernek tamamen kapatıldı. İçişleri Bakanlığı tarafından faaliyetleri durdurulan 370 dernek daha kapatıldı.
2016’da 1970 işçi, iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Sadece 2017’nin Ocak ayında ise 161 işçi yaşamını yitirdi, ki bu son 5 yılın Ocak ayında yaşanan işçi ölümlerinin en yüksek dönemi oldu. Türkiye’de 1 milyon 500 bin işçi taşeronda çalışıyor ve bu sayı çığ gibi büyüyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2016 yolsuzluk algı endeksine bakılırsa; Türkiye’nin bu sıralamadaki yeri ve puanı 2013’ten bu yana çarpıcı bir biçimde geriliyor. TC, Suudi Arabistan ve Namibya’dan geride. AB ülkeleri içinde ise sondan birinci. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)’nın hazırladığı, İstihdam İzleme Bülteni’ne göre turizmden sanayiye; makineden tekstile 10 sektörde Ekim 2015-Ekim 2016 arasında 239 bin kişi işini kaybetti. Örnekleri; kadınlar, LGBTİ’ler, kamu emekçileri, köylüler, Aleviler, Müslüman olmayan kesimlere yönelik hak ihlalleri ve sömürüye dair adımlar, uygulamalarla zenginleştirmek kolay!
Tehdit ve şantajla “EVET”e ikna!
Açık ki başkanlık, söz konusu uygulama ve icraatların yasal bir zemine kavuşması ve bunlara meşrutiyet kazandırılması anlamına geliyor. En yalın haliyle coğrafyamızın üzerindeki halin sürekli kalmak üzere olağanüstü olması demek başkanlık. İşçilerin, kamu emekçilerinin ağır bedellerle kazandığı ve bugüne değin taşıdıkları kazanımların teker teker yok edilmeye çalışılması; ezilenlerin mücadele ve direnişle inşa ettiği mevzilerin yıkılmak istenmesi demektir değişiklik. 12 Eylül cuntasının; söz, eylem ve örgütlenme alanına çizdiği ve derin izleri bulunan sınırların daha da daraltılması, engellerin artırılması, mücadelenin ayağına yeni prangalar vurulmasıdır.
OHAL’le zirve yapan, kadınlara yönelik gerici ideolojik, söylem ve pratiklerin, kadınları eve hapseden politikaların; taciz-tecavüz şiddet üçgeninde dozajın artırılmasından söz ediyoruz. Yaşamları homofobi ve transfobi ile nefret sarmalında tutulan LGBTİ’ler için karanlığın daha da koyulaşmasıdır yaşanacak olan! Sömürü ve zulüm de hâkim sınıflar için daha güzel günler; ezilenler için mücadele, direniş, insanca bir yaşam; demokrasi ve özgürlük bağlamında daha ağır, acılı ve zor günler… Kuşkusuz doğada olduğu gibi toplumsal alanda da her şey zıddıyla beraber vardır. Baskı, şiddet ve katliam buna karşı bir öfke ve isyanı da doğuracak. Ne var ki, çelişkinin ana yönünün gücünü artırma, inisiyatifini büyütme çabasından bahsediyoruz. Bunun sınırlarının, çelişkiyi var eden diğer aktörün mücadelesine ve direncine bağlı olduğu açık! Hükümet cephesinden verilen demeçler bu kavganın oldukça çetin, gerilimli ve bedellerle dolu olacağına işaret ediyor.
Anlaşılan o ki, iktidar artık üzerinde master yaptığı kitleleri mezhep ve milliyet temelinde kutuplara ayırma, ayrıştırma, bölme ve böylelikle istediği gibi yönetme icraatlarında daha da derinleşecek. Can güvenliğine ilişkin endişelerin büyüdüğü, bunun büyük bir kaygı ve korkuya neden olduğu bir atmosferde, kurtarıcı rolünü oynamak açık ki daha kolay.
Yığınların bir bölümünü diğerlerine, makbul olmayanlara karşı kışkırtmak, düşmanlaştırmak böylece safları sıklaştırmak ve harekete geçirmek, yine siyasi iktidarın temel düsturu olacak. Bölünme, parçalanma soslu ırkçı propaganda; yedi düvelin yıkmaya çalıştığı, üzerinde cerrahi operasyonlara giriştiği, doların yükselmesinden işsizliğe her şeyin müsebbibi “dış güçler”ce etrafı sarılan masum ve mazlum ülkemizde “istikrar”; tüm bunlara karşı ayağa dikilen, yenilmeyen, yıkılmayan, Ortadoğu’da oyun kuran, dünyaya adını duyuran “güçlü” Türkiye! Referandumda da bu argümanlara sarıldıkları/sarılacakları gün gibi açık! 14 yıldır meclis çoğunluğu ve büyük bir kitle desteği ile görev başında olan hükümetin başarısızlık itirafı değil midir bu durum?
7 Haziran-1 Kasım döneminde yaşanan katliamları, saldırıları kapsamlı operasyonlar; kaos, kutuplaşma; korku ve yılgınlık yaratma konsepti, derinleştirilerek OHAL’le resmi yönetme biçimine terfi etti. Hayatımızın bir parçası haline getirilen intihar bombalarıyla yapılan katliamlar; siyasi parti yönetici ve üyelerine yönelik suikastlar ve bunların yaratacağı tüm etki, açığa çıkaracağı tüm sonuçlar “Hayır” için oya devşirilecek!
“Kararlı, inatçı bir duruş ve birleşik mücadele”
Kürt sorununun ve bu başlıkta yaşanan gelişmelerin gerek devlet katında gerekse de pek çok yanıyla toplumsal alanda karşılık bulduğu, dengeleri sarstığı bir gerçek. “Başımıza ne geldiyse Suriye politikasından geldi” sözlerinin üzerinden yükseldiği başlıca faktörlerden biri Kürt sorunudur. OHAL’le birlikte mızrağın sivri ucunun ilk ve en kapsamlı yöneldiği adresin burası olması da şaşırtıcı değildir. Toplumsal muhalefet güçlerine yönelik taarruzun HDP’den, ittifakları ve dostlarından başlaması da öyle! Sürecin, kutuplaşma bağlamın da en önemli yansımasının bu alanda olduğu aşikâr.
Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en etkili gücünü diskalifiye etmek, sahanın dışına atmak, müttefik ve dostlarıyla inşa ettiği mevziiyi parçalamak başlıca hedef! İşte tam da bu nedenle; hesaplaşma ve çatışmanın, direnç ve mücadelenin en gelişkin olduğu müfrezede görev bizi bekliyor.
Elimizde, bedellerle kazanılmış ne varsa almak isteyen kapsamlı bu saldırı dalgasına karşı güçlü bir karşı koyuşu örmek, yüksek duvarlar inşa etmek, harcı dayanışma olan güçlü barikatlar kurmak acil ihtiyaç. Madalyonun bir yanında hâkim sınıfların çeşitli yol ve yöntemlerle yürürlüğe soktukları “umudu kırma” operasyonları varsa, öte yüzünde ise büyüyen öfke ve derinleşen hoşnutsuzlukla mayalanan tepki vardır. Referandum ancak sıkıyönetimi aratmayan OHAL koşullarında yapılması; korkunun, köşeye sıkışmışlığın bir göstergesidir.
Bu gerçeği bizatihi kendileri itiraf etmektedir: “… Referandum garanti değil. Çok iyi bir kampanya yürütmemiz lazım.” (Binali Yıldırım’ın sözleri, Aktaran Abdülkadir Selvi, Hürriyet/27 Ocak) Yaptıklarını anketlerden çıkan “evet” oranına ilişkin % 46 rakamı da, bu gerçeğin başka bir izdüşümüdür.
Umutsuzluk ve karamsarlık yayarak, bunlara meydan okuyanları zindanlara doldurarak, referandum sürecini terörize ederek, topyekûn bir kuşatma stratejileri izlemeleri de bundan kaynaklanıyor. Yığınların, geleceğine dair söz söylemesi, siyasi iradesine sahip çıkması, değiştiren, sarsan, dönüştüren gücün ayırtına değilse de ucuna dokunması istenmiyor!
Bu seferberliğe yanıt vermek, dur demek; özgürlük ve demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesiyle mümkündür. İtiraz edenlere, gidişatın yönünü değiştirmek için tavır alanlara, umudu büyütenlere yönelik daha şimdiden başlayan engelleme ve yasakların verdiği mesaj da budur. HDP ile yan yana, omuz omuza yürümek, HDK’de etkin bir çalışma yürütmek; sistemin isteksizleştirdiği toplumsal kesimlerle birlikte yürüme iradesini ortaya koymak, mutlaka kazandıracaktır!*
Zorlu günlerin iklimi, ancak kararlı, sabırlı ve fedakârca bir duruş ve çalışma ile tersine çevrilebilir. Hadi “HAYIR”lısı!
* Siyasi iktidarın yaptığının, yapmaya çalıştığının aksine, kullanılacak dil ve söylemlerde, ayrıştırıcı, farklılıklara vurgu yapan değil birleştirici; umut ve güven aşılayan; başarı ve umutlu bir gelecek tasavvurunu resmeden bir yöntem doğru olacaktır. Yığınların bugünkü gerçekliğine; ceberut devletin uygulamalarına yaklaşımını, bu icraatlara ilişkin algısını dikkate almak bu anlamda sade, açık bir bir çalışma yürütmek açık ki daha başarılı sonuçlar doğuracaktır. Başkanlığa neden karşı çıkıldığı belli başlı maddelerle özetlenerek, bir yanıyla siyasi iktidarın yürüttüğü kara propagandaya yanıt verebilir.