15 Temmuz darbe girişimin üzerinden tam bir yıl geçti. “Fake” olduğu açığa çıkan bu darbe girişiminin gerçekleştiği gün, resmi makamlara göre 249 kişi katledilmiş, 2 bin 193 kişi yaralanmıştı. Ancak devletin kendi insanlarını ve halkı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan, katletmekten asla ve kat’a çekinmeyeceğini tarihsel tecrübelerimizden bilmekteyiz. Keza faşizm, kendi bekası için dünya halkları tarihi boyunca benzer örnekler sergilemişti. Bunların en bilineni ise Hitler ve Nazileri iktidara taşıyan Reichstag yangınıdır.
27 Şubat 1933 gecesi Almanya Parlamentosu (Reichstag)’ı kül eden yangını “komünist” olduğunu iddia edilen Marinus van der Lubbe’nin yaktığı propagandası, halkın kaderine büyük bir darbe vurulması ve faşizmin Almanya’yı Nazi kampına çevirmesi için bir fitil olmuştu. O günlerde henüz azınlık hükümetinde olan Hitler ve Naziler, bunu “Allah’ın bir lütfu” olarak kullanmış; asla bir tek kişinin tek başına çıkaramayacağı bu yangını tek başlarına iktidar ve de Hitler’e sonsuz güç veren bir nimete dönüştürmüşlerdi.
Aynı gece Alman Komünist Partisi (KPD) Berlin Meclis Grup Başkanı Ernst Torgler, Bulgar Komünistler Georgi Dimitrow, Blagoi Popow ve Wassil Tanew yangının sanıkları olarak gözaltına alınmış, cadı avı başlatılmıştı. Diğer yandan Adolf Hitler, Joseph Goebbels, Hermann Göring ve Wilhelm Frick gibi faşist liderler yangın yerine koşa koşa gelmiş ve kısa sürede orayı miting alanına çevirerek aslında bu yangının bir tiyatronun ilk sahnesi olduğunu göstermişlerdi.
Hitler o akşam “suçlu”yu tespit etti: “Uluslararası komünizm, Alman birliğine ve dirliğine karşı kokteyl bir örgütle saldırmıştı!” Dikkat çekici bu benzerliklerde kullanılan “kokteyl örgüt” son zamanlarda ülkemizde de sıkça kullanılan suçlamalardan biri olagelmiştir. Ancak daha da dikkat çekici olanı, Hitler’in o gece yaptığı konuşma:
“Artık acıma yok. Kim yolumuza çıkarsa, kafasını keseceğiz. Alman halkı artık merhamet göstermeye tahammül göstermez. Her komünist eylemci nerde görülürse vurulacak. Komünist milletvekilleri daha bu gece asılmalı. Bu ülkede komünizmle ilgili ne varsa, dümdüz edilecektir. Reichstag yangını içinde olan sosyal demokratlara da artık acıma yok.”
Faşist lider Göring de “Bu komünist isyanının başlamasıdır, devam edecekler. Bir dakika bile gecikemeyiz” demiş ve bu söylediğini direkt hayata geçirmişlerdi. Bir gün dahi beklemeden, o sabah Cumhurbaşkanı adına “Alman Halkının ve Devletinin Korunmasına Yönelik Reichstag Yangını Kararnamesi” çıkarılmış, bu kararnameyle birlikte, yürürlükteki Weimer Anayasası kaldırılmış, Almanya pratikte demokrasinin ve insan haklarının bütün kurallarını askıya almıştı. Polise sebep göstermeksizin gözaltına alma ve yargıya da sanığı hukuki yardımdan muaf tutma hakkı verilmişti.
Reichstag yangını faşizme geçişin en önemli adımı oldu. Toplama kamplarının ilk nüveleri burada atıldı çünkü kısa sürede 100 bin Alman Komünist Partisi üyesi ve sosyal demokrat; Almanya’nın dünya çapındaki entelektüelleri, gazeteci ve yazarları da tutuklandı.
Erdoğan ve AKP’nin Reichstag Yangını; 15 Temmuz
Parlamentonun bombalandığı, yüzlerce kişinin katledildiği kanlı bir “fake darbe” olan 15 Temmuz 2016’nın hemen ardından 20 Temmuz 2016’da tüm ülkede geçerli olmak kaydıyla (ki daha önce Türkiye Kürdistanı’nda başlatılan OHAL uygulamaları, binlerce insanın yaşamına mal olmuştu) OHAL ilan edilmiş, 3 aylık OHAL üç kez daha uzatılmıştı. Sadece bu bir yıl içerinde 25 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılmış, bu KHK’lerle yaklaşık 150 bin kişi, kamudaki görevinden ihraç edildi. Adalet Bakanlığı’nın kendi verilerine göre 50 bini aşkın kişi “darbe girişimiyle ilintili olmak” suçlamasıyla tutuklandı ve yaklaşık 170 bin kişi hakkında hukuksal veya adli işlem yapıldı. Başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever kesimlerin hedef alındığı saldırılarda tutuklamaların yanı sıra infazlar, işkence sıradanlaştırıldı, gerilla bölgelerinde kimyasal ve havadan saldırılarla gerillalar toplu katledilmeye çalışıldı, yoksul Kürt halkı yaşam alanlarından bir kez daha sürüldü.
Erdoğan ve AKP’nin Reichstag Yangını olan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin yıldönümünde yüzbinlere yine sokaklarda “demokrasi nöbetleri” tutturuldu.
Buralarda Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya bakılınca Hitler’den ne denli örnek aldığı açıkça görülüyor. “O gece 50 milyonluk Türkiye’nin geleceğini ve istikbalini kurtardık. Piyonları ezmeden şahı mat edemeyiz. O yüzden önce bu hainlerin kafasını kopartacağız. (…)Hukuk içerisinde parlamento burada. Parlamentoya teklif (idam) gelir ve parlamentodan ben teklifin geçeceğine inanıyorum. Geçtiğinde önüme gelecektir, bana geldiği zaman ben tereddütsüz onaylarım. Çünkü 250 şehidimizin ve milletimizin burada ahı var. 2193 gazimizin ahı var. Hans ne der, George ne der? Ben buna bakmam. Ben Ahmet, Mehmet, Hasan, Fatma, Ayşe ne der, ona bakarım.”
Bu yaygara güçten değil, güçsüzlüklerinden!
Erdoğan ve AKP, Hitler ve Naziler’in ucuz bir örneği olsa da ortada faşizmin ciddi devlet deneyimleri mevcuttur ve bu deneyimler halka acı çektirip, onu köleleştirmek ve kendine yedeklemek üzerine kuruludur. Keza 15 Temmuz Darbe Girişimi ve ardından başlatılan OHAL de bunun en net göstergesidir. Ancak faşizmin bu yöntemlere başvurmasını sadece iktidarı “tek elde” toplama ve kendisini daha da güçlendirme olarak tanımlamak doğru olmayacaktır.
En az kendisi kadar hırsız, en az kendisi kadar katil, en az kendisi kadar halk düşmanı olan Fethullah Gülen Cemaatini “terör örgütü” olarak tanımlayan AKP ve Erdoğan, “beraber yol yürüdükleri, beraber yağmurda ıslandıkları” yol arkadaşlarıyla klik savaşına tutuşmuş ve aslında bu savaş onu zayıflatmıştır. Bu süreçte büyüyen ekonomik ve siyasi kriz eşliğinde yaşanan Rojava Devrimi, Gezi İsyanı, Kobanê serhildanları ve savaşı… Erdoğan ve AKP’yi zayıflattıkça zayıflatmış, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında kan bataklığında çırpınır duruma gelerek uluslararası dengelerde efendileriyle ilişkilerinde ciddi pürüzler yaşamaya başlamıştı. (Kemal Kılıçdaroğlu’nu harekete geçirerek halk kitlelerinin öfkesinden beslenmeye ve ülkede dipten gelen dalgayı yakalayarak bunu kendisine yedeklemeye götüren de, efendileri gözünde pürüzlenen Erdoğan ve AKP’nin yerine göz dikmesi olduğunu söylemek abartı olmaz.)
Ancak AKP ve Erdoğan açısından tek tehlike bunlarla sınırlı değildir. Cemaat kliğini ezerken15 Temmuz darbesinde ve cemaat kliğine karşı savaşında en büyük desteği aldığı devlet ve ordu içerisindeki en deneyimli kadrolardan oluşan hatta devrimcilerin bir kısmının “kariyerizmin bataklığına saplanmakla” sınırlı yaklaşımla küçümsediği devrimci düşmanı Perinçek’in de içerisinde yer aldığı Kemalist klik de aslında Erdoğan ve AKP açısından baş düşmanlar arasında yer alıyor. Şimdilik bir işbirliği içerisinde yürüyen bu ilişki ciddi hesaplaşmalara gebedir. Keza her iki kesim de bunun farkındadır, ancak söz konusu devlet bekası ve halk düşmanlığı olduğundan geçici bir ittifak yapmaktadırlar, elbet bu ittifak da bu kurtlar sofrasında bozulacaktır. Dolayısıyla Erdoğan ve AKP’nin halk kitlelerini kutuplaştırması, sürekli bir “düşman” algısı yaratarak kendi kitlesini diri tutması ve sivil faşist güçlere dönüştürmesi “kişisel hırs” olarak görülmemeli, gücünü artırma deliliği olarak addedilmemeli… Bu korkunun ve klik dalaşlarının bu denli güncel olması da sokağın kaynayan kazan olması ve halkta öfkenin birikmesi ile ilişkilidir. Diğer yandan bir yıldır onca tutuklama ve ihraçlara karşın hala “FETÖ” dedikleri kesime karşı bir türlü ilan edilemeyen zafer, aslında “bitmeyen bir düşman algısı” üzerinden kendi güçsüzlüklerine dair korkularına payanda oluşturma kaygısının bir yansımasıdır.
Keza tüm bu ceberrutluklarına ve yüksek perdeden “kefenle yola çıkmış” naralarına karşın haziran ayında Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın, İstanbul-Hadımköy Jandarma Komando Tabur Komutanlığı’nı ziyareti sırasında askerlerin beylik silahları toplatılması, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, 15 Temmuz etkinlikleri kapsamında Ankara-Gölbaşı Mezarlığı’nda düzenlenen anmada Soylu’yu karşılayan Özel Harekat Polisi Mangası’nın ellerindeki M16 otomatik tüfeklerinin namlularına “namlu emniyet pimi” takılması bu korkularını ortaya sermektedir.