“Erkek erkeğe muhabbet” etmenin ne kadar ihtiyaç olduğunu tartışır durur erkekler… Kadınlar anlamaz çünkü onları… “Çıt kırıldım”dır kadın, şiddetle ilgili anlatımlara gelemez. “Kıskanç”tır, başka kadınlarla ilgili yorumlarını kaldıramaz erkeğin. Her şeye itiraz eder ve şöyle karşılıklı bir-iki kadeh içemezsin, ki sonrasında ağzının tadıyla bir başka masadaki erkekle kavga-dövüş işlerine hiç giremezsin. Erkek erkeğe muhabbetin anlamı bundan en fazla bir-iki adım öteye gider ki onlar da tüm bunların “inceltilmiş” hallerinden başka bir şey değildir. Ve de olsa olsa erkek olmanın tadına daha fazla varmanın ve “erkekleşmenin” bir adımı olarak görülebilir.
Peki kadın kadına olmak denildiğinde ne gelir akla?
Bununla ilgili akla ilk gelen erkekleri ve “öteki” kadınları çekiştiren muhabbetler oluyor. Toplumda genel olarak ortaya konulan algı bu… Çünkü zaten kadın “kötü”dür, biraraya gelen kadınlar daha “kötü”dür. Bir kadın başka bir kadını çekemez, biraraya gelen kadınlar da başka kadınları çekemez! Kadınlar biraraya geldikçe daha da “kadınlaşırlar” ve işte bu en “kötüsüdür”!
Hepimiz içimizde, erkek egemen ve kadın kimliğinden nefret eden bu toplumun bu algısından birer parça besleriz. Kimi zaman en gizli yerimizde ve zamanı geldiğinde ortaya çıkmak için bekler bu kadın düşmanı algı, kimi zaman daha açıktan sahibizdir buna… Her nedense hepimizin en yakın ve en anlaşabildiği arkadaşı hep erkekler olmuştur. Daha doğrusu bize hep öyle gelmiştir. Çünkü bir kadının içerisindeki o “karmaşık”, “dolambaçlı”, “zor” ve kimi zaman “anlaşılmaz” yapıyı; yaratıcısı olmasına rağmen anlamakta zorluk çeken erkek ya da erkek egemen zihniyete iyiden iyiye teslim olmuş kadın ile kendimizle hesaplaşmadan, yüzleşmeden daha uzun süreli ilişkiler kurabiliriz.
Ayrıca bizden daha güçlü birinin kanatları altında olmanın o dayanılmaz “hafifliği”, ayakta durmanın zor ve katı kurallarına üstün gelir. Kendimizi bizim yerimize düşünebilecek, bizim yerimize karar verebilecek bir erk mekanizmasına dayadığımızdaki o rahatlık karşısında; kendi ayakları üstüne dikilip, sistemin önüne yığdığı sorunlar silsilesi ile yüz yüze durma ve sorunları çözme zorunluluğunu seçecek ve acı çekerek güçlenecek değiliz herhalde!
Oysa “kadın kadının kurdudur” ve bu yüzden de hep birbirlerinin “dolambaçlı” yollarını çözmeye çalışırlar. Ancak birbirinin dolambaçları ile karşılaşan kadınlar, kendileri ile yüz yüze geldiklerinde inanılmaz bir paniğe kapılır ve kaçış yolları ararlar. Bunun bir yolu, karşıdaki kadının dolambaçlarını daha da karmaşıklaştırarak oradan kaçmakken; diğer yolu da kendini kapatıp karşıdaki kadını dolambaçları ile acımasızca yüzleştirerek, ürkütmektir. Erkek egemenliği aracılığıyla öğütülen kadın kimliğimiz güdükleştirilerek eve kapatılan, kısıtlanan, her yaptığı/yapacağı birilerinin dudak arasından belirlenen kadınlar haline geldiğimizden bu yana; yani binlerce yıldır; bu yöntemlerin adeta “kurdu” olup çıktık.
“Rahat”lıktan vakit kaybetmeden kaçın!
Peki bu illetten nasıl kurtulacağız? Birbirimizin “kurdu” olmaktan ve birbirimize “kurt” muamelesi yapmaktan ne zaman ve nasıl vazgeçeceğiz? Ancak ve ancak bağımsızlığını ve kimliğini satma ya da tamamen yok etme gibi çok büyük bir bedel karşılığında alınabilen güçlünün kanatları altındaki o “sıcak, rahat koruma”ya nasıl sırtımızı dönecek, bu “rahatlığı” elimizin tersiyle iteceğiz?
Bu sorulardan önce belki de cevaplamamız gereken soru, “neden bu “rahat”lıktan vazgeçelim?” sorusu… Yok sayılmak, değersiz ilan edilmek, birilerinin keyfine ve kadına bakış açısının derecesine göre değerlenmek istemediğimiz için. “Rahat” görünen o kanatların altında bedenimizin başkasının tasarrufuna kalmasına; canı istediğinde taciz, tecavüz cinsel saldırılarına uğramamak ve de en acısı buna göz yummak zorunda kalmamak için. O “güçlülerin” kanatlarının bize sağladığı “rahat”ın aslında bizim ölüm fermanımıza atılan imza olduğunu bildiğimiz için. Hayatın zorlukları ile yüzleşmekten kaçındığımız için tercih ettiğimiz (ya da aslında bin yıllardır bize tek seçenek olarak sunulan) o kanatların, üzerimizde hayatla tanışmamıza bile engel olacak kadar egemenlik sağladığını bildiğimiz için bu “rahat”lıktan vazgeçmek zorundayız. Hem de hiç vakit kaybetmeden…
Yüzleşmekten kaçma!
Gelelim esas sorularımıza… Elbette bu sorulara verilecek reçetelik bir cevap yok henüz. Ancak bu reçeteyi hazırlamanın bir yolu var. Kadın kadına olmak… Kadın kadına biraraya gelebilmek…
Birbirimizin dolambaçlarına dolanmadan ve birbirimizin dolambaçlarını yüzümüze çarpmadan… Birbirimizin dolambaçlarını hayatı yaşanılmaz hale getirecek kadar düğüm yapıp sırtımızı dönmeden… Birbirimizde kendimizle yüzleşmekten kaçmadan… Birbirimizi ve birbirimizde kendimizi yani “kadını” hem tanıyarak hem de yeniden tanımlayarak hazırlayacağız bu reçeteyi.
Bingöl’de asker tecavüzüne uğrayan H.İ ya da Gezi direnişine katıldıkları için gözaltı ve tutuklama terörüne uğrayıp cinsel işkenceye maruz kalan direnişçi kadınlarla dayanışmak için biraraya geldiğimizde; birlikte yürüyüp, sesimizi ortaklaştırdığımız o mutlu anlarda hep bunları düşündüm. Yalnızca kadın sesinin tek ses haline gelmesinin sağladığı o gücü gördüğümde bir kez daha kadın olduğumuzu anladım. Ama hala dolambaçlı yollar, dolambaçlı korkularla…
(Bir YDK’lı)