GüncelKadınMakaleler

KADINLARIN BİRLİĞİ | Rojava’ya ve Filistin’e Sahip Çıkmak…

Ekim ayı, Ortadoğu coğrafyasında zaten var olan gerilim hatlarındaki elektriği yükselten gelişmelerle başladı.

1 Ekim günü Türk meclisinin açılışına saatler kala, İçişleri Bakanlığının Emniyet Genel Müdürlüğü girişinde HPG’ye bağlı “Ölümsüzler Taburu”nun gerçekleştirdiği saldırı, Ankara ve tüm ülkede şok etkisi yarattı. Verdirilen kayıplardan öte, Türk devletinin tüm güç gösterilerine ve söylemine karşın, herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmaksızın eylemin planladıkları gibi gerçekleştirilmesi altın varaklı saraylarıyla elde edilmeye çalışılan “itibar”ın nasıl da kof bir şey olduğunu gösterdi. İktidarından burjuva muhalefetine, medyasından her şeyi bilen yorumcularına, liberalinden sözde solcusuna “eline tuzu alan” İçişleri Bakanlığı’na koştu, koşamayanlar da alelacele eylemi kınadı, hatta “PKK’ye silah bırakma çağrısı” yaptı. Sanki ülkede demokratik siyaset varmış gibi, sanki Kürt halkına ve devrimci harekete her gün saldırı yapılmıyormuş gibi, devletin saldırılarını artıracağından hareketle “iyi niyetli” yorumlar yapıldı. Devrimci ve komünist hareketin güçsüz olduğu dönemlerde her zaman olduğu gibi eylemi karalayan, komplo teorileriyle AKP içindeki savaşın parçası olduğunu söyleyen tasfiyeci, inkarcı, devletçi söylemler aldı başını gitti. Hatta bu teorileri, eylemi yeterince lanetlemediği için tutuklanmanın eşiğine gelen gazeteciler oldu.

Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, “demokratik siyasetin” önünü keseceğini, Kürt halkına daha büyük saldırıları gündeme getireceğini söyleyenler, MİT’çi Dışişleri Bakanı’nın Rojava’nın altını üstüne getireceğiz, sivil hedefleri bombalayacağız, altyapı üst yapıyı vuracağız söylemlerine ve hemen peşine geçirdikleri saldırılara karşı seslerini kesiverdiler. AKP iktidarının izin verdiği dar alanda “muhalefetçilik” oynayanlar, 2016’daki Yenikapı’da rollerini aratmayacak şekilde AKP’nin arkasında “devletin bekası” nidalarıyla sıralandılar. Böylece bir kez daha Kürt halkının ve yarattığı değerlerden biri olarak Rojava’nın gerçek dostlarının kimler olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Ama Rojava’nın gerçek dostlarının, seslerinin ve güçlerinin cılızlığı burada da bu kesimlerin ekmeğine yağ sürmeye devam ediyor.

İkinci vakamızda ise, 7 Ekim Cumartesi günü, İsrail, tarihindeki en şok edici sabaha uyandı. Gazze’den İsrail’e karadan ve denizden sızan yüzlerce militan ve havadan yağan binlerce füze ile kabusu yaşadı. Elbette bu kabus, Filistinlilerin on yıllardır yaşadıklarının yanında hafif kalırdı ancak gücüne öylesine güvenen, güçlü savunma-saldırı askeri sistemlerinin yanı sıra askerileşmiş-militer bir halka da sahip İsrail için kolay atlatılabilecek bir kabus değil bu. Öyle ki, Gazze’yi ne kadar hava saldırılarıyla darmaduman da etse, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek bakmaksızın yüzlerce Filistinliyi katletse de içi kolay kolay soğumayacak.

İsrail’e dönük bu operasyona ilişkin de yorumlar, lanetlemeler, neredeyse İsrail’i haklı çıkaracak “solcu” değerlendirmeler havada uçuştu. Burada da argümanlar benzerdi. Öncelikle, bu operasyonla birlikte Filistin halkının üzerine ölüm yağacağı, hatta belki iki milyon insanın sıkıştırıldığı küçücük toprak parçası olan Gazze’nin tamamen işgal edileceği, Filistinlilere yönelik zulmün katmerleneceği gibi gerçeklikler üzerinden devrimci bir direniş harekatına yönelik en naif değerlendirmeyle “mesafe” konulmaya çalışıldı. Sanki son on-on beş yıldır iyice yalnızlaştırılan, dünyanın görmezden geldiği Filistin gerçeği yokmuş gibi…

Bakmayın Türkiye’de İslamcı hareketlerin hemen sokağa çıkıp Hamas ve İsrail’e karşı saldırıları sahiplenmelerine… AKP, hükümete geldiğinden, özellikle de Mavi Marmara hikayesindeki ihanetlerinden bu yana Türkiyeli İslamcıların Filistinliler susuzluktan kavrulsalar bir bardak su vermişlikleri yoktur. Hatta İsrail’le olan açıktan yakınlaşmalara dair tek bir söz kurmamışlardır. Bugün sokağa çıkmaları açık ve bildik İslamcı riyakarlıktan ibarettir.

Filistinlilerin direnişine destek vermeyip hatta lanetleyenlerin ellerindeki en geçerli argüman ise Hamas militanlarının kadınlara yönelik cinsel şiddetidir. Kamuoyuna yansıyan (sivil ya da asker fark etmez) kadınlara yönelik taciz, tecavüz vb. kabul edilebilir bir yanı olabilir mi? Savaşta “olur öyle şeyler” ya da “istisnai” denilerek üzerinden atlanılması mümkün mü? İsrail askerlerinin sivil halka yönelik katliamları, kadınlara yönelik tecavüzleriyle karşılaştırma yapılıp, Hamas’ın yaptıkları meşru görülebilir mi? Filistin direnişini selamlayan, destekleyen hiç kimse bu sorulara “evet” yanıtını vermez/veremez! Hamas ya da İslami Cihad gibi cihadist, kadın ve LGBTİ+ düşmanı İslamcı örgütlerin mayası tam da bu pratiklere uygundur. Kadın hareketinin uğruna mücadele ettiği ve savaştığı dünyaya düşmandır bu hareketler ve onların bu pratikleri. Asıl ikiyüzlülük bu gerçeklik üzerinden bütün bir Filistin davasını, nehirden denize Filistin’in kurtuluşu için yürütülen mücadeleyi karartmaktır. Kimse, kadına yönelik şiddeti nesneleştirerek bir halkın direnişini karalamak için biz kadınların acılarını bahane etmesin.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu