Hemen hemen tüm ülkeler gibi Türkiye de, demografik olarak önemli bir dönüşüm sürecinden geçiyor.
Doğum oranlarındaki düşüş bu sürecin en temel nedenlerinden biri. Zira, nüfusun “yenilenme eşiği” olarak adlandırılan rakam kadın başına 2.1 çocukken, bu oran ülkemizde 1.5’e düşmüş durumda. Yani nüfus yenilenmiyor, giderek daha çok yaşlanıyor ve bu da sömürü sisteminin devamı açısından büyük sorunlar yaratacak boyutlara ulaşıyor.
Bu bağlamda, AKP hükümeti, yaşlanan nüfus sorununu aileyi güçlendirme politikalarıyla çözmeyi hedefliyor. Ancak, kadın ve LGBTİ+ özgürlüğü-kurtuluşu perspektiften bakıldığında, bu politikaların altında yatan ideolojik ve ekonomik çıkarlar sorgulanmalıdır.
Nüfusun yaşlanması, sadece demografik bir sorun değil, aynı zamanda kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucudur. Kapitalist sistem, emek gücünü sürekli olarak yeniden üretmek zorundadır, zira yaşlanan bir nüfus, kapitalist üretim için gerekli olan genç ve dinamik iş gücünün azalmasına yol açarken, yaşlıların bakımı için gerekli bütçeyi sürekli olarak şişirir.
Bu durum -doğal olarak- kapitalizmin kâr hırsına tezat bir tablo oluşturmaktadır. Bu noktada Türk egemen sınıflarının ve iktidardaki AKP-MHP’nin aileyi güçlendirme politikaları, bu ekonomik ve demografik krizi aşmak için geliştirilen stratejilerden biridir. Yani mesele sadece ideolojik bir mesele olmayıp, sermayenin ihtiyaçlarının sonucu temelinde ele alınmalıdır.
AKP’de temsil olunan mevcut sistemin aileyi güçlendirme politikaları, kadının toplumsal rolünü geleneksel aile yapısı içinde yeniden tanımlamayı amaçlamaktadır. Bu politikalar, kadınları annelik ve ev içi rollerine hapsederek, onların kamusal alanda ve iş hayatında etkin bir şekilde var olmasını engeller. Bu durum da, kadının emeğinin yeniden üretim sürecine sıkıştırılması anlamına gelir. Bir taşla birçok kuş vurma konusunda maharetli olan sistem, kadınları evin dört duvarı arasına sıkıştırarak aynı zamanda toplumsal kurtuluş fikrinin ve eyleminin kapının dışında kalmasını sağlar.
Kapitalist sistemde, iş gücünün yeniden üretimi, yani işçilerin günlük yaşamlarını sürdürebilmeleri ve kadın başına 3-5 yeni nesil işçinin dünyaya getirilmesi ve yetiştirilmesi, sistemin devamı için zorunludur. Bu süreç, elbette ücretsiz ya da düşük ücretli emekle, özellikle de kadın emeğiyle sağlanır. Kapitalist sistem, kadın emeğini ücretsiz ya da düşük maliyetle kullanarak, emek gücünün yeniden üretimini sağlar ve böylece kâr oranlarını maksimize eder.
Yani aile, kapitalizmin iş gücünü yeniden üretmek ve emeği kontrol altında tutmak için kullandığı bir mekanizmadır. Kapitalist sistemin, aileyi güçlendirerek kullandığı tüm “kutsal” söylemlerin altında yatan, işte bu kadar basit ve de dünyevidir!
AKP’nin “aileyi güçlendirme” politikasının bir diğer yanı da LGBTİ+ları marjinalize etmek, homofobiyi güçlendirmektir. Eşcinselliği lanetleyip toplumun dışına itme, nefret suçlarına ve cinayetlerine maruz bırakma vb. “kutsallığının” arkasına gizlendikleri aileyi güçlendirerek sömürü sistemini devam ettirmenin bir yoludur.
Bu noktada, maruz bırakıldıkları manipülasyon ve ideolojik bombardıman altında halk kitlelerinin cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlere ilişkin tavrı anlaşılır olmakla birlikte, hala eşcinselliğe “hastalık”, “emperyalizmin ya da NATO’nun oyunu” olarak bakan devrimcilerin varlığı tüyleri ürpertmiyor da değil(!)
Devrimcilerin, dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet ve aynı zamanda cinsel yönelimlerden tüm işçi sınıfı ve emekçi halkların özgürlüğü üzerine kurulu sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurma hedefiyle bu argümanların ne kadar “uyuştuğu”, nasıl ikiyüzlü bir politika olduğu tartışmasına girmeden, kadın için işkence ve hapishane, LGBTİ+lar için cehennem olan, “kutsal aile”yi hedefe koymadan, devletin aileyi kutsayan politikalarına karşı çıkmadan dürüst bir devrimcilik yapmanın ve dolayısıyla gerçek kurtuluşumuzun mümkün olmadığını söyleyelim.
Çünkü kadınlar ve LGBTİ+lar, kapitalist düzenin ve onun (aile gibi) ideolojik aygıtlarının baskısından kurtulmadığı müddetçe, gerçek anlamda özgürleşmeleri de mümkün olmayacaktır.