Her 8 Mart öncesi gibi kadınları öven, güzelleyen aforizmalar, şiirler, hediye-çiçek reklamları, “kadınlara mahsus” alışveriş kampanyaları yavaştan hayatımıza girdi bir kez daha. Sağından soluna, sekülerinden muhafazakarına, politiğinden apolitiğine, iktidarından ezilenine çok geniş bir yelpazede kulaklarımızı, gözlerimizi, hatta duygularımızı kanatıyor yazılanlar, söylenenler… Kaçmak da öyle kolay değil! Başınızı nereye çevirseniz “sizi” öven, yücelten, hiç istemeseniz de ve elbette sadece söylemde kalsa da kutsallaştıran, (ne kadar) değerli olduğumuzu bağıra bağıra bize kabul ettirmeye çalışan ikiyüzlülük denizinde boğulmamak için çok çaba harcamak gerek! Kadınlar insanmış da, erkekler insanoğlu; anaları, bacıları, eşleri de kadınmış; kadınlar sevecen, fedakar, değerli varlıklarmış; biz buna değermişiz, tanrının yeryüzündeki suretiymişiz vb.
Kapitalist sistemin 8 Mart gibi, kadınların tarihinin ve bugününün en değerli mücadele günlerinden birini tüketim çılgınlığına çevirmesini, kâr makinesinin çarklarından biri haline getirmesini tartışmak ve buna karşı çıkmak önemli. 8 Mart Kadınlar Günü denilerek politik içeriğinden ve sınıfsal özünden uzaklaştırarak içinin boşaltılmasına karşı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü savunmak çok önemli. Ama diğer yandan, sağdan-soldan gelen güzellemeleri reddetmek, “değerimizi” başkalarının güzel sözlerinde bulmayı kabullenmemek de en az bu kadar önemli. Zira madem ki özgürlüğümüz, kurtuluşumuz halkın kurtuluşunun bir parçası, toplumun bu riyakarlığının da ortaya çıkarılarak hesaplaşılması bir zorunluluk, değil mi? Bunun anlamı toplumla “kavga etmek” olarak algılanabilir. Belli bir dereceye kadar bu doğrudur da, ancak esas meselemiz, parçası olduğumuz halkı uygun araç ve yöntemlerle dönüştürerek tüm ezilenler olarak gerçek kurtuluşa kavuşmaktır.
Sloganlar, analizler, argümanlar gerçeklikle bağları kesildiğinde, pratikten kopartıldığında çok “sevimlidir”. Hiç kimseye zararı yoktur, hatta o kadar hiç kimseye zararı yoktur ki, düşmanı dahi rahatsız etmez! Örneğin toplumsal cinsiyet rollerine karşı mücadele. Kadın mücadelesinin önemli parçalarından biri “toplumsal cinsiyet rolleri”nin ortadan kaldırılmasıdır. Peki bu rollerin biçimlenmesi, öğrenilip-öğretilmesi, rolüne uygun davranmayanların cezalandırılması vb. gerçekliği uzayda mı yoksa “orta dünya”da mı hayat bulmaktadır? Biz kadın mücadelesinin öznesi olan kadınlar, bu gerçekliği uzaydan yeryüzüne indirdiğimizde, somutladığımızda, temsiliyetine işaret ettiğimizde bütün o güzellemeler buharlaşıverir. Güzel kadından, hızlı bir şekilde çirkef kadına tenzili rütbeye maruz kalırız. Çünkü toplumsal cinsiyet rollerine karşı mücadele etmek iyi bir şeyken, toplumsal cinsiyet rollerinin imtiyazlı kesimine dokunduğunuzda kötü bir şey haline gelir. Ataerkil sistem için de aynı durum söz konusudur. Ataerkil sistem yerine “erkek otoritesine dayanan toplumsal örgütlenme” ya da kısaca “erkek egemen toplum” dediğimizde (ki kabaca anlamı budur) meleklikten şeytanlığa transfer ettirilip, ayaklarımızın altındaki cennet çekilip cehenneme gönderiliriz. Çünkü ataerkil sistem somutlaştırılıp daha anlaşılır hale getirildiğinde ortaya çıkan “erkek egemenliği” toplumun çoğunluğunun rahatını kaçırır.
İşte bu rahatlar kaçmasın, ağzımızın tadı bozulmasın, övgüler sövgüye dönüşmesin diye Yüzüklerin Efendisi’nin “orta dünya”sındaki ataerkillikle, toplumsal cinsiyet rolleriyle, eşitsizliklerle uğraşmak gerekir. Çünkü kadınlar akıllıdır ama aklını “benim” çıkarlarım için kullandığı sürece… Kadınlar emekçidir ama “benim” verdiğim işleri yaptığı sürece… Kadınlar inisiyatif almalı ve öne çıkmalıdır ama “benim” çizdiğim doğrultuda… Kadınlar güçlüdür ama erkek egemenliğine karşı kullanmadığı sürece… Kadınlar örgütlensin ama aynı zamanda birbirlerinin kurdu olsun ki “benim” dünyama dokunmasın… Yani kısacası kadınlar güzeldir ama “benim” olduğu sürece… “Ya benimsin, ya kara toprağın” misali…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün bir kutlama günü haline geleceğine olan umudumuzla…