Kadınlar en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyor, çocuklar en yakınları olan aile içerisinde şiddet ve istismara maruz kalıyor. En yakınlarımızdan en uzağa erkek şiddetini pekiştiren, failleri cezasızlık zırhıyla koruyup kollayan erkek egemen düzenin ta kendisiyle derdimiz var.
Artan kadın cinayetlerine karşı ülkenin dört bir yanından sokaklara taşan öfke, isyan, birbirimizden, mücadelemizden, örgütlenmemizden başka çaremizin olmadığını işaret etmeye devam ediyor. Sokaklara çıkan kadın ve lubunyaların dövizlerine de yansıyan “Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla” sözleri erkek/devlet şiddeti karşısında bizlerin ancak birlikteysek güçlü olabileceğimizin mesajını vermekte.
Şiddet uygulayan babaya, kıskançlık duyduğu için yaşamımıza kast eden sevgiliye, işyerinde mobbinge maruz bırakan patrona, failleri koruyan erkek egemen düzene karşı öfkemizi, isyanımızı yan yana mücadele ederek güçleneceğimizin, örgütlenerek üstesinden gelebileceğimizin çağrısını yapmaktayız.
Tam da buradan hareketle, kadın ve lubunyalar neredeyse her gün öldürülürken, psikolojik- fiziksel-ekonomik- cinsel şiddete maruz kalırken; fail erkeklerin sırtını sıvazlayan cezasızlık politikaları, yargı ve yasaları mevcut iken, bizlere “kadına yönelen suçlar” kapsamında daha fazla sorumluklar düşüyor.
Faşizme karşı ezilenlerin mücadelesini birlikte yürüttüğümüz yanı başımızdaki erkeklerin sözünü ettiğimiz erkek egemen zihniyetten tamamen azade olmadığını biliyoruz. Buralarda yaşanma potansiyeli daha inceltilmiş şekilleriyle karşımıza çıksa da bazen bir soruşturma talebiyle ya da kamuoyuna yansıyan ifşa metinlerinde gün yüzüne çıkmakta.
Erkek devlet şiddetine karşı mücadelemiz soluksuz devam ederken ezilenlerin, ötekilerin mücadele alanları başta olmak üzere, ilerici, devrimci, yurtsever kesimlerde var olan erkeklik ile nasıl mücadele etmemiz gerektiğine dair de bir tartışma yürütmek istiyoruz.
Kadın mücadelemizin birikmiş deneyimlerinden hareketle çeşitli kazanımlara dönüştürdüğümüz “kadına yönelik suçlar” kapsamında sahip olduğumuz ilkeleri bulunduğumuz her alanda yaşama geçirmekle sorumluyuz. Sadece kadın mücadelesinin öznesi olan kadınların değil, bir bütün ezilenlerin mücadelesini yürütme misyonuna sahip devrimci, sol, sosyalist kesimlerdeki erkeklerin de bu sorumluluğu pratikte üstlenmesi önemli bir yerde duruyor.
Ancak bu şekilde faşizme karşı ezilenlerin mücadelesini birlikte yürüttüğümüz yoldaşlarımız, mücadele arkadaşlarımız, dostlarımızla erkek egemen sistemin saldırıları karşısında kadın ve lubunyaların mücadelesine, örgütlenmesine dair güvenli alanlar inşa edebiliriz.
Şiddet failinin ifşası ile sonuçlanan süreçlerde, kadın mücadelesinin kazanımları olan yol ve yöntemleri nasıl yaşama geçireceğimizi, “mağdur” kadınlarla nasıl bir dayanışma kurmamız gerektiğine ve kadınların bu süreçlerden nasıl güçlenerek çıkması gerektiğine odaklanmamız gerekiyor.
Ama maalesef son süreçteki kamuoyuna yansıyan örneklerden de hareketle bu süreçlerde karma kurumların almaktan imtina ettiği sorumluluklar kadın özneleri ve kadın kurumlarını yıpratır hale geliyor.
Fail ile ilgili süreç sonuçlanmadan, yaptırımlar yaşama geçmeden failin alıp başını gittiği örneklerde fail sosyal yaşantısına devam ederken olanları uzaktan izleme konforuna sahip oluyor. Beyanda bulunan kadınlar da ise soruşturmaya ilişkin güvensizliğinin açığa çıkmasına, kazanımımız olan “kadın beyanı esastır, aksini ispatlama yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesinin tartışılmaya başlanmasına, soruşturmayı yürüten kadın öznelerin hedef haline gelmesi ya da fail ile birlikte teşhir edilmesiyle sonuçlanıyor.
Fail hakkında etkin soruşturma yürütmeyen kurum, failin yarın başka kadınların da canını yakabileceği gerçekliğini görmeyerek ya da bu kısma dair sorumluluk almayarak faili sistemin konforlu alanlarına gönderiyor.
Beyan veren kadınlar soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediği gerçeklikte tekrardan fail ile karşı karşıya gelme korkusunu, kaygısını taşıyarak, kendisini sosyal alanlardan soyutlamaya, toplumsal mücadele alanlarına dair güvensizlikler yaşamaya devam ediyor. Kaldı ki aynı zamanda kadın mücadelesinin öznesi olan kadınlar, kendisiyle güçlü bir dayanışma örülemediği noktada bu zeminlerden uzaklaşmaya başlıyor.
Bu olumsuz sonuçların açığa çıkmasının önüne geçmenin tek yolu kadın özgürlük mücadelesinin deneyimlerine yaslanarak, yarattığı ilkeleri yaşama geçirmeye çalışarak, kadınların örgütlediği süreçlere güven duyarak hareket etmekten geçiyor.
Devrimci alanları erkek egemenliğinin etkilerinden arındırmanın, kadınların güven duyarak örgütlenebileceği bir zemin yaratmanın yolu buradan geçiyor.
Burada meselenin bu şekilde ele alınmasının en güçlü nedeni ise erkek egemen bakışı açısının soruşturmayı “yürütenlerin” zihnine, ideolojisine sirayet etmiş olmasıdır. Bunun nasıl geliştiğini ise bir başka yaznının konusu olacaktır.