GüncelKadınMakaleler

KADINLARIN BİRLİĞİ | Cinsel şiddetin açtığı “yarayı” anlamayanlar için bir yazı

"Ataerkil sistemde, erkek cinselliği baskın, kadın cinselliği ise itaatkar olarak görülür. Erkek cinselliğini alabildiğine kışkırtıp kadının cinselliğini bastıran ve hatta yok sayan ataerkil sistem, erkeğe kadının ve aynı zamanda kadının cinselliğinin üzerinde hakimiyet-sahiplik hakkı verir"

Şiddet, genel olarak uygulanan kişi üzerinde hakimiyet/iktidar kurmak üzerin yaşama geçirilen bir olgu olmakla birlikte, kadına yönelik şiddet denildiğinde özü aynı kalmakla birlikte çok daha özel anlamlar içermekte. Hele bu şiddet, taciz-tecavüz-istismar vb. şekillerde yaşandığında özelin de özeli bir durum çıkarmakta kadınlar açısından.

Kuşkusuz, bu tüm şiddet türleri için geçerlidir; psikolojik olsun, fiziksel olsun tüm şiddet türleri yaşamımızda önemli gedikler açar/açıyor. Ama kadının “tabusu”, “kutsal hazinesi”, üzerinde konuşulması yasaklananı, yani cinselliği şiddetin hedefi olduğunda (kabul edelim ya da etmeyelim) iş biraz daha değişiyor. “Basit sarkıntılık” olarak ifadelendirilen taciz biçimleri dahi –bırakalım erkekleri, kadınların bile anlamlandırmakta zorlandığı bir şekilde- kadınların yaşamında önemli izler bırakıyor.

Diğer şiddet türlerine göre açtığı yaranın büyüklüğünü, tipik “namus”, “kirlenme” kavramının yaşamımızdaki yerinden cinselliğimize yabancılığımıza kadar bir dizi düzlemde tartışmak mümkün.

Yanı sıra konuyu “benim değil onun namussuzluğu”, “namus iki bacak arasında değildir” gibi tespitler ve bu tespitleri bir kadının dillendirebilmesi iyi bir şeydir, ama bu tespitler, “tiksinti”den, bir şekilde yine bize zarar veren ve hayatımızı altüst eden içe dönük “öfke”den bizi kurtarmıyor.

Cinsel şiddet? Cinsellik mi şiddet mi?

Belki bu tartışmanın başlangıç noktası bu kavramlarla doğru bir zeminde ilişkilenmektir. Tüm toplum gibi, hemen hepimiz cinsel şiddet eylemini, (aksini bilsek ve iddia etsek de) “adı üstünde” cinsellik zemininde algılıyoruz. Yani erkeğin, bizim rızamız, isteğimiz dışında cinsellik “ihtiyacını” giderdiği vb. bir zemin olarak kavrıyoruz. Oysa, bu eylemi, tüm diğerlerinde olduğu gibi şiddet zemininde tartışmak ve şiddetin genel amacında olduğu gibi bunu da iktidar/hakimiyet kurma ekseninde kavramak, bu şiddet türüne karşı mücadele ve onunla baş etmek açısından bir ilk adım olabilir.

Ya da bu cümleyi şu şekilde de kurabiliriz; şiddeti, güçlü-güçsüz ilişkisinin bir dışavurumu olarak, hakimiyet odaklı ele alırsak, cinsel şiddetin de kadın bedeni üzerinden tahakküm amaçlı olduğu, ataerkil sistemlerde kadına yönelen cinsel şiddeti, erkin iktidar aracı ve iktidar çeşidi olarak kullandığını görüyoruz.

Cinsel şiddeti, neden bir şiddet olarak değil de, cinsellikle bağlantılı olarak görüyoruz? Mesele sadece “cinselliğe dönük-cinsel içerikli” bir eylem olmasından mı ileri geliyor? Böyle kavrayışımızın nedenleri üzerinde durmak-tartışmak gerekir çünkü cinsel şiddetin bu şekilde bir ele alınışının neden olduğu sıkıntılar bu şiddeti meşrulaştıran bir noktaya kadar ulaşmaktadır, nitekim ikiyüzlü “ahlak-namus” anlayışıyla sistemin ve de toplumun yaptığı tam da budur.

Net olarak söyleyebiliriz ki, cinselliği cinsel şiddetin nedeni olarak ele almak, doğru temelde bir değerlendirme olmamanın yanı sıra, cinsel şiddeti meşrulaştıran bir yerde durmaktadır.

Biz biliyoruz ki, ataerkil sistem, cinselliği, erkeğin güçlülüğünün ispatı şeklinde ele alıp, kadını kısıtlama aracı olarak kullanmaktadır. Bu durumda, cinsel şiddeti, erkeğin cinselliğine biçilen anlam kapsamında hakimiyet aracı olarak değerlendirmek gerekir. Yani cinselliği, eril zihniyetin erkekliği ispatlama noktasında kıstas alarak erkin iktidarını cinsellik üzerinden kurma şeklinde okumak gerekir.

Ataerkil sistemde, erkek cinselliği baskın, kadın cinselliği ise itaatkar olarak görülür. Erkek cinselliğini alabildiğine kışkırtıp kadının cinselliğini bastıran ve hatta yok sayan ataerkil sistem, erkeğe kadının ve aynı zamanda kadının cinselliğinin üzerinde hakimiyet-sahiplik hakkı verir.

Bu “hak”kın farkında olan erkek, kadının, kendi cinsel isteklerini karşılamakla yükümlü olduğu bilgisiyle hareket eder ve taciz-tecavüz de bu hakkın en zorba şekilde kullanım biçimi olarak ortaya çıkar. Cinsellik hem zevk (elbette erkeğe ait) hem de güç aracı olarak görüldüğü için, korkutularak ve aşağılanarak, kadınlar üzerinde kontrol ve hakimiyet kurmak için zorla uygulanır. Bu elbette sadece kadın üzerinde erkek iktidarını kurmanın değil aynı zamanda ataerkil güç ve kontrolünün de uygulanması anlamına gelir. Kısacası cinsellik, diğer tüm toplumsal kurumlar gibi erkek egemen sistem tarafından empoze edilen güç ve hakimiyet ilişkilerinden bağımsız ve muaf değildir.

Tüm konularda olduğu gibi, tek bir yazıyla, tek bir noktayla bitirilecek konu değil bu da. Şimdilik sadece cinsel şiddeti tariflerken, üzerinde tartışırken, daha önemlisi ona karşı mücadele ederken, zeminimizin ne olduğu üzerinde durmuş olduk.

Bu zeminin, daha fazla kavranması, içselleşmesi, bir düşünüş tarzı haline gelmesi için çokça uğraşmak zorunda olduğumuz açık. Belki bir kısmımız, toplumun “namus”, “kirlenme”, “ahlak” anlayışlarını aştığı iddiasında olabilir ancak yine de hala cinsel şiddete karşı kendini savunmasız hissediyor, fobi derecesinde bir korkuyla yaklaşıyorsa konuya, bu o kadar da kolay bir iş değil. Hem bir tabunun altını eşeliyorsun, hem kendini –varlığını, bedenini, cinselliğini- didikliyorsun.

Bu, hem tekil hem de kolektif bir çaba olarak bütünleştiği, cinsiyet bilinciyle buluştuğu noktada ulaştığımız halkayı büyütecek bir yerde duruyoruz. (Bu yazı, YDK dergisinin 2014 tarihli 1. sayısındaki “Cinsel Şiddet! Tüm Şiddetlerden Öte Mi? Başlıklı yazıdan derlenmiştir.)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu