Hrant Dink’in katliamının ardından yıllar geçmesine rağmen dava bir türlü sonuçlanmıyor. Sonuçlanmadığı gibi hep baştan alınıyor. Devlet ve yargı sistemi sorunun kökenine bir türlü inmiyor. Ve sorun hep yerinde sayıyor.
Oysa sorunun bağrındaki gerçek hiçte bir sır değil. Hrant Dink bizzat Ermeni olduğu için öldürülmüştür. Bir Ermeni’nin, bağnaz ve mutaassıp bir devletin resmi görüşünden farklı görüşler ortaya atması, o devletin ruh haline ters gelmiştir. Ermenilere karşı hasım olan ve bunun sonucu Ermeni aleyhtarı bir doktrinle donanmış olan bu devlet, Hrant Dink’in Ermeni sorununu gündeme almasına tahammül edememiştir. Yaklaşık bir asır öncesinin soykırımını hep gizleyen devlet sorunun gündeme gelmesini bir türlü kabullenememiştir. Bunda öne çıkan kişinin Ermeni olması devleti iyice bağrından çıkarmıştır. Bunun sonucu Hrant Dink hunharca katledilmiştir.
Ermeni soykırımı yakın döneme kadar gizemli bir sorundu. Türkiye’deki resmi tez, soykırım sorununu mümkün mertebe gündemden saklı tutmuştur. Sorunun özü hep toplumdan gizlenmiştir. Bunun sonucu devlet tarafından topluma angaje edilen Ermeni imajı ise Ermeni aleyhtarlığı içermiştir. Böylece fiziki olarak yok edilen Ermeni toplumunun gerçek tarihsel konumu çarpıtılarak, toplumun belleklerine ırkçı imgeler hakim kılınmaya çalışılmıştır.
“Ermeni dölü,” “Piç Ermeni”, “gavur” gibi argo tabirlerle, dini önyargılarla ve ırkçı mantaliteyle anti-Ermeni imajı oluşturulmuştur. Ermeniler toplum belleğinde dışlanmak istenmiştir. Aslında bu durum bir devletin tarihsel olarak düştüğü suçluluk psikozunun bir sonucudur. Soykırımı yapan devletin sonraki minvalinde yer alan bugünkü devletin halet-i ruhiyesidir… Katlettiği, tehcire gönderdiği ve malına mülküne el koyduğu bir toplumun hep “tu kaka” olarak lanse edilmesi bunun sonucudur…
Hrant için muhtıra verildi
Ermenilerle beraber Rumların, Süryanilerin, Kürtlerin, Alevilerin aynı minvalde hedef alındığı düzenin faşist devleti hep bu histeriye kapılmıştır… Bunun için de sanal bir alem çizilmiştir. Geçmiş tarihe ilişkin “Kurtuluş Savaşı”, “Yunanlıların Denize Dökülmesi”, “Vatan, Millet, Sakarya” gibi hamasi nutuklarla toplum kanalize edilmeye çalışılmıştır.
Devlet, resmi “Türk-İslam Sentezi” üzerinden herkesi ulus olarak Türkleştirme ve din olarak İslamlaştırma (Sünnileştirme) pratiği sergilemiştir. Cumhuriyet sonrası Kürt ve Alevi katliamları ve tehcirleri de hep bunun sonucudur. Ama bu Cumhuriyet gıdasını 1915 Soykırımını yapan önceki devletten almıştır…
Bunun sonucu Ermeni sorunu ne zamanki gündemde yer almaya başlamış, TC Devleti rahatsız olmuştur. Ermeni soykırımı uluslararası alanda Ermeni Diasporası tarafından gündeme getirilmiş, Türkiye somutunda ise başı çekenlerden biri Hrant Dink olmuştur.
Hrant giderek öne çıkmış ve belli bir kamuoyu nezdinde Ermeni sorununu tartışmaya açmıştır. Böylesi bir ortama hazır olmayan mevcut devlet Hrant Dink üzerinde yargı, yasama ve yürütme kurumları üzerinden giderek artan boyutlarda baskı unsuru oluşturmaya başlamıştır.
Hrant son yazılarından birinde, Dersim Katliamında uçak bombardımanında yer alan tek kadın pilotun anne ve babasının Ermeni asıllı olduğunu yazmıştır. Sabiha Gökçen adındaki bu kadın pilot Atatürk’ün manevi kızıdır. Bundan dolayı bu haber yazısı üzerine devletin baskı ve yaptırımına maruz kalmıştır.
Öyle ki dönemin TSK’sı bu haber sonrası Hrant Dink aleyhine muhtıra vermiştir. İstanbul Valiliği’ne ve Emniyet Müdürlüğü’ne çağrılıp açıktan tehdit edilmiştir. Bağnaz basın tarafından çarpıtılan iddialarla açıktan hedef gösterilmiştir. Faşist MHP’nin tabanı tarafından da tehdit edilmiştir. Ayrıca yargılandığı mahkeme tarafından hakkında 301. maddeden hüküm verilmiştir.
Devletin bir asırdan beri kamufle ettiği Ermeni Soykırımı sorununu bir Ermeni’nin giderek öne çıkarması yetmiyormuş gibi, Atatürk’ün manevi kızına ilişkin böylesi bir iddiayı dile getirmesi, tabiri caizse o devleti ve kurumlarını çileden çıkarmıştır(!)…
“Türklüğe hakaret…”
Devlet ve tüm kurumları histeri krizine tutulmuş, misali şuursuzca Hrant’a yönelik saldırı furyası başlatmıştır. Yargı kurumunca “Türklüğe hakaretten” mahkum edilen(!) Hrant Dink, “ya sev, ya terk et” gibi malum faşist kampanyaların da hedefi haline getirilmiştir!
Ayrıca Hrant Dink üzerinde uygulanan faşist devletin baskısı hukuki kisveyle de yapılıyordu. Öyle ki hakkında sık sık dava açılıyordu. Bazılarından beraat ederken, yerine yeni davalar açılıyordu. En çok gündeme gelen ve kamuoyuna en çok yansıyan 13 Şubat 2004’te yayınlanan makalesinde “Türk”ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesiydi.
Hrant Dink diaspora Ermenilerin kafasında tırnak içinde “Türk” imajıyla oluşan ön yargıya vurgu yapmak istiyor. Ve onların belleklerinde oluşan önyargıyı zehirli kan olarak değerlendiriyor. Sorunun çözümünde diaspora Ermenilerinin zehirli kanı belleklerinden atmalarını şart koşuyor. Ancak o zaman temiz kana kavuşacaklarını belirtmek istiyor. Hrant tüm bunları belirtirken sorunu Ermenilere düşen sorumluluk açısından ele alıyor…
Dolayısıyla Hrant Dink soruna mütevazi yaklaşarak diaspora Ermenilerinin “kusurları”nı öne çıkarıyor. Diaspora Ermenilerini eleştiriyor. Önyargı oluşturmaktan özenle kaçınmıştır. Hrant Dink’in Ermeni sorununa bakış açısı -doğru yanlış- bu doğrultudadır. Kaldı ki Hrant’ın bile tam yansıtamadığı bir gerçeklik var; önyargı -Hrant’ın tabiriyle “Türk” düşmanlığı- oluşuyorsa bunu Ermenilerden çok dönemin soykırımını yapan devletle, günümüzdeki ardılında aramak lazım. Ortaçağın gerici Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı soykırım inkar edildikçe, Ermenilerde önyargı ve tepki oluşmuştur.
Kısacası devlet tarafından Hrant Dink üzerindeki baskı furyası giderek artmıştır. 301. Maddeden “Türklüğe hakaret”ten yargılandı (!) ve 6 ay “hapis cezası” verildi(!)… Cezası ertelendi. Ama bu “ceza” tehdit mahiyetinde tutularak Hrant Dink baskı altına alınacaktı… Ayrıca yargılanmakta olduğu iki dava daha vardı. Böylece hukuki yollar üzerinden Hrant Dink yaptırıma tabi kılınacaktı…
“Devlet suç örgütünün ta kendisidir”
Hrant Dink böylesi bir atmosferde katledildi. Devletin müeyyideleri yetmezmiş gibi faşist güruhlar tarafından yapılan saldırıyla öldürüldü. Hrant’ın katilleri olarak yakalananlar saldırıda kobay olarak kullanılanlardır. Bu katiller lümpen, bağnaz ve fanatik kişiliklerdir. Bu ruh halindeki katiller üzerinden Hrant Dink katledilmiştir. Oysa Hrant’ın katliamı bizzat yasama, yürütme, yargı kurumlarıyla O’nu tehdit eden, O’na muhtıra veren, O’na hapis cezası veren resmi kuruma tekabül etmektedir. Dolayısıyla gerçek katillere dokunulmamıştır. Hatta onlar Hrant Dink’in katliamından sonra daha üst makamlara terfi etmişlerdir. Bakanlığa, valiliğe ve daha üst sivil ve askeri mevkilere yükseltilmişlerdir. Ve hala devletin o kurumlarında yer almaktadırlar.
Bundan dolayı devletin yasama kurumunu oluşturan mahkemeler, Hrant Dink’in bu hunharca katliamını yargılayamıyor(!). Her sonuçlanan dava yeniden gündeme geliyor. Aynı dava yeniden açılıyor, ama, yine bir önceki karardan öteye gidilemiyor. Devamlı kısır döngü içerisinde hareket ediliyor…
Mahkeme de devletin yargı kurumudur. Dolayısıyla devletin bu kurumu Hrant Dink’in öldürülmesinde objektif tavır gösteremiyor. Göstermesi beklenemez… Daha açık bir deyimle suçlu kendisini yargılayamıyor. Kitlelerin nezdinden bir türlü düşmeyen Hrant Dink davası her sonuçlanma sonrası yeniden açılıyor. Bu hep böyle gidiyor. Nitekim Yargıtay Hrant Dink davasını yeniden bozarak davayı yeniden gündeme getirmiştir!..
Ancak Hrant Dink ailesi artık bundan sonra bu davaya katılmayacaklarını belirtmiştir. Artık mahkemeye olan inançlarının kalmadığını belirterek bu tavrı almışlardır. Nitekim Dink ailesi aldıkları tavrı şöyle belirlemişlerdir: “Türkiye’de sistem, yargısıyla, kolluğuyla, asker ve sivil bürokrasiyle, siyasi kurumlarıyla, bizimle adeta alay etti. Adına devlet denen suç ittifakı, adaleti arar görünürken, gün gün, celse celse, cinayeti yeniden ve yeniden işledi. Bu ittfak, cinayeti planlayan ve sonra da üzerini örten suç örgütünün ta kendisidir.”
Hrant Dink’in ailesi haklı olarak bu tavrı alırken bizzat devleti suç örgütü derekesinde görmektedir. Ayrıca Yargıtay’a olan inançsızlıklarını beyan ederken kamuoyunun devamlı yanıltıldığını belirtmektedirler. Onların ifade ettiği gibi “Bu Yargıtay, Hrant Dink’i sağlığında, türlü hukuksuzluklarla Türklüğe hakaretten mahkum eden Yargıtay’ın ta kendisiydi.”
Dolayısıyla sağlığında Hrant aleyhinde dava açan Yargıtay’ın, ölümünden sonra “lehine” dava açıyormuş gibi imaj vermesi, ironik bir tavra tenezzül etmesinden başka bir şey değildir… Umudun tükendiği mahkemeye devam ediliyor… Onların katılmadığı davaya avukatları davayı sahipsiz bırakmamak için şeklen katılıyorlar. Kısacası artık mahkeme Hrant’ın ailesi tarafından kaale alınmıyor…
Bu devlet tarih tarafından yargılanacaktır. Çünkü tarih ilerledikçe, beraberinde gerici devletlerin suçlarının giderek toplumun değer yargılarınca mahkum edilmesini getirmektedir. Bu tarihsel materyalizmin yasası sonucudur. Ermeni soykırımı başlarda nasıl da gizemli tutulmuştu. Ama tarih ilerledikçe uluslararası ve ülke özgülünde toplumun bellekleri soykırımı gündemine almış ve mahkum etmiştir.
Kürt, Alevi sorunu açısından da yaşamın bu gerçekliği geçerlidir. Nitekim bu sorunlar da gündemdeki yerlerini almışlardır. Tarihin eskiyen, çürüyen ve can cekişen düzenin suçlarını müzmin boyutlara tırmandırması, artık bazı suçların deşifre edilmesine zemin yaratmıştır. Dolayısıyla suç defterleri hayli kabarık olan TC devleti, Hrant’ın katliamında oynadığı rolü toplumun belli kesimlerinde gizleyememiştir. Bunun sonucu gündemden düşmemiştir. Ki bu durum devletin toplum yargısınca yargılanması ve mahkum edilmesini beraberinde getirmiştir. Bunu hisseden devlet belki de bu cinayeti işlediğine pişman(!) olmuştur.
Elbette ki bu gerçeklik işledikleri suçların onların düzenlerinde, onların hukukunca mücadele edilmemesi anlamına gelmez. Tersine son kertesine kadar onların düzenlerinde -diğer davalarda olduğu gibi- Hrant’ın davasında, hukuki mücadele verilmelidir. Bugüne değin bu yapılmıştır…
Kaldı ki tüm suçlarda olduğu gibi Hrant’ın failleri de tarih nezdinde ve toplum belleğinde oluşan sanık sandalyesinde yar alacaklardır. Aslında en etkili yargı da budur…