H. Merkezi: Hapishanelerde Leyla Güven’in başlattığı süresiz açlık grevi eylemi yeni katılımlarla sürüyor. 20 Mart tarihinde Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde TKP/ML davasından tutsak bulunan Hiyem Yolcu, ETHA’ya bir röportaj verdi.
Yolcu verdiği söyleşide, “Tıpkı Nubar ve Lorenzo yoldaşların Rojava’da Kürt halkıyla kanlarının birbirine karışması gibi, hapishaneler alanında da tecridin yıkılması için hücrelerimizi birlikte eriterek bu yolu birlikte yürüyeceğiz” dedi.
Hiyem Yolcu’nun ETHA’ya verdiği cevaplar şu şekilde;
ETHA: Leyla Güven’in süresiz açlık grevi eylemine katıldınız. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Zülküf, Ayten, Zehra, Uğur ve Medya hevallerin feda ruhları önünde saygıyla eğildiğimi belirtmek istiyorum. Günlerin ölüm haberleriyle gelişini anlatan dizeler, ülkemiz açısından hep bir gerçekliği ifadelendirmiştir.
Bu yalın gerçeklik, biz devrimciler açısından her ölümsüzleşmeyle birlikte devrimi gerçekleştirme, zaferi hızla getirme sorumluluğumuzun daha da büyümesi anlamına gelmektedir. Aslında sorunuzun cevabı da bu “anlam”ın içinde saklıdır.
Komünist Parti’nin ve devrimcilerin varlık sebebi açıktır: Devrim yapmak! Bu da Komünist Parti’nin tüm ezilenlerin, sömürülenlerin, baskı altına tutulanların mücadelesini birleştirebilme yeteneğini sergileyebilmesi ve bununla birlikte ortak düşmana karşı, sisteme/iktidara muhalif tüm güçlerle ortak mücadele yürütebilmesi ile mümkündür.
Hedefimizin sözde kalmaması için buna uygun politikaların belirlenmesi ve pratik adımların atılması gereklidir. Partimizin Rojava’daki varlığı, HBDH ve KBDH’a katılımı, Efrin’in savunmasında yer alması ve şimdi de Kürt Ulusal Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın tecritinin kırılması için süresiz açlık grevi eylemine katılması son yıllardaki bu pratik adımların bazılarıdır. Bu genel tutumumuzun yanında süresiz açlık grevi eyleminin özgülündeki katılım nedenlerine gelirsem…
TC kurulduğundan beri en önemli çelişkilerden biri Kürt ulusal sorunu olmuştur. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı; Kürdistan coğrafyası dört parçaya bölünerek ve her bir parçası ilhak edilerek gaspedilmiştir.
Buna imha – inkar ve asimilasyon saldırılarının en azgın halleri eşlik etmiştir. Kürt ulusu da bütün bunlara başkaldırılarla, isyanlarla cevap olmuştur. Bu mücadele son 40 yıldır Abdullah Öcalan’ın liderliğinde kurulan ve kısa sürede Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesini büyüten PKK öncülüğünde yürümektedir.
Rojava’da demokratik özerkliğin kurulması başta TC olmak üzere tüm bölge ülkelerinin saldırılarının ortaklaştırılmasına ve yoğunlaştırılmasına yol açmıştır. Sayın Öcalan’ın tecriti de bu saldırıların önemli bir parçasıdır. Sayın Öcalan’ın İmralı’da tutsak düştüğü andan itibaren özel tecrit koşullarında tutulması Kürt ulusunun önderi olması sebebiyledir. Koşulların bazen görece değişmesi, her tutsağın doğal hakkı olan görüşlerin dönemsel politikalara göre yaptırılması, İmralı’da baştan itibaren süren özel tecrit saldırısını ve amacını hiç bir şekilde değiştirmez.
Son yıllardaki mutlak tecrit ise Kürt ulusunun enternasyonel güçler ve yerel halklarla birlikte başta Rojava olmak üzere elde ettiği kazanımlarını yok etme ve Bakur’daki mücadeleyi geriletme amacıyla birebir ilgilidir.
Dolayısıyla sayın Öcalan’ın tecriti Kürt ulusunun mücadelesine yönelik bir tecrittir ve hiç bir şekilde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkından bağımsız ele alınamaz.
Bizim İbrahim Kaypakkaya yoldaştan öğrendiğimiz, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz tanımak ve desteklemektir. Bundan hareketle TKP/ML dava tutsakları olarak Leyla Güven, eylemine başladıktan hemen sonra tüm taleplerini sahiplenerek 29 Kasım–1 Aralık tarihleri arasında açlık grevi yaptık.
Akabinde 4 Şubat–19 Mart tarihleri arasında bulunduğumuz tüm hapishaneler arasındaki haftalık dönüşümlü açlık grevinden sonra 20 Mart itibariyle süresiz açlık grevi eylemine benim katılımımla dahil olduk. Tıpkı Nubar ve Lorenzo yoldaşların Rojava’da Kürt halkıyla kanlarının birbirine karışması gibi, hapishaneler alanında da tecritin yıkılması için hücrelerimizi birlikte eriterek bu yolu birlikte yürüyeceğiz.
ETHA: Leyla Güven’in süresiz açlık grevi eylemi 140. gününü geride bıraktığı ve hapishanelerde 100. günün aştığı halde devletin görmezlikten gelmesini/tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Devlet süresiz açlık grevi eylemini görmezlikten geliyor gibi görünse de bunun gerçekte böyle olmadığının en belirgin göstergesi seçim meydanlarındaki haleti ruhiyeleridir. Tüm dertleri Kürt ulusunun mücadelesinin geldiği boyuttur. 100 yıl süren Skyces Picot düzeninin yıkılmasında Kürt ulusunun ve PKK’nın mücadelesi önemli bir yerde durmaktadır. Şimdi, yıkılan bu statükonun yerine ne geçeceği sorunu gündemdedir.
TC, bin yıllık devlet geleneğinin refleksi ile bu tarihsel dönemeci kaçırmaması gerektiğinin farkındadır. Fakat Kürtlerin özellikle PKK’nın öncülüğünde savaşı getirdikleri boyut, elde ettikleri mücadele deneyimleri, son yıllarda kazandıkları yeni cepheler ve sahip oldukları ulusal bilinç bu sefer TC’nin hevesinin kursağında kalma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir.
Elbetteki buna tüm dünyada yaşanan ekonomik – mali krizin en şiddetli sarsıntılarının Türkiye’de yaşanmasını da eklemek lazım. Şu anda binlerce tutsak, hapishane koşullarında olabilecek en etkili eylem biçimini yürütürken, bu eylemlilik sınırları da aşan şekilde devrimci demokratik çok sayıda örgüt, kişi sendika vb. tarafından sahiplenilmişken biz bu mücadeleyi kazananın eylemselliğimiz, direnişimiz olacağına inanıyoruz.
ETHA: Koğuşta günlük yaşamınızda, ilişkilerde ne değişti?
Aslında söyleyişinin en “eğlenceli” sorusu bu. Ama az yerimiz kaldı. Burada Hülya ve ben süresiz açlık grevindeyiz. Yanyana odalarda kalıyoruz. Tabi eylemci dayanışmasını sakız, şeker ve limonota paylaşımlarıyla sergiliyoruz elbettte deneyim aktarımlarını da unutmamalı… En belirgin hissedilen ise elbetteki herkesin duygusallığının ve hassasiyetinin artması oldu. Bunu hem davranışlardan, hem sözlerden, he de duyguların yanıltmaz aynası gözlerden anlıyoruz.
Sahiplenicilik, dikkat zaten çok üst boyutta. Mesela dün MLKP’nin öncü kadrolarından Bayram Namaz’ın anma programından sonra hemen dağılmadık. Voltalayarak marşlarımızı söylemeye devam ettik. Bir süre sonra herkes Hülya ve bana yöneldi; “Yeter artık, yorulacaksınız, içeri girin” sözleri yükseldi. Tabi ki zafer bizim oldu. Onları yorana kadar devam ettik marşlarımıza ve voltamıza. Hatta daha devam ederdik de, onlara “acıdık”…
ETHA: Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Başta Leyla Güven olmak üzere tüm direnişçi arkadaşları selamlıyorum ve sıkıca kucaklıyorum. Herkesi bu haklı eylemi sahiplenmeye çağırıyorum. Zafer bizim olacak…
Serkeftin!