H.Merkezi: Yunanistan halkının Troyka tarafından kıskaca alındığı, “sosyalist” bozuntusu Syriza’nın buna ön ayak olduğu ve sokakların yangın yerine döndüğü şu günlerde Haydari Kampı*nı okumak, yaşananlara farklı bir bakış açısı geliştiriyor insanda. Haydari Kampı, Yunanistan halkının sınıf ve devrim mücadelesi deneyimlerinden bir kesit. Bazen bu kesitleri tekrar okumaya ve anlatmaya ihtiyacımız oluyor. Çünkü başta Almanya olmak üzere AB’li emperyalistlerin, Yunanistan halkının daha fazla “kemer sıkması”nı istemelerine karşın halkın buna karşı çıkmasını “halkın tembelliği, şımarıklığı, sirtaki oynayamayacakları için çıkardıkları huzursuzluk” olarak propaganda etmelerine karşı bu kitapta anlatılanlar önemli bir yerde duruyor.
(Bu arada ülkemizde de AB’li emperyalistlerin bu propagandalarını köşelerine taşıyan çok sayıda burjuva kalemşör var. Onlar ve emperyalistler iflah olmaz halk düşmanları oldukları için görmezlikten gelirler ama Yunanistan’da çalışma saatlerinin AB kapsamındaki ülkelerdeki çalışma saatlerinde çok daha yüksek olduğunu yeri gelmişken hatırlatalım.)
Kitap, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Almanya, İtalya ve Bulgaristan tarafından işgal edilen Yunanistan’da işgal günlerinde Petro Marmaraz isimli bir tutsağın Merlin Sokağı’nda başlayan işkenceli sorgularının ardından götürüldüğü Haydari Kampı’ndaki gözlemlerini anlatıyor. Kitapta Haydari Kampı’ndaki uygulamalarla emperyalistlerin hedefledikleri kitabın 49. ve 50. sayfalarında şu sözlerle aktarılıyor:
“Yunan ruhunun çözülmesi, Yunan halkının köleleştirilmesi, Yunan kişiliğinin yok olması. Plan buydu, uygulaması için de Haydari Kampı’nın kurulması gerekiyordu. Tek amacı, köle ruhlu, korkak, hain insanlar imal etmek olan Haydari Okulu’nun kurulması gerekliydi. (…) Haydari Kampı içerideki tutuklulardan için değil, daha çok dışarıdaki halk düşünülerek kurulmuştu. (…) Haydari’de sana düşen ödev; kuyruğa girip kendi ölüm gününü beklemek. O kadar. Umut, kurtuluş yok.”
“Almanya hiçbir zaman yenemedi!” Yenemeyecek!
Ama işte tam da bu noktada umutsuzluğa, yılgınlığa karşı devreye halkın yiğit evlatları girer: 1 No’lu koğuştaki 260’lar! Yunanlı devrimciler! “Ama işte tam bu noktada düşman korkunç bir karşı taarruza uğradı. Bu harekatı Kampın Kurmaylar Kurulu yönetiyordu. No 1’deki 260’lar. Başlarında da Napolyon. Bu savaşın amacı: Tutukluların ruhunu kazanmak. Halkın ruhunu kazanmak.
Kurmay Kurulumuzun parolası: Eksilmez irade, tam ve bölünmez kişilik, tutukluların direnişinin çelikleştirilmesi!”
Bugün Yunanistan’ın geleceğini kendi emperyalist çıkarları için tayin etmeye çalışan “kötü kalpli” Almanya, o günlerde de Nazizm’in vahşi uygulamalarıyla devrededir. Yunanlı devrimciler dışarıda Alman işgaline karşı savaşı sürdürürken onlarla baş edemeyen işgalciler, öcünü, Haydari Kampı’ndaki esirleri bir yandan onlarla, yüzlerle idam ederek bir yandan da kişiliklerini ezmeye çalışarak almaktadırlar. Almanya, bu politikasını, bugün de sürdürmektedir. Halkın onuruna, kişiliğine, yaşam tarzına dair anti propagandalarla, Avrupa halklarını “bu tembellerin borçlarını biz mi ödeyeceğiz” türünden söylevleriyle Haydari Kampı’ndan edindiği deneyimleri yeniden hayata geçirmeye çalışmaktadır. Ancak karşılaştıkları ve karşılaşacakları tablo 260’ların idama götürüldüğü anda bile halay ve marşlarla gidişinin anlatıldığı kitabın 170’li sayfalarında olacaktır elbette:
“Şu kritik anda, ulusumuzun bu seçkin savaşçılarının tir tir titrediğini -aylardır bunun için çalışmıştı- kezin ölüm karşısında yıldıklarını görmek istemişti. Oysa, karşısında, er meydanında düşeceğini bile bile, yenilmez bir güçle, ölümün ta kendisiyle pençeleşmeye, vuruşmaya hazırlanan, saf saf dizilen bir Elen diyarı bulmuştu. Öbür rakiplerinin hepsini yendiğine göre, Elen diyarı onun son rakibi. Şu an, bu ensesi kalın, şantajcı, mağrur Prusyalı, dünya imparatorluklarının en sefilinin, en son temsilcisi şu gerçeğe boyun eğmişti: Almanya yenilgiye uğradı. Almanya hiçbir zaman yenemedi.”
“Napolyon” görünümlü “Andrea”lar!
Bir halkı ve bu halkın direnişini boğmaya çalışanlar; belki bundan bir yüzyıl öncesine kadar bizzat kendi ordularıyla ülkeler işgal ediyorlardı. (Kuşkusuz 2004’te ABD’nin Irak’ı işgalinde olduğu gibi ihtiyaç duyduklarında bunu yeniden devreye sokacaklardır.) Şimdi daha çok revaçta olan ekonomik olarak kendine bağımlı hale getirip, halklara diz çöktürmek… Bunu kabul etmeyenleri de kötüleyerek, diğer halklarla arasında nifak sokarak (keza bunun örneğini Arap Baharı döneminde Araplara, Gezi İsyanı sırasında isyan eden kesimlere dönük söylemlerde de görmüştük) bu kez diz çöktürme politikasını hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Son olarak altını çizmek istediğimiz bir husus daha var: Yunanistan’da şu an “Napolyon” görünümlü “Andera”lar** halkın direnişine önderlik etme çabası içindedirler. Gerçek “Napolyon”ların henüz o bilinçte ve güçte olmadığı bu Elen diyarındaki bu sahte “Napolyon”lara ülkemizdeki kimi devrimci, demokrat kurumlar bile çanak tutmaktadır. Emperyalistlerin kendi çıkarları için halklara reva gördüğü bu aşağılamalara, “Andrea”larına karşı 260’ların bilinci, Kurmay Kurulu örgütlenme ruhuna ihtiyaç olduğu açıktır. Halkının çıkarlarını koruyan bu devrimciler ve başlarındaki eşsiz komutan Napolyonlar var oldukça ölüm bile kepaze edilecek ve işgalciler elbet yenilecektir.
* Haydari Kampı: Themos Kornaros’un ölümsüz eseri. Ceylan Yayınları tarafından 2000 yılında basıldı.
* Andrea: Kitaptaki kahramanlardan biri olan Andrea, aslında Haydari Kampı’ndaki esirlerden biridir. Ancak Naziler tarafından özel olarak görevlendirilen Andrea, kendi halkından esirlere Nazi askerlerinden daha acımasızdır.