Hükümet olduğu 2002 yılından bu yana adım adım sistemin tüm organlarına nüfuz eden AKP, gelinen aşamada 1940’ların CHP’sine rahmet okutacak bir güce ulaşmış bulunuyor.
IMF programlarının, “kurtarıcı” Kemal Derviş eliyle yürürlüğe konulmasıyla ortaya çıkan belirsizlik ve kriz havasının yarattığı arayış rüzgârını AKP, “Askeri vesayete karşı olmak”, “muhafazakar demokratlık” vb. söylemlerle arkasına aldı. Nitekim görece reformist söylemler, sivil siyasete ağırlık veren yaklaşımlar, Kürtlere, Alevilere dönük sözde kapsayıcı politikalar, çalıştaylar, toplantılar vs. vs. ile etkin bir halkla ilişkiler çalışması ve emperyalistlerin güçlü ekonomik desteğiyle AKP, hızlı bir gelişim kaydetti. Geliştikçe de devletin yönetici organlarını ele geçirmek adına rakiplerinin üzerine gitmeye başladı. Bunca değişimin kuşkusuz bir karşılığı olmalı ve yığınlara bir düşman gösterilmeliydi. Nitekim öyle de oldu. Ezilenlere, emekçilere, Kürt ve Alevilere, kadın ve LGBT+lara yaklaşım anlamında esasta hiçbir ayrım noktalarının bulunmadığı Ergenekonculara, Cemaatle birlikte sürek avı başlatıldı.
Sandık-seçim üzerinden kurduğu meşruiyeti hasımlarını yok etmek için kullanan AKP-Cemaat aynı zamanda adım adım devletin yeniden yapılandırılması sürecini de örgütledi. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik yakın hedef olarak Suriye, orta vadede ise İran’a yönelik politikalarına uygun bir şekilde, ele geçirilen organlara çeşitli müdahalelerde bulunuldu. Bu sürecin esasta Türk hâkim sınıflarının kontrolünde, yönelimlerinin bir sonucu olarak şekillendiğini söylemeliyiz.
Egemen sınıflar cephesinde yaşanan dalaşta, gücü ele geçiren ve emperyalistler tarafından da takdis edilen hâkim klik, AKP eliyle devletin yeniden yapılandırılmasına yönelik yol haritasını piyasaya sürdü. Ortadoğu’da gelişen halk isyanları, ABD politikalarının bölgede yarattığı kaos ve krizin, devletin, sistemin, re-organizasyonu konusunda hakim sınıflar cephesinde geniş bir koalisyonun oluşmasına zemin hazırladığı söylenebilir. 12 Eylül referandumu, akabinde cumhurbaşkanlığı seçimleri ve son olarak 16 Nisan referandumu sürecinde hâkim sınıfların “Başkanlık Rejimi”ne yönelik sessizliklerini de bu bağlamda okumak yanlış olmaz.
Öyle görünüyor ki başta Kürt hareketi olmak üzere, devrimci, ilerici güçlerin, daha geniş anlamda bir bütün toplumsal muhalefetin; Ortadoğu’daki özellikle de Rojava’da yaşanan süreçle gelişeceğine dair bir öngörüyle mevziler yeniden kazıldı, bariyerler güçlendirildi. Devlet, yeni ve daha büyük, daha şiddetli bir savaş için şimdiden gerekli hazırlığı yapma kararı aldı. Başkanlık rejimini ortaya çıkaran temel ihtiyaç, sistemin daha etkin bir şekilde, tek elden koordine edilmesi ve olası riskler karşısındaki reflekslerinin geliştirilmesidir. Rojava’da Kürtlerin kazanımlarının yok edilememesi aksine Kürtlerin alternatif bir modelle kendilerini yönetme sürecinde önemli bir mesafe kat etmeleri, devletin bekası için esaslı bir tehdit olarak algılandı.
“17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonları” sürecine kadar gelebilen AKP-Cemaat kutsal ittifakı, söz konusu operasyonlarla dağıldı.15 Temmuz darbe girişimiyle AKP’nin, Cemaat’e yönelik tasfiye operasyonu; bir yandan devletin hakim sınıfların çıkarları ekseninde yeniden yapılandırılmasını diğer yandan kendi iktidarının korunmasına yönelik tasarrufları parantezine aldı.
AKP, 15 Temmuzda Türk hâkim sınıflarına, hala yığınlar üzerinde söz sahibi olduğunu ve kullanışlı bir aktör olduğunu gösterme fırsatını kaçırmadı. Bunun karşılık bulduğu ve rejimin yeniden restorasyonunda AKP’nin bir aktör olarak konumunu güçlendirecek adımlara izin verildiğini, önünün açıldığını söylemek yanlış olmaz. OHAL, KHK rejimi, şiddet, gözaltı, tutuklama, dizginsiz devlet terörü eşliğinde yapılan tamda bu: AKP’nin bekasının devletin sürekliliğine kopmaz bağlarla bağlanması. Gerçekleştirilen son YAŞ toplantısına yansıyanlarda bu gerçeğe işaret ediyor. AKP, Cemaat’e yönelik tasfiye etiketiyle neredeyse devletin tüm organlarını doğrudan kendisine bağlamış durumda.
Eski AKP MKYK üyesi Ayhan Oğan’ın “Yeni bir devlet kuruluyor” sözlerini bu kapsamda yorumlamak taşların yerli yerine oturmasını da sağlayacaktır. Askeri vesayetin yerine getirilen sivil bir diktatör, onun kontrolü altında artık bir devlet aygıtına dönüşmüş parti teşkilatı, bir parti ordusu, polis gücü yeni devletin temel sacayakları olmalı!
“Yeni” devletin eski düşmanları
“Yeni” denilen devletin temel kolonlarına, kırmızıçizgilerine bakmak eskisiyle arasındaki fark hakkında da fikir verecektir. Abdulkadir Selvi’nin “YAŞ sonuçlarında dikkatimi çeken unsurlardan biri de generalliğe terfi eden albayların önemli bir bölümünün özellikle terörle mücadele eden subaylar olması. Bu çerçevede komando tugay komutanı olan albayların tamamına yakını general oldu. Hem FETÖ mağdurlarının hem PKK ile mücadelede etkin rol üstlenen komutanların terfilerde ön plana çıkması, 2017 YAŞ toplantısı kararlarında “terörle mücadelenin” etkili olduğunu gösteriyor” şeklindeki sözleri, yeterince açık!
AKP/Erdoğan, kendi iktidarını “İkinci Kurtuluş Savaşı” söylemiyle, devletin bekasına bağladığı andan bu yana, kurşunlarının hedefine en baştan Kürtleri koymuştu. Dahası, korkunç bir sömürü ve zulüm altında can çekişen ezilen yığınlar, ötekileştirilenler bu “yeni” devletin başlıca düşmanlarıdır! Yani özetle, değişen esasta iktidarı ele geçiren güçlerdir, onların ezilenlere dönük yaklaşımı değil!
HDP’nin İstanbul’da sürdürdüğü “Vicdan ve Adalet Nöbeti”ne yönelik abluka, sahiplenmeye dönük tahammülsüzlük ve terörize etme çabası da bunun göstergesidir! Burjuva-feodal basının görmezden geldiği, karalamak için bile olsa adını anmaktan imtina ettiği “Vicdan ve Adalet Nöbeti” her şeye karşın, gerçek adalet ve özgürlük isteyenler için bir çekim merkezi olmayı başardı! OHAL’le yaratılmak istenen ölüm sessizliğine bir isyan çığlığı olan nöbet, Van’dan İzmir’e daha geniş kesimleri kucaklayarak yoluna devam edecektir! AKP/Erdoğan, dizginsiz bir polis terörü, aralıksız askeri operasyonlar; baskı, gözaltı ve tutuklamalarla, geniş emekçi yığınları dize getirebileceğini sanıyorsa fena halde aldanıyor demektir!
Müftülere nikah yetkisi veren düzenlemeye karşı gelişen tepki, kadınların her gün bir yenisi eklenen saldırılara yönelik öfkesi; türlü saldırı ve engellemelere karşın Nuriye ve Semih’le her gün biraz daha büyüyen dayanışma; işçilerin OHAL koşullarında süregelen direnişleri, ezilenlerin diz çökmeyen umudunun birer göstergesi.
Tarih tanıktır ki, zulmün olduğu yerde isyan meşrudur ve diz çöken halklar değil diktatörler olmuştur!