Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından “Terörle Mücadele ve Rehabilitasyon Eylem Planı” olarak açıklanan ve daha önceden basında tartışılan “çökertme planının” siyasal ve sosyal ayakları olarak hazırlandığı anlaşılan, 10 maddelik planla Kürt ulusuna yönelik faşist abluka ve katliam saldırılarının sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Aslında halka karşı açıklanan “yeni eylem planı”nda gerçekte yeni bir şey olmadığı açıktır. Belki de yeni olarak tanımlanabilecek olan, devletin başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkına yönelik faşist saldırganlığının daha sistemli bir şekilde ele alınacağının açıklanmış olmasıdır.
Bu planın daha başında “haklarını isteyen Kürtler ve mücadelesi” sanki rehabilite edilmesi gereken bir sorunmuş gibi propaganda edilmektedir. Bu yaklaşım faşist devletin kurulduğu günden itibaren kendisine muhalefet edenlere, haklarını isteyen ve bunun için direnen herkese yönelik dile getirilen bir anlayışın ürünüdür. Gerçekte asıl hasta olan ve tedavi edilmesi, dahası ortadan kaldırılması gereken faşist anlayışın dışavurumu ile karşı karşıyayız.
Faşist devletin bu planla, amaçladığı daha önce de defalarca denediği gibi, Kürt ulusunun iradesini kırarak, kendine tabi olacak “korucu Kürt”ü yaratmaktır.
Bunu ise “artık muhatap halkın ta kendisidir. Herkesin saygı duyduğu kişilerden istişare meclisleri kuracağız” diyerek yapmayı hedeflemektedirler. Bu yargıyı güçlendiren bir başka gelişme de Başbakan’ın yaptığı “masa artık Ankara’da” açıklamasıdır. Faşist devlet, Kürt ulusunu ve onun siyasi iradesini tanımayacağını, kendisinin muhatap yaratacağını söylemektedir. Devlet bir yandan kendi kimliğine, kültürüne sahip çıkan Kürt’ü faşist abluka, sokağa çıkma yasakları ve katliamla katledip terbiye etmeyi amaçlarken, diğer yandan ise kendine tabi olan Kürt yaratarak sorunu “çözeceğini” sanmakta ve propaganda etmektedir. Geçmişten bir nebze de olsa farklı olarak bu kez “din” olgusunu kullanmaktadır. Bunun ne kadar başarılı olacağı tarihsel tecrübeyle sabittir. Faşist zulmün olduğu yerde elbet direniş de kendini var edecektir ve etmektedir.
Kamu düzeninin sağlanması gerekçesiyle halka yönelik gerçekleştirilen saldırganlığın yanında yine daha önceden denendiği gibi “demokratik reform süreci” adı altında bir “havuç sopa politikası” izleneceği ve böylelikle yine tıpkı daha önceden yapıldığı ve belli oranda başarılı olunduğu gibi, kimi “liberal”, “aydın” takımının gerçekleştirilen faşist teröre rıza üretmesi amaçlanmaktadır. Zaten bu çevrelerin Kürt ulusuna ve onun siyasal iradesine yönelik, hendeklerle, barikatlarla birlikte başlayan ve “ama onlarında elinde silah var” eleştirisiyle süren yaklaşımları bilinmektedir. Böylelikle faşist devlet başta Kürt ulusu olmak üzere bütün halka yönelik gerçekleştirdiği saldırganlığa; sosyal şoven, Kemalist faşist çevrelerden aldığı “terörle mücadele” desteğini, kendine “liberal aydın” diyen çevrelerin de bir kez daha eklemlenmesini amaçlamaktadır.
Faşist devletin halka yönelik gerçekleştirdiği saldırganlığı daha da sistemli olarak sürdüreceğini açıkladığı “Master Planı”nda bahsini ettiği psikolojik ayak, “etkin bir iletişim stratejisi” ve “algı operasyonlarına karşı iletişim birimleri”nin uygulanacağı daha planın açıklanması esnasında kendini göstermiş durumdadır. Bir yandan “terörle mücadele” adı altında yerlerinden yurtlarından ettiği yüzbinlerce insan varken, diğer yandan ise “sosyal seferberlik” ilan ettiğini açıklayarak, her aileye tek tek destek sunulacağı yalanına başvurmaktadır. Bir yandan yüzbinlerce insanı faşist zulümle mağdur etmek, diğer yandan ise bu mağduriyetlerin karşılanacağını söylemek ancak ve ancak faşist bir yaklaşımın ürünü olabilir. Ve elbette bu mağduriyetlerin karşılanmayacağı, yapılanın sadece psikolojik propaganda olduğu anlamına gelir. Zira mağduriyetin kaldırılmasının temel koşulu, TC’nin ordusuyla, kurumlarıyla tüm varlığıyla Kürdistan’dan defolup gitmesidir. Üç-beş kuruş yardımla amaçlanan ise halkı “açlıkla terbiye etmek” ve sadakasına muhtaç hale getirmektir. Nitekim aynı psikolojik propaganda devletin “bölgenin ekonomisini ayağa kaldırdığı” yalanında da sürdürülmektedir.
Halka Saldırıyı Ranta Çevirmek ve Çaresizlik
Halka yönelik saldırı planında amaçlananın sadece Kürt ulusunun özyönetim isteğinin ve statü talebinin ezilmesi değil aynı zamanda bu faşist abluka ve saldırganlıktan rant elde edilmesi olduğu da anlaşılmaktadır. “Kentsel dönüşüm” olmayan ama “mekanın yeniden inşası” olarak tanımlanan bu hedefle faşist devlet, bir yandan bölgede yaratmayı amaçladığı “korucu Kürt”üne ihale sağlamayı ve böylelikle kendine ekonomik olarak bağlamayı amaçlarken, diğer yandan da AKP’nin dayandığı sektörlerden biri olan inşaat sektörüne yeni rant alanları açmayı amaçlamaktadır.
Halka saldırının bu başlıklar altında sürdürüleceği açıklanırken bir yandan “yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletileceği” yalanı söylenmekte diğer yandan ise “yapılan her harcamanın da etkin bir şekilde denetleneceği” tehdidi savurulmaktadır. Bununla birlikte daha önceden “yerel yönetimlerin kayyuma devredileceği” açıklamalarının yapıldığı hatırlanırsa özellikle “mekanın yeniden inşası”nın hedeflediği yerel yönetimlerin AKP’ye yakın kayyumlara devredilebileceği ve bu bölgelerden elde edilecek rantın daha da büyütülmesinin hedeflendiği ileriye sürülebilir.
Ancak açıklanan planın en absürt yeri faşist devletin “tüm Ortadoğu’da kapsamlı birleştirici ruh hareketi başlattığı”nın ilan edilmesi olmuştur. Bugüne kadar devletin Ortadoğu’da nasıl bir “birleştirici ruh”la davrandığının ortada olması, özellikle Suriye Kürtlerine yönelik saldırganlığının ve Cihatçı çetelere yönelik desteğinin sadece bölgede değil bütün dünyada ayyuka çıkmasının ardından böyle bir açıklama yapabilmek ancak ve ancak TC devletinin başta Suriye olmak üzere bölgede içine düştüğü durumla açıklanabilir.
Başbakanın halihazırda böyle bir açıklama yapabilmesi Suriye savaşında TC’nin içine düştüğü çaresizliğin ve şaşkınlığın ürünü olarak değerlendirilebilir. Suriye ordusunun Halep’e giden ikmal yollarını kesmesi, Suriye Kürtlerinin “Fırat’ın batısına geçmesi” gibi gelişmeler faşist devletin sahada elini zorlaştıran etkenler olarak ortaya çıkmış durumdadır. TC devletinin buna verdiği tepkinin “bölgede birleştirici ruh” olması; S. Arabistan ve Bahreyn’in Suriye’de kara harekatına destek açıklamaları ve ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’ın Rusya’nın, “Türkiye’nin Suriye topraklarında aktif eylemler gerçekleştirmek için gizli hazırlık içinde bulunduğunu gösteren işaretler olduğu” yönündeki açıklaması ile ilgili soruyu yanıtsız bırakması gibi gelişmeler, Türk hakim sınıflarının Suriye’de yeni bir maceraya hazırlanması olarak da değerlendirilebilir.
Halka Yönelik Saldırıya Karşı Durmak
Yaşanan gelişmeler ve yapılan açıklamalar TC devletinin hem T. Kürdistanı’nda hem de bütün ülke çapında halka yönelik saldırganlığını sürdüreceğini gösterirken, aynı saldırganlığın bölge halklarına yönelik kesintisiz devam ettirileceği; başta Rojava olmak üzere Suriye’de alttan alta desteklediği Cihatçı çetelerle her türlü provokasyonun ve saldırıların sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
Bu durum beraberinde sadece Kürt ulusal hareketine değil, aynı zamanda ülkemizde bütün ilerici ve devrimci hareketlere, başta Kürt ulusu olmak üzere, bütün halka yönelik faşist saldırganlığa karşı birlikte bir duruş örgütlemeyi; direnişin sadece T. Kürdistanı ile sınırlı olmamasını, bulunulan her alanda örgütlenmesi ve sürdürülmesi gerektiği görevini ortaya çıkarmaktadır. Kürt ulusal hareketi ve kimi devrimci hareketlerin faşist abluka ve saldırganlığa karşı ortak bir direniş cephesi örgütlemesi çağrıları bu anlamda önemlidir ve yerinde bir duruşa karşılık gelmektedir.
Bu çağrıların karşılık bulması ve somut pratik adımların atılması anın devrimci görevlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Başbakan, açıkladığı halka yönelik eylem planında “herkesle muhatap olacağız ama elinde silah olanı muhatap almayacağız” derken gerçekte bir temennisi dile getirmektedir. Ama bir şeyi unutmaktadır. Faşizm muhatap almasa bile “elinde silah olanlar” onu muhatap alacaklar, açıklanan bu halka saldırı eylem planına gereken yanıtı mutlaka vereceklerdir.