Yakın tarih içinde emperyalistlerin dahil olduğu tüm savaşlarda “insanlık dramı”, “insanlık krizi” savaşın bir aşamasından sonra egemen sınıflar tarafından kulakları sağır edercesine dile getiriliyor. Beş yıldır “yaşanmayan” insanlık krizi, Halep’te cihadist çetelerin yenilmesiyle bir anda ortaya çıkıverdi. Burjuva feodal ve yandaş medya, “Halep’te katliam var” diyerek yine kulakları sağır eden ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Sorunun tam da burada sorulması gerekiyor; “savaşı çıkaranlar, Suriye’nin her köşesinde katliam yapanlar neden bu kadar yüksek sesle bağırıyorlar? Dertleri gerçekten insanlık mı?”
Bir oyunun defalarca oynanması, onun oyun olmadığının enikonu anlaşılmasına hizmet eder. Suriye’de beş yıldır devam eden paylaşım savaşı, insanlık krizi ile başladı. Haksız savaşların başka bir anlamı da olamazdı zaten. Suriye’de ezilen halkları katledenlerin, bugün “katliam var” diyenlerle aynı olması da anlaşılmaz değil. Şam’ın Emevi camiinde namaz kılma hayalleri suya düşenlerin riyakarlığıdır bu. Ezilen halklar adına yapılan bu çağrılar, esasında ezilen halkları kurtarmanın değil savaşın gidişatını lehe çevirmek adına ezilen halkların canlı kalkan olarak kullanılmasıdır.
Suriye savaşında Halep, stratejik bir önem arzediyor. Bu nedenle “Halep’i kazanan savaşı kazanır” deniliyor. Dolayısıyla savaş özellikle bu bölgede yoğunlaştı. IŞİD ve El-Nusra adı ön plana çıksa da irili ufaklı yüzlerce çete, Halep ve çevresinde Suriye halkına kan kusturuyordu. IŞİD’in Musul’u işgal etmesiyle buna Irak da eklendi. Savaşın ilk yıllarında IŞİD merkezli katliamların Kesep’te Ermenilere, Rojava’da Kürtlere, Şengal’de Ezidilere, Telafer’de Şii Türkmenlere yönelmesi, doğrudan TC devletinin yönlendirmesi olduğunu ortaya koyuyordu. Yine esas hedefler arasında Alevi köylerinin olması da bu durumu ortaya koyuyordu. Bu katliamlarda yüzlerce insan katledildi. Kadınlara, kız çocuklarına tecavüz edildi. Çetelere satılmak üzere yüzlerce Ezidi kadın kaçırıldı. Yüz binlerce Suriyeli, başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Yüzlerce-binlerce Suriyeli, “kaçak yollardan” ülkeyi terk etmeye mecbur bırakıldı. Akdeniz ve Ege’de boğularak ölen Suriyeliler, Alan bebeğin kıyıya vuran cansız bedeni ile akıllara kazındı. Faşist Makedonya hükümetinin Suriyeli göçmenlere yaptığı işkence daha unutulmadı. Suriyeli çocukların Türkiye’deki yaşam savaşı, atölyelerde ucuz iş gücü olarak kullanılması, kadınların fuhuşa zorlanması, evlerin yakılıp insanların sokak ortasında dövülmesi ve TC devletinin misafirperverliğinin(!) daha pek çok yaratıcı(!) örnekleri ile Suriyelilere yaşamın dar edilmesi hala devam eden insanlık krizidir.
Bunları görmezden gelenlerin “insanlık” diye bağırması, Suriyeliler özgülünde insanlığı hatırlamalarından değildir. Halep’te yeniden cihadist çetelerin ve bilimum MİT unsurlarının tüm teçhizatlarıyla geri çekilmesi ve bunun da en güvenli biçimde yapılması artık kaçınılmaz olduğu noktada ezilen halklar akla gelmiştir(!) Zira Rusya ve İran’ın füzelerinden, Esad bombalarından kaçmanın en güvenli yolu beş yıldır hayatın zehir edilip ölüm korkusuyla yaşatılan ezilen halklara “Yaşam Koridoru” açmaktır. Daha dün “göçmenlere açarız kapıları” diyerek AB’yi tehdit edenler, göçmenleri silah olarak kullananların bugün birden Halep halkını mülteci olarak kabul etmesinin başka bir anlamı olamaz. Söz konusu olan “insani krizde” TC devleti için insan kapsamına girenler, Halep’te savaşanlardır. Halep halkı doğrudan ve açıktan füzelere ve bombalara karşı canlı kalkan olarak kullanılmaktadır.
Burada altı çizilmesi gereken bir konu da savaşın nedeni değil de sonucunun “insani kriz” olarak gösterilmesidir. Haksız bir savaşın haklı olduğunun bilinçaltına yerleştirilmesi, kitle desteği sağlamak için bilinçli olarak yapılan bir propagandadır bu. Öyle ki bu Halep’teki insani kriz, Rusya-İran ve Rejim uçaklarının füzeleri düşmeden önce de en koyu biçimiyle yaşanıyordu. Cihadist çetelerin insani yardımlara dahi izin vermediği kasabalarda yenecek kedi dahi kalmamış, insanlar açlıktan ölme noktasına gelmiş, getirilmişti. propaganda yapılırken Halep’e ait olmayan fotoğraflar dahi kullanılmaktadır. Halep’teki insani kriz, Rusya-İran ve Rejim uçaklarının füzeleri düşmeden önce de en koyu biçimiyle yaşanıyordu. Cihadist çetelerin insani yardımlara dahi izin vermediği kasabalarda yenecek kedi dahi kalmamış, insanlar açlıktan ölme noktasına gelmiş, getirilmişti.
BM’nin çağrısı bir süre askıda kalmıştı. Ne zaman ki Halep’i kaybettiler, artık umutları kalmadı o zaman “vahşetin, zulmün, belki de insanlık tarihinin en acımasız boyutunu görüyoruz” (Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu) demeye başladılar. Son beş yıldır “belki de insanlık tarihinin en acımasız boyutunu” Suriye’de cihadistlere destek vererek, Araplara, Süryanilere, Ermenilere, Kürtlere ve Ezidilere yaşatan bizzat TC devleti oldu. Şimdi kalkıp “insani kriz” diyerek ortalığı ayağa kaldırmanın insaniyet açısından hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü dertleri hala Emevi Camiinde namaz kılmaktır.
Sadece savaşlar değil kapitalist sistemin kendisi insani bir krizdir. Emperyalist paylaşım savaşları mevcut insani krizi en yakıcı biçimde görünür hale getiriyor. Bu durum insani krizin esas nedeninin savaş olarak algılanmasına neden oluyor. Savaşın nedeni nedir, niye çıktı bu savaş diye sorduğumuzda karşımızda emperyalistleri, onların dünya pazar alanlarını paylaşımlarını, kapitalist sermayenin azami kâr hırsını ve dolayısıyla emperyalist-kapitalist sistemi göreceğiz.
Suriye’de beş yıldır süren savaşın neden olduğu bir insani kriz var. Ve bu krizin yakın süreçte bitmeyeceği de oldukça açık. Halep bir son olmadığı gibi bu krize son verecek olan da egemen sınıflar değildir. Savaşlara neden olan sömürü sistemi değişmedikçe bugün Halep’te yaşananlar yarın başka yerlerde yaşanmaya devam edecektir. Bugün “insanlık krizi” diye avazı çıktığı kadar bağıranlar aynı zamanda en büyük insanlık krizini yaratanlardır.