GüncelMakaleler

MAKALE | “Güneş altında bir yer edinmek”: Çelişkiler keskinleşirken!

Anti-emperyalist olmak için emek-sermaye çelişkisinde, emperyalistlerle geniş halk yığınları arasındaki çelişkide, emekten ve geniş halk yığınlarından yana olmaktır.

ABD’de 2016 Kasım’ından bugüne kadar, başkan olan Trump’ın sloganı “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” idi. Bu slogan, ABD’li tekellerin hepsinin olmasa bile etkin ve güçlü bir kısmının, ABD’li orta burjuvazinin büyük kısmı ile birlikte var olan durumdan “hoşnut” olmadığının bir göstergesiydi. Nitekim 2008 krizinden bugüne ABD ekonomisi toparlanmakta sorun yaşamış, büyüme ve işsizlik rakamları aradan geçen süre zarfında istenen düzeye çıkmamıştı. Askeri anlamda da başta Afganistan ve Irak olmak üzere pek çok yerde sorunlarla karşılaşılmış, kiminde çekilmek zorunda kalmış kiminde de sorunlar içinde boğulmuştu.

Rusya, NATO’nun kendisini çevirme politikasına sert yanıtlar verdi ve bununla yetinmeyip Suriye’de belirleyici pozisyona geldi. Çin emperyalizmi ise hem ekonomik hem askeri hem de siyasi olarak Asya-Pasifik bölgesinde etkinliğini artırıp, dünyanın pek çok yerinde etkinlik göstermeye başladı.

ABD’nin siyasi olarak gerileme durumu pek belirgin değildi. Ancak son dönemde yaşanan bazı gelişmeler, siyasi tahakkümdeki gerilemenin düşünülenden büyük olduğunu gösterdi. Bu duruma rağmen ABD emperyalizmi dünya ölçeğinde ekonomik, siyasi, askeri, kültürel olarak hegemonik dönemini önemli oranda sürdürebilmektedir.

ABD’nin Rusya’ya ve yanı sıra İran’a karşı ekonomik ambargo ve askeri olarak çevirme stratejisi biliniyor. ABD, Almanya-Rusya, İngiltere Rusya-Çin’le birlikte kendisinin de imzacısı olduğu İran ile yapılan İran’ın nükleer (uranyum) geliştirme projesini sınırlayan anlaşmadan tek taraflı çekildi ve İran’a yaptırım uygulayacağını açıkladı ve “herkesin” buna uymasını istedi.

Ancak Avrupalı emperyalistler (tabii ki Çin ve Rusya da) anlaşmadan çekilmedikleri gibi yaptırım kararını tanımayarak İran ile çalışacak Avrupalı şirketleri koruyacaklarını açıkladılar. Müttefikleri olan Kanada, Güney Kore, Türkiye vb. ülkelerden ithal ettiği çelik ve çelik ürünlerine ek vergi getirdi. Ancak hemen aynı karşılığı gördü. Trump defalarca NATO üyelerini daha fazla para vermeleri ve daha başka konularda defalarca “azarladı”. Ancak özellikle Almanya tarafından “başımızın çaresine bakmalıyız” çıkışları ile birlikte 28 AB üyesi ülkenin 22’si ile birlikte PESCO adı verilen askeri bir pakt kuruldu. ABD, Almanya ile Rusya arasında imzalanan ve hayata geçirilme çalışmaları süren Kuzey Akım doğalgaz hattına karşı olduğunu defalarca tekrarlamasına rağmen başarılı olamadı.

Tüm bunlarla birlikte Ortadoğu hamlelerinde genel olarak başarısız olan ABD’nin, Suriye hamlesinde “görünen” durumun aksine kürsünün “kazanan” basamağında Suriye’nin pek çok yerinde çeşitli büyüklükte askeri üsler kurduğu ve geliştirdiği görülüyor. Ancak “kazanan” basamağının diğer sahibi Rusya da Suriye’deki Hmeymim ve Tartus üslerine kalıcı olarak yerleşmiş oldu. Böylelikle Rusya, Doğu Akdeniz’de bir liman üssü ve bir hava üssü sahipliğini devam ettirdi. (Rusya’nın Libya’da da iki askeri üssü bulunuyor.) Doğu Akdeniz’deki petrol-doğalgaz rezervlerinin sahiplenilmesi savaşı kızışırken Rusya’nın üsleri daha büyük önem kazanıyor.

Türkiye, Mısır, İsrail, Lübnan, Güney Kıbrıs, Yunanistan Doğu Akdeniz’deki yerel aktörler olarak ön plana çıkarken emperyalist tekeller bu savaşların dünya çapındaki aktörleri olarak yerlerini alıyorlar. İran’ın Suriye ve Yemen’de güçlü hamleler yapmış olması ve Irak’ta etkinliğinin daha belirgin hale gelmeye başlaması ABD’nin bu bölgedeki “çıkarları”nın daha fazla zarar görmesine neden olmaktadır.

Trump 25 Eylül 2018’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Biz küreselleşme doktrinini reddediyoruz. Yurtseverlik doktrinini benimsiyoruz” açıklamasını yaptı. Bu açıklama ve “Amerika’yı yeniden büyük yapma” sloganı, kimi yorumlarda görülen ABD’nin kendi kabuğuna çekileceğinin, ulusal sınırları dışında “herhangi bir şeye” karışmayacağının işareti anlamına gelmiyor. Aksine “ulusal” çıkarları savunmayı, “yurtseverliği” 11 Eylül sonrası olduğu gibi sınırları dışında başlatmayı içeriyor.

ABD’nin 2018’de açıkladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Trump’ın BM’de söylediği “Biz küreselleşmeyi reddediyoruz”un aksine Çin ve Rusya’nın “serbest ekonomiyi kısıtlı tutarak ordularını büyüttükleri” belirtilerek buna karşı çıkılıyor. Bu belgede Çin, stratejik rakip olarak değerlendiriliyor ve ekonomi politikalarına ve Uzakdoğu’daki “yayılmacı” tavrına karşı konulacağı belirtiliyor.

Buraya kadar genel anlamda ABD ile ilgili objektif durumu görmeye çalıştık. Bundan sonraki bölümde ABD’nin “stratejik rakibi” Çin’e bakmaya çalışacağız.

 

Çin: Kağıttan Ejderha!

Çin emperyalizmi, dünyanın ekonomik “motoru” olarak kabul ediliyor; Ekonomik olarak dünyanın “durgunluk” sürecine girmesinin (en azından istatistiki olarak) en önemli faktörü. Dünyanın birçok ülkesinde tezgahlardaki ürünlerin alt kısmında “Made in China” yazıyor. Pek çok ünlü Amerikan markası Çin’deki üretim bantlarında üretiliyor.

Amerikan devlet tahvillerinin trilyonlarla ifade edilen önemli bir bölümüne Çin sahip. ABD, Çin ile yaptığı ticarette yüz milyar dolarla ifade edilen açık veriyor. Çin’in önemli sloganlarından biri “Made in China 2025”. Bu slogan altında, sadece “dayanıklı tüketim malları”nda değil, “yapay zeka, robotik, havacılık” ve pek çok konuda rekabet gücünü artıran Çin, ABD’de endişe yaratıyor ve ABD daha “Obama döneminde dış politika stratejisi ‘eksen Çin’ çerçevesine oturtulmuştu. Askeri önceliğin Ortadoğu’dan hızla yükselen Çin’i kuşatmaya verilmesi kararlaştırılmıştı.” (7.08.2018, Hayri Kozanoğlu, Birgün)

“Bir kuşak bir yol” projesi Çin’den Avrupa’ya kadar dikey olarak uzanan ve çevresindeki ülkelere dal budak salan sadece bir ekonomik proje olmasının ötesinde “askeri-ekonomik-siyasi” hakimiyet projesidir de. Projenin yapısal olarak gerçekleştirilmesinden, işletme-sürdürme süreci ve yeraltı yer üstü zenginliklerin metalaştırılması, ortaya çıkan “kâr”ın sahiplenilmesi, ulusal sınırlar içinde üretilen metaların pazarlanması (dolayısıyla yeni pazarlara hakim olma-başkasının pazarından pay kapma) sürecidir de. Bu süreç siyasi olarak da Çin’in etkisinin geliştiği-genişlediği bir süreçtir. Hegemonya-bağımlılık ilişkilerinin yenilendiği, el değiştirdiği bir süreçtir de.

“Bir kuşak bir yol” projesini hayata geçirmek için Çin pek çok adım atıyor. Bu adımlardan bir tanesi dünyanın pek çok yerinde liman işletmeleri elde etmek. Sri Lanka’da, Pakistan’da, Yunanistan (Pire Limanı)’da ya liman satın aldı ya da yüzyıllara varan sürelerde kiraladı. İsrail’de Hayfa Limanı’nı, Cibuti’de Darelah Limanı’nı uzun yıllar boyunca kiralamaya çalışıyor. Pakistan, Sri Lanka limanları gibi limanları kiralarken ya da başka anlaşmalar yaparken sermaye ihracının “borçlandırma” yöntemini izleyerek tefeciliğin yöntemlerini incelikle uyguluyor. Örneğin Sri Lanka’daki yöntemi; ekonomik olarak zorda olan ve “itibardan tasarruf olmaz” diyenlerden olan Sri Lanka yöneticileri tüm koşulları kabul ederek Çin’den liman yapımı için kredi alıyor. Koşullar içinde, malzemelerin Çin’den alınmasından, inşaatı Çinli firmaların yapmasını da içeren pek çok madde yer alıyor. Ancak “devasa boyutta” olarak tanımlanan limanı, Sri Lanka yapamaz ise etrafındaki 110 hektarlık alanla birlikte Çin’e 100 yıllığına kiralamak zorunda kalacak. Şu anda liman ve çevresi Çin’in bir askeri üssü durumunda.

Benzer bir durumu Pakistan da yaşıyor. ABD Pakistan’a yaptığı tüm yardımları 2017’de kesti. Suudiler de ABD’yi takip etti. Hibelere muhtaç durumda olan Pakistan, döviz rezervlerini hızla tüketti. Birkaç yıldır Pakistan’da elektrik santralleri, yol-köprü-tünel inşaatları, demir yolu modernizasyonu projeleri yürüten Çin’in kapısını çalmak zorunda kalan Pakistan, birkaç milyar dolar kredi aldı. Beklendiği gibi Pakistan borcunu ödeyemedi ve elektrik santralleri ve demiryolu işletmelerini uzun yıllara varan süreler için Çin’e devretti. Ancak Çin bununla da yetinmedi; Pakistan’ın Arap Denizi’ne açılan kapısı olan Gwadar Limanı’nı da aldı. “O liman tıpkı Sri Lanka’daki gibi, aynı zamanda bir askeri üs olacaktır.” (12.08.2018, Kamuran Kızlak, Birgün)

ABD’nin pek çok alandaki politikalarına karşı hamlelerle cevap veren Çin, Venezüella’da da benzer bir pozisyon yaratmıştır. ABD, Venezüella’da darbe yapmanın yollarını arayıp, Maduro’yu devirmeye çalışırken “Çin ulusal petrol şirketi Venezüella petrol şirketi Sinuvensa’nın % 9.9 hissesini daha alarak payını % 49’a yükseltecek”ti. (27.09.2018, Ergin Yıldızoğlu) Çin devleti son on yılda Venezüella’ya 50 milyar dolar kredi verdi. Venezüella bu borcun ancak otuz milyar dolarlık kısmını ödeyebilmişken son Çin ziyaretinde Maduro beş milyar dolar tutarında ek bir kredi anlaşması yaptı. Sri Lanka, Pakistan örnekleri Venezüella’nın borcunu ödeyemediğinde karşılık olarak yeraltı-yerüstü zenginliklerinin bir kısmını Çin’e devretmek zorunda kalacağını gösteriyor.

(Anti-emperyalist denilen Venezüella’nın petrol şirketinin % 49’unun Çin’e ait olması ayrı bir konu.) “Çin dünyadaki bütün kapılar yüzüne kapanan başka bir kaynaktan kredi bulamayan ülkelerin mecburiyetten kapısına dayandığı bir ülke.” (agy, Kamuran Kızlak) Türkiye’nin Çin’den 3 milyar dolarlık bir kredi anlaşması yaptığı da akılda tutulması gereken bir bilgi.

Dünyada nadir bulunan metallerin % 80’i Çin topraklarında bulunuyor. Galyum, tantal, kobalt gibi nadir bulunan bu metaller, uçak ve roket parçalarında yapay kemik üretiminde, bilgisayar cep telefonu gibi çok çeşitli elektronik cihazlarda kullanılıyor. Kobaltın tonu 95 bin dolar civarında. “Dünya kobalt ve tantal rezervlerinin % 59’u Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde ve Çin şirketleri ön anlaşmalarla oradaki kobaltın da önemli bir kısmını kopartmış vaziyette.” (10.08.2018, Özlem Yüzok, Cumhuriyet)

Dünyada tüketilen magnezyumun % 94’ü, doğal grafitin % 69’u ve tungstenin % 84’ü Çin’den geliyor. Çin kendi “tekelinde” bulunan bu yeraltı zenginliklerini stratejik bir şekilde değerlendirerek her geçen gün biraz daha dış pazara sürümünü kısıtlıyor.

Kendi savaş uçağını, uçak gemisini, nükleer denizaltısını vb. yapan Çin, sayısal olarak büyük olan ordusunu teknolojik olarak da yenilemeyi ve geliştirmeyi sağlıyor. Uzay ve havacılık alanlarında gösterdiği başarı sonucu kendi uzay programı doğrultusunda uzay istasyonu kurmaya çalışıyor. Bütün bu gelişmeler sonucu Çin’in teknolojik kapasite olarak ABD’nin kapasitesine ulaşmasının fazla uzakta olmadığı vurgulanıyor. Teknolojik olarak bu gelişmeyi gösteren Çin’in ilk askeri üssü (sınırlarının ötesinde) Cibuti’de bulunuyor. ABD’nin Cibuti’deki ünlü Camp Lemoniere üssünün yakınlarında Çin bu bölgedeki Dorelah Limanının işletmesini ele geçirmeye çalışıyor. Bu gerçekleşirse ABD üssünü denizden çevirme imkanına sahip olacak.

Çin devleti, ordusunu geliştirirken, dünyanın çeşitli yerlerinde askeri-yarı askeri üsler oluştururken, Çin’in Suriye büyükelçisi “Çin’in askeri güçleri, İdlib’de ve Suriye’nin başka bölgelerinde, Suriye ordusunun yanında terörizme karşı, doğrudan savaşmaya hazırdır” diye açıklama yaptı. (9.08.2018, Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet) Bu açıklama, Çin’in sıcak çatışmaya hazırlık yaptığını gösteriyor. Nitekim yakın zamanlarda ABD’den, Çin devletinin askerlerini Amerikan ordusuna karşı saldırı için eğittiği yönünde bilgileri olduğuna dair açıklamalar geldi.

 

Ve Diğer Kağıttan Kaplanlar!

Lenin, kapitalist/emperyalist dönemde dünya topraklarının paylaşıldığını ve bu andan sonra toprakların “ele geçirilmesinin” değil, bir sahipten ötekine “geçmesinin” gerçekleşeceğini söylemektedir. Yukarıda Çin ve ABD emperyalistlerinin karşıtlığında vurgulamaya çalıştığımız da bu gerçeklik. AB ve Rusya’nın yazımızda genel anlamda dışarıda kalmasının nedeni “belirleyicilik” konusundan kaynaklıdır. ABD ve Çin emperyalizminin şu anki pozisyonları itibariyle oluşacak kampların ekonomik-politik-askeri olarak önderliklerini alacak pozisyonda bulunmamaktadırlar.

AB her ne kadar Almanya önderliğinde (Fransa daha etkin olmaya çalışsa da) ABD karşıtlığı söylemlerde bulunmasına, PESCO adlı askeri pakt oluşturmaya çalışsa da “en azından” yakın bir zamanda uyumlu bir birlik oluşturmaları mümkün görünmüyor. Almanya, Japonya, Güney Kore, G. Afrika, Avusturalya, Arjantin, Meksika ve Kanada ile “serbest ticareti ve düzeni koruyacak” bir uluslararası ittifak planlasa da, ABD’nin Kanada ve Meksika ile NAFTA anlaşmasını iptal edip yeni bir anlaşma yapması, G. Kore ve Japonya’yı K. Kore ve Çin “kozlarını” kullanarak belli bir noktaya çekmiş olması, bu durumu zora sokmuş bulunuyor.

Rusya emperyalizmi, askeri anlamda belli bir karşı koyuş yeteneğine sahip bulunsa da ekonomik ve politik olarak Amerika ile tek başına “boy ölçüşebilecek” noktada bulunmuyor. Nükleer silah kapasitesine sahip olması belli bir caydırıcılık unsuru taşımasına yetiyor. Ancak Rusya son dönemdeki başarılı hamlelerine karşın belirli bir çerçevenin dışına taşmakta zorlanıyor. Çin, tek başına oyuncu olmak noktasında hem AB hem de Rusya’dan pozitif yönlü ayrışıyor. Ayrıca, Şangay İşbirliği Örgütü’ndeki rolü, “bir kuşak, bir yol” projesinin ekonomik-politik-askeri etkileri, dünyanın geri kalanıyla kurduğu ilişkiler vb. bakımından “oyun kurucu” pozisyonunu çok uzak olmayan bir gelecekte ele geçirmeyi başarabilecek potansiyeli taşıyor.

2018 Davos Zirvesi’nde ABD başkanı diğer ülke egemenlerine ve tekel yöneticilerine “Amerika’yı yeniden büyük yapma” sloganının benzerini kendi ülkeleri için uygulamalarını öğütlerken S. Cinping aynı zirvede küreselleşmenin neo-liberalizmin propagandasını yaparak, gelecekte bu çizginin “önderliğine” aday olabileceklerinin sinyallerini veriyordu. Ancak bu hiç kolay olmayacak bir süreç, hem emperyalistler arası çelişkiler açısından hem de geniş halk yığınları açısından.

ABD, Çin ile savaşı ekonomik boyutta tutarak son hızla sürdürüyor. Ancak, Çin de aynı hızla ve aynı sertlikle yanıt veriyor. Ağustos 2018’de Çin devlet yetkilileri; “ABD’nin ticaret savaşlarını tırmandırma eğilimine teslim olmayacaklarını ve tamamen hazır olduklarını” açıklamışlardı. Bugün ABD’nin her hamlesine aynı şekilde karşılık vermeleri bu söylemlerinin altının boş olmadığını ispat ediyor. ABD’nin Çin’e karşı gerçekleştirdiği son hamle, Çin’in Rusya’dan S-400 ve SU-35 savaş uçağı almasından dolayı Çin Savunma Bakanlığı yetkililerine “yaptırım” kararı almak oldu.

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız askeri-ekonomik-politik tüm gelişmeler Stalin’in (Seçme Eserler, C. 15, s. 184) “Lenin, emperyalizm şartları altında kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin ve çelişmelerinin özellikle keskinleştiğini” belirttiği tespitleri ve devamında; “… Emperyalizm çağında kapitalizmin gelişmesi son derece eşitsiz ve sıçramalı olur: önceleri birinci sırayı tutan bazı ülkelerin sanayii nispeten yavaş gelişir, eskiden geri olan başka ülkeler büyük sıçramalarla onlara yetişip onları geçer. Emperyalist devletlerin ekonomik ve askeri güç dengesi değişiyordu. Dünyayı yeniden paylaşma çabası ortaya çıktı. Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna mücadele emperyalist savaşı kaçınılmaz kıldı…” tespitlerinin bir kez daha doğrulamaktadır.

Kapitalist-emperyalistler arasındaki bloklaşmalar içerisinde Çin-Amerika karşıtlığı (çelişkisi) temeli oluşturmaya başlarken diğer emperyalist-kapitalist devletler bu eksen etrafında saflaşmalara gitmek zorunda kalacaklar/kalıyorlar. Bir sıcak savaş şu noktada tarafları nükleer “güç” olmalarından kaynaklı olanaklı görünmese de, sorunlar şu anda bölgesel savaşlar, ekonomik yaptırımlar çerçevesinde “çözülmeye” çalışılsa da, bu bir savaş ihtimalini dışlamamaktadır.

“Güneş altında bir yer edinmek isteyen” emperyalistler arasındaki çelişkiler genel anlamda emperyalistlerin zayıflamasına neden olacaktır. “Lenin, emperyalizmi ‘can çekişen kapitalizm diye niteledi. Niçin?” diye sorar Stalin, “Çünkü emperyalizm, kapitalizmin çelişkilerini, onun ötesinde devrimin başladığı en yüksek seviyeye, en uç sınıra vardırır da ondan” diye de yanıtlar.

Tutarlı bir anti-emperyalist olmak için, kimilerinin yaptığı ya da söylediği gibi ABD karşıtı olurken AB’li emperyalistlerle ya da Rusya ve Çin ile işbirliği içinde olmak demek değildir. Tüm emperyalistlere karşı aynı tutarlı mücadeleyi vermektir anti-emperyalizm. Anti-emperyalist olmak için emek-sermaye çelişkisinde, emperyalistlerle geniş halk yığınları arasındaki çelişkide, emekten ve geniş halk yığınlarından yana olmaktır. Yaşadığımız coğrafyada bunlara ek olarak demokratik halk devrimini savunmak ve gerçekleştirmektir. Anti-emperyalist olmak, faşizme, feodalizme, ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı koymak demektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu