6 Şubat’ta meydana gelen ve 11 ili etkileyen depremin yaraları hala sarılamadı.
Resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde gerçekte ise sadece Antakya’da yüzbinin üzerinde insanın yaşamını yitirdiği deprem bölgesinde, temel ihtiyaçlarla ilgili sorunlar devam ediyor. Yazılı ve görsel medya, ana akım basın organları, deprem bölgesinden ara sıra yaptıkları haberlerde çoğunlukla “depremin yaraları sarılıyor” başlığını kullanmayı seviyor. Buna dair de deprem bölgesinde yıkıma uğramış illerden herhangi birinde yürütülen bir çalışmadan görüntüler aktarılıyor. Adıyaman, Antep, Maraş veya Antakya’dan bir konteyner kentten veya AFAD’ın bir çadır kentinden görüntüler servis ediliyor veyahut yapılan geçici hastane veya kamu kurumları gösteriliyor.
Geride kalan beş ayı aşkın süre içinde deprem bölgesi kuşkusuz ilk günkü gibi değil. Ne varki geçen zamana rağmen hala çok da yol alınabilinmiş değil. Deprem bölgesinde barınma hala büyük bir sorun. Kurulan sınırlı sayıdaki çadır veya konteyner kent önemli oranda kamu personelinin, asker, polis veya ihaleleri alan şirketlerde çalışanlara tahsis edilmiş durumda. Buralarda bile temiz suya ulaşım vb. çok ciddi sorunlar yaşanıyorken bu bölgelerin dışında kalanların ise durumu çok daha kötü. Deprem bölgelerinde, temiz su, hijyen, gıda, sağlık, eğitim en önemli sorunlar olarak karşımıza çıkıyor.
Deprem bölgesinde en önemli çelişki, ortaya çıkan ağır yıkım tablosunun, bölge halkının yaşadığı maddi-manevi kaybın adil bir şekilde telafi edilmemesinde düğümleniyor.
Binaların hasar tespitlerinin yapılmasında, yıkım sürecinde, binaların bedellerinin hakkıyla ödenmesinde, resmi kayıtlarda yaşanan pek çok sorundan dolayı çok ciddi mağduriyetler yaşanıyor. Örneğin pek çok yerde aynı bina içerisinde elektrik, su, vb. fatura kayıtları olmasına rağmen görülmeyen daireler için herhangi bir bedel ödenmiyor.
Televizyonlara farklı başlıklarda, devletin yardımı veya hibesi olarak yansıyan çalışmalardan ise faydalanan çok sınırlı bir kesim oluyor. AKP-MHP iktidarı tıpkı birçok başka konuda olduğu gibi deprem söz konusu olduğunda da devletin imkanlarını yandaşlarına seferber ediyor. TV’lere yansıyan “yardımlardan”, hibelerden, büyük oranda bu kesim faydalanıyor. Örneğin Malatya’da konteyner isteyen depremzedelere “şehit yakını mısın?” sorusu soruluyor.
Deprem bölgesinde hala çok ciddi bir şekilde hırsızlık ve yağma olayları yaşanıyor. Resmi kurumlar bunları Suriyelilerin üstüne atsa da örneğin Antakya’ya çevre illerden yağma için gelen çok sayıda insanın olduğu biliniyor. Buralardan gelen pek çok kişi hırsızlık veya yağma yaparken yakalanmış durumda. Yakalananlar ilgili makamlara teslim ediliyor ancak birkaç gün geçmeden serbest bırakılıyorlar.
Deprem mağrduriyetini en fazla yaşayan ve devletin özel tutumuna maruz kalan illerin başında ise Antakya geliyor. Bölge adeta bir savaş alanını andırıyor. Her yerde yıkım ve enkaz kaldırma çalışmaları neredeyse hiçbir iş güvenliği ve hijyen çalışması olmadan yapılıyor. Çok ciddi bir asbest tehdidi söz konusu. Devlet bölgede ağırlıklı olarak yaşayan Arap Alevilerin bulunduğu bölgelere dönmesi adına kılını kıpırdatmıyor desek yeridir.
Bölge insanına gösterilen çadır kentler çoğunlukla yıkılan ev veya yaşam alanlarının çok uzağında. Evlerini bırakmak istemeyen insanlar bu yüzden buralara gidemiyor. Barınma sorunlarını kendi başlarına çözmek zorunda kalıyor. Şu anda öncelikli sorunların başında ise temiz su ve hijyen geliyor. Bunca zamana rağmen ne belediye ne de resmi kurumlar bu konuda dişe dokunur bir adım atmış değil. Temiz su büyük oranda diğer illerden büyük şehir belediyelerinin veya çeşitli dernek ve yerel veya uluslararası yardım kuruluşlarının finansmanı ve lojistiği ile karşılanıyor ki suya ulaşım her geçen gün zorlaşıyor. Küçük kamyonetlerin kasasında haftanın belli günlerinde kişi başı ikişer adet beş litrelik sular dağıtılıyor.
Şebeke su sorunu ise hala büyük bir bilinmezlik içinde. Bu konuda Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmaları çok yetersiz. Gerek çadır kentlerde gerekse de genel anlamda su, ekmek veya hijyen malzemesi dağıtımında büyük bir karmaşa yaşanıyor. İnsanlar karşı karşıya getiriliyor.
Enkaz kaldırma çalışmaları ise “beşli çete”ye verilmiş durumda. Bu alanda büyük bir rant var. İnsani hiçbir duyarlılığı olmayan şirketler, bir anda gelip halkın evindeki herşeye el koyup yıkıma başlıyor. Devlet, insan yaşamını hiçe saymış durumda, hurdacılık yapıyor. Bölgede yaşanan yoğun yoksunluk, en çok da kadınları vuruyor. Kadınlar bu kaos ortamı içinde en fazla emeği sarf ederken, ev içi psikolojik ve fiziksel şiddetin hedefi haline gelmiş durumda. Ayrıca Antakya, Defne, İskenderun, Samandağ, Yayladağ, Kırıkhan ve Altınözü ilçelerinde doğum hizmeti verilemediği için, hamile kadınlar Dörtyol ile Adana’ya sevk ediliyor.
Türk Tabipleri Birliği’nin açıkladığı 9 Eylül Üniversitesi’nin tespitlerine göre Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman’da yaklaşık 35 bin gebe kadın bulunuyor. Çocuklarını dünyaya getirmeyi planlayan binlerce insan için hiçbir önlem alınmadığı ortada. İktidar, anne ve bebeğin sağlığını hiçe sayarak, herhangi bir adım atmıyor.
Döviz kurundaki artışla birlikte hayat pahalılığının karşısında hergün biraz daha yoksullaşan emekçiler, deprem bölgesinde bu durumu çok daha boyutlu yaşıyor. İktidar tarafından “depremzedelere ev” şeklinde propaganda edilen çalışmalarda ise tam bir yıkımı fırsata çevirme durumu yaşanıyor ki devlet vatandaşını adeta soyup soğana çeviriyor. Evi barkı yıkılmış insanların evlerini çok düşük bir fiyata kabul ederek kalan miktarı ise borçlandırarak TOKİ’den konut sahibi yapıyor. Böylece devlet ve “beşli çete” bu işten muazzam bir kâr elde ediyor. Pek çok yerde uygun binlerce dönümlük hazine arazisi olmasına rağmen tıpkı Antakya Dikmece’de olduğu gibi halkın verimli arazilerine kamulaştırma adı adı altında bedelinin çok altında el konuluyor. Diğer yandan deprem sonrasında ekranlardan “Türkiye Tek Yürek” kampanyasında toplanan bağış miktarı ve bunların kullanıldığı yerler tam bir muamma. Buna dair çeşitli partilerin verdikleri araştırma önergeleri AKP-MHP oylarıyla reddediliyor.
Depremde bölgesinde halk hala büyük bir yoksunluk içinde yaşama tutunma ve ayakta kalma mücadelesi veriyor. Dayanışma hala ilk günkü gibi büyük bir ihtiyaç.