Emperyalistler bölgede yaşanan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk isyanlarını kendi çıkarları için kullanmak istediler.
Sudan, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Libya gibi ülkelerde Müslüman Kardeşler aracılığıyla iktidarları alaşağı edip yönetime gelerek şeriat düzeni kurmak ana amaçları oldu.
Bu planın en iyi uygulayıcısı, bulunmaz Hint kumaşı olarak “Büyük Ortadoğu Projesi” Eşbaşkanlığı görevine R.T.Erdoğan getirildi.
Bu plan, Suriye özgülünde de hayata geçirilmek istendi. Suriye’de her şey 2011 yılında başladı. Deraa şehrinde başlayan kitle gösterileri, günbegün ülkenin dört bir yanına yayıldı.
Amaç Esad rejiminin yıkılarak, yerine İslamiyet’e dayalı şeriat rejimi gelmesi idi. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar, rejimin yıkılması için, emperyalist haydutların da desteğini alarak bu saldırganlıkta birinci derecede rol oynadılar.
Suriye neredeyse tanınmaz hale getirildi. İsimleri farklı fakat amaç ve görüşleri itibariyle hepsi “cihat” konusunda birleşen dünyanın dört bir yanından çeteler ve katil sürüleri toplanarak, Türkiye üzerinden savaşa gönderildi.
Cihatçıların hamisi R.T.Erdoğan ilk günlerde Şam’da Emevi Camisi’nde namaz kılmayı bile tasarlar duruma gelmişti.
Çeçenler, Tunuslular, Cezayirliler, Türki Cumhuriyetlerinden, Azerbeycan’dan, Avrupa’dan cihatçı çeteler “cihat” gerekçe gösterilerek ganimetlere el koymak hevesiyle akın akın aileleri birlikte Türkiye üzerinden Suriye’ye taşındı.
Cihatçı çeteler ile arasında sadece elbiselerinin farklı oluşu dışında zihniyet olarak hiçbir fark olmayan R.T.Erdoğan’ın hedefine varmak için bütün yol ve yöntemleri kullanan bir siyasetçi olduğu tespiti abartılı değildir.
Beraber yola çıktığı arkadaşlarını terk etmekle tanınır. Verdiği sözleri yarın çok kolaylıkla inkar ederken, rakiplerine kumpas kurmak vb. gibi fırsatçı yönleri ile herkes tarafından artık çok iyi tanınmaktadır.
Türkiye’de ise “davamız’’ dediği İslamcılığın iktidara gelebilmesi için parlamenter sistemi ortadan kaldırmış, yasama, yürütme ve yargı organlarını kendisine bağlı kılmış, ordu-polis-MİT teşkilatlarını kontrolüne alarak gerici faşist rejim hayalini, devleti ele geçirerek tamamlamıştır.
Her fırsatta “Yeni Osmanlıcılık” hayallerini dillendirirken Ortadoğu, Afrika, Kafkaslar, Balkanlar’a kadar kirli ilişkiler ağı içerisindedir. Her fırsatta “bizim kimsenin toprağında gözümüz yok” demesine rağmen TC rejiminin yayılmacı ve ilhakçı politikasını hayata geçirmektedir. Gelinen aşamada TC ve RTE rejimi hiçbir komşusu ile dostane ilişkileri olmayan, sürekli savaş, toprak işgali hevesiyle sorunlu ülke konumuna gelmiştir. Suriye ile bugün savaş durumuna gelirken İdlib kördüğümünün özü, Rojava’da işgal edilen topraklardan geri çekilme zamanının gelmiş olmasıdır. Yani yine Kürt düşmanlığıdır!
2011 yılından bu yana devam eden savaşta, IŞİD, El-Nusra, HTŞ gibi çetelerinin saldırıları sonucu ülkelerini terk eden, ölen-yaralanan, tanınmaz hale gelen Suriye’de; işgalciler Suriye rejimini devirmek için başkent Şam’ın çevresine kadar gelmişlerdi. Esad rejiminin Rusya’ya ülkenin savunması için davetiye çıkarmasından sonra her şey değişti.
Hiçbir Zaman Güven Duyulamayacak Devlet: Türkiye!
2015 yılında cihatçı çetelere karşı Esad rejimi, Rus emperyalizminden yardım istedi. Şam’a sıkışıp kalan Esad rejiminin davetini fırsata dönüştüren Moskova, aynı zamanda Akdeniz’e açılmanın da fırsatını buldu.
Suriye’de askeri üsler inşa ederek bulunmaz bir fırsat ele geçirdi. İran’la birlikte, TC ve RTE rejimini Astana ve Soçi süreçlerine dahil ederek çetelerinin ele geçirdiği toprakların tekrar kazanılması için yeni yeni politikalar üretti. Bu politikaların sonucunda Rusya adeta “bir mermi” bile atmadan çetelerin İdlib’te toparlanmasında başarılı oldu.
Emperyalist politikaları gereği sadece Rusya’nın çıkarlarını düşündü. Ulus, halk farklı inançlardan toplulukların ezilmesine göz yumdu. En önemlisi Türkiye’yi NATO’dan koparabilmek, en azından arka bahçesini güvenceye alabilmek için Türkiye’ye “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı Harekatları” için yeşil ışık yaktı. Rojava’nın işgal edilmesine sadece kendi ulusal çıkarları için onay verdi.
2015-16 yılları, Türk-Rus ilişkilerde en kötü yıllar olurken, bir Rus uçağının düşürülmesi ile Rus Büyükelçisi’nin öldürülmesi ön plana çıkan gelişmeler olmuştur.
Bu olaylarda Rusya, kendi çıkarları için alttan almış ancak bu saldırıları da not etmiştir. Tarihte 12 kez karşı karşıya gelen ve her defasında ağır kayıp ve yenilgiler yaşayan Türk ordusu olmuştur. Türkiye’nin imajı bu yüzden Rusya’da hiç iyi değildir. “Güvenilir müttefik olmaktan uzak” kanısı yaygındır. Bu yüzden Putin’e gelen eleştirilerin başında “Türkiye’ye güvenme” vardır. Buna rağmen Rusya kendi çıkarları gereği TC ve RTE rejimiyle ilişkilerini belli bir düzeyde tuttu.
Bu amaçla Rusya, bir NATO ülkesine S-400’leri sattı. Akkuyu Nükleer Santrali anlaşmasını yaptı. Yaş sebze ve meyve alımında Türkiye’ye öncelik tanıdı. Yılda 40 milyar dolar getiren turizm kapısını açtı. Mersin Limanı’nın Ruslara açılması planlandı.
Tüm bu anlaşmalar Putin ile R.T.Erdoğan arasında “bahar havası” rüzgarlarının esmesine işaret etmekle birlikte, esas olarak Rusya’nın adım adım bölgede kendi politikalarının hayata geçirmesine hizmet ediyordu.
Rusya, Deraa, Doğu Guta, Humus, Halep, İdlib bölgeleri ve ülkenin önemli karayolları cihatçı çetelerin eline geçince, Türkiye’nin “güvenli bölge” oluşturmasına izin vererek 2016’da “Fırat Kalkanı”, 2018’de “Zeytin Dalı”, 2019 yılında ABD’nin çekilmesinden sonra “Barış Pınarı Harekatı”na göz yumdu. Rojava topraklarını işgal etmesine izin verdi.
Suriye şehirleri anlaşma yolu ile rejime teslim edilirken, diğer taraftan El Bab, Cerablus, Azez, Efrin, Serakaniye ile Tel Abyad arası topraklar işgalci Türk ordusu, ÖSO, SMO çetelerine açıldı. Burada yaşanan trajedinin sorumlusu Rusya ile Putin’dir. Yüz binlerce insan evlerinden yurtlarından tehcir edilirken, insan kaçırma, öldürme, gasp gibi sayılamayacak kadar suç dosyası ile vakaların oluşmasına sebep olmuştur.
Astana Mutabakatı TC Rejiminin Zaman Kazanmasıdır!
Suriye’de savaşın durması, siyasi bir çözüm arayışları içinde bulunan Rusya, İran ve Türkiye’nin de olduğu Astana anlaşmasını imzaladılar. Anlaşmaya göre garantör devletler Türkiye, İran ve Rusya çetelerin silahlarının toplanması, savaşın durdurulması, savaşa siyasi çözüm bulunması, daha da ileri giderek BM denetiminde Anayasa Komitesi oluşturularak, Anayasa çalışmalarına, Kürtler dahil edilmeden yürütülmesini kararlaştırdılar.
Anlaşma kararlarında, Suriye ordusu ile çeteler arasında 15-20 km silahsızlandırılmış bölgeler olacak, ağır silahlar 10 Ekim’e kadar bölgeden uzaklaştırılacak, 2018 sonunda ise M4-M5 karayolunun güvenliği sağlanacak, karayolu açılacaktı. Ve en önemlisi Suriye’nin toprak bütünlüğü burada kabul edildi.
Rusya ile yapılan Astana Anlaşması’na TC ve RTE rejiminin çetelerin korunması amacıyla zaman kazanmak için taktik olarak yaklaştığı ortaya çıkmış durumdadır. Nitekim TC ve RTE rejimi kendi imzaladığı anlaşmaya uymamıştır. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova yaptığı açıklamada, Suriye’deki durumun kötüye gitmesinin temel nedenlerinden birinin Rus-Türk mutabakatlarının uygulanmaması olduğunu ifade etmektedir. (27.02.20) TC ve RTE rejimi bu saatten sonra Suriye’deki varlığı çetelerin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla çeteler yenildiğinde, TC ve RTE rejimi de yenilecektir.
Bugün İdlib’te koparılan fırtına senelerin birikimidir. Cihatçı çeteleri önce kapalı şimdilerde ise açıktan destekleyen TC ve RTE rejimi artık kartları açıktan oynamaktadır.
Çünkü TC ve RTE rejimi BM tarafından tanınan, “egemen bir devlet” olan komşu ülkenin topraklarında cihatçı çetelerle birlikte doğrudan kendi askeri personeliyle silahlı müdahalede bulunmaktadır. Dahası “Suriye’ye İdlip’ten çekilmesi” için tarih vermektedir. “Suriye’ye, Suriye topraklarından çık” demektedir.
Türkiye-Rusya ilişkilerinde görülen “cicim aylarında” Rus emperyalizmi, TC ve RTE rejiminin bütün kirli ilişkilerine göz yumdu. İnsanlığa karşı işlenen bütün suçlarına sessiz kaldı.
IŞİD başta olmak üzere El Nusra, HTŞ gibi cihatçı çetelerin Suriye’nin zenginliklerini, petrol, zeytin, tarım ürünlerini Türkiye’ye götürürken sadece kendi emperyal çıkarlarını düşündüğü için sesini çıkarmamıştı. Tehcir edilen halk, sivil halkın öldürülmesi, fosfor bombalarının kullanılmasına hep göz yumdu. Sonrasında TC ve RTE rejiminin kirli çamaşırlarını sergileme gereğini duyması Rus emperyalizminin iki yüzlülüğüdür.