Akdeniz’in kıyısında bir Kuzey Afrika ülkesi yüz kırk kabileden oluşan altı buçuk milyon nüfuslu bir ülke Libya.
42 yıllık iktidarı sonrası Ekim 2011 yılında Kaddafi’nin öldürülmesiyle yeni bir sürece giren Libya’da sular hiçbir zaman durulmadı. Ve bu da bir kez daha Libya ve Arap Baharı isyanları emperyalist boyunduruk altındaki diktatörlerin gitmesi yani iktidar ve diktatörlerin değişmesiyle halkın sorunlarının çözülmediğini bir kez daha teyit etmiştir.
Kaddafi sonrası muhalifler tarafından düzenlenen 2012 Parlemento seçimleri bunalım ve buhranların habercisi olması açısından da bir ilk adım niteliğindeydi.
2014 İŞİD’in Derne, Nofilya, Sirte gibi şehirleri ele geçirmesinin yanı sıra Haziran seçimlerinin hemen ardından ülkenin ikiye bölünmesi ve geniş çöl alanında Taureg kabilesinin kendi hakimiyetini kurmasıyla Libya, iç savaşın ateşine atıldı.
Denklem basit aslında; önce var olanı gönder sonra kendine yakın iktidarı oluştur ve böylece sömürü denklemini devam ettir. Ama emperyalizmin bu basit denklemi emperyalist güç dengeleri içerisinde hele hele Akdeniz üzerinde Avrupa’ya açılacak bir kapının ve zengin doğalgaz rezervlerinin olduğu iştah kabartan bir Libya’nın tek bir güce bırakılmasının kabul görmemesi bu denklemi bozan en önemli faktörüydü.
Nitekim öyle de oldu. Çöl arazisi üzerindeki Taureg kabile güçleri bu zaman diliminde önem arz etmiyordu şimdilik. Geriye Akdeniz ve Rezervler kalıyordu. Başkent Trablus’u kontrol eden Fayiz es Serraç yönetiminde Ulusal Mutabakat Güçleri ve Libya Ulusal Güçlerini temsilen General Halife Belkasım Hefter güçlerinin hakimiyet savaşına evrildi. Bu güçler esasen emperyalistlerin vekilliğini yapan ve onlara dayanarak hâkim hale gelmeye çalışan güçler olarak sahadaki yerlerini almış oldular.
Kartlar karılmış ve dağılımı yapılmış gözüküyor.
Ulusal Mutabakat Güçlerini destekleyen BM-İtalya-Katar-Türkiye ve bunun dışında İhsan ve El Kaide gibi örgütlerin yer aldığı bu cepheye paralel Hafter Güçleri’nin yanında Rusya-Kısmı olarak ABD -Fransa-Mısır-BAE-Suudi gibi ülkelerin desteği ile savaşın aile fotoğrafı da çekilmiş oldu.
Rusya’nın Suriye ve Ortadoğu hamlesinin ardından Hafter Güçlerine geçtiğimiz günlerde açıktan asker ve silah yardımı ile birlikte başkent Trablus’a girmesine destek sunması Akdeniz’deki hakimiyet savaşının sularını kaynama noktasına taşırdı.
Pastadaki paylaşımda memnuniyet söz konusu olursa başkent Hafter Güçlerine dolaysıyla da Rusya’nın ve müttefiklerinin hakimiyetine dönüşecektir. Ancak bu o kadar basit olmayacağına benziyor.
Türkiye öteden beridir Katar’la beraber destek verdiği askeri İHA’ların ve malzemelerin Hefter (Libya ulusal Ordu ) güçlerince bombalanmasının ardından daha fazla açığa çıkması ve Türkiye’nin İHA’lar için yeni havaalanı olarak KKTC’ye alması ABD’nin son yaptırım kararlarında Rum kesimine silah satışını gevşetmesi Yunanistan ve İsrail’in Türkiye’ye tepkisi Akdeniz’in gelecek açısından fırtınalarla karşılaşacağını şimdiden gösteriyor.
Burada anti-parantez açacak olursak Türkiye’nin Suriye’den sonra bu alana atlaması alelacele Ulusal Mutabakat Güçleriyle hemen Trablus saldırısı öncesi Rusya’nın ‘karşıtı’ olarak 27 Kasım’da Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılma Mutabakatı ve ardından 15 Aralık’ta da Güvenlik ve Askeri İşbirliği imzalaması kısacası Eğit-Donat-Savaştır projesini yürürlüğe koyması kafalarda soru işareti uyandırdı.
Suriye’de Rusya’nın vekilliğini yapacaksın ama Akdeniz’de karşıtı olacaksın? Ya da kaybedilecek bir savaş gücünün (UMG)nin yanında yer alacaksın?
Bu sadece kendisini Osmanlı torunları olarak ifade eden Serrac için ya da İhvan ve Müslüman Kardeşler oluşumuna destek için bir yer alış olmadığı aşikar. O zaman neden? Türk devletinin yayılmacı Osmanlıcılık politikası iştahını kabartıyor bu doğru. Ancak görünen o ki Türkiye yine o bölgede emperyal güçlerin Türkiye ve onun gibi ülkeler aracılığıyla oluşturdukları istikrarsızlıklarla alandaki hakimiyetlerine neden açmak ve karşıtlarının hareket alanlarını daraltmak ve buradan kırıntı dağıtarak süreci yönetmek.
Türkiye politikası Rusya karşıtı gibi görünse de (Ki Türkiye Suriye’deki yerleşim yerlerini stratejik kazanımlarını Libya noktasında Rusya’yla kaşı karşıya gelerek harap etmez) esasen Rusya’nın çıkarlarına uygunluk arz ediyor.
Libya’nın Rusya tarafından desteklenen Hefter Güçlerinin eline geçmesi ve akıbetinde oradaki İslami (Müslüman kardeşler ve ihvan gibi) güçleri Türkiye aracılığıyla dizginleme adımı olarak Türkiye’nin karşıt güce desteğine göz yumuyor.
Dahası Yunanistan-İsrail gibi Akdeniz’deki etki gücü olan güçleri Türkiye aracılığıyla (maşa deyin siz buna ) uğraştırıp aradan çıkacaktır. Türkiye ise Suriye’deki kazanımlarını korumak, o alanda yayılmacı işgal saldırılarına devam etmek adına burada Rusya’nın hamiliğine devam edecektir.
Kimi vakitler sert sözler, restleşmeler bu tiyatronun oyun sahnesi içerisindeki dikkat çekme fürlerinden başka bir şeyi ifade etmeyecektir. Türkiye bu ortamı kullanarak Kürt düşmanlığındaki mantığını Yunan ve Rum düşmanlığı kurgulaması ve KKTC üzerinden alanı silahlandırma ve güç gösterimine çevirecek manevralar yapmaktadır.
Nitekim silahlı ve silahsız İHA’lar için kurulan havaalanı bunun yolunu açmıştır.
Sonuç olarak dünya üzerinde kendilerine bağımlı yarı sömürge ülkeleri ve vekil iktidarları çok kutuplu emperyalist güçlerin düzenleme ve denge savaşlarında kendi hakimiyetlerine maşa olarak kullanmaya devam etmektedirler. Bunun sonucu olarak da ortaya çıkan tablo bu maşa iktidarların kendi yönetimlerini devam ettirme adına içeride açık faşizm uygulamalarının devam etmesi yolsuzluk ve hak ihlallerinin boyutlanması devamla milyonları bulan açlık ve sefalet içindeki yığınlar.
Bize düşen görev ise bu milyonları devrim ve sosyalizm için faşist diktatörleri mezarlığa gömmek. Aksi taktirde kara ve hava savaşlarından deniz savaşlarına oradan uzay savaşlarına evrilecek bu kahrolası sömürü düzeni son bulmayacaktır…