Ortadoğu’nun pekçok ülkesinde, kadınların mücadeleleri sonucu elde edilen kazanımlara karşı saldırıların arttığı söylenebilir. Kadınlar özgürleşmek istedikçe, daha fazla bedel ödemek zorunda kalıyorlar ve daha fazla saldırıya uğruyorlar. Afganistan, İran, Türkiye, Irak gibi ülkelerde kazanılan pek çok hak açısından gerileme gözlemlenirken kadınlara yönelik baskı ve şiddetin arttığı görülüyor.
Afganistan’da yönetimi ele geçiren Taliban, her geçen gün kadınlara yeni bir yasak getiriyor. En son, kadınların kamuya açık yerde şarkı söylemesini ve yüksek sesle konuşmasını yasaklayan Taliban, kadınların yüzleri dahil bütün bedenlerini kapatması yetmezmiş gibi kadının sesine bile tahammül edemeyen kadın düşmanlığına sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yönetimi ele geçirdiğinden beri kadınları ekonomiden, eğitimden, sanattan, politikadan, medyadan koparan Taliban, kadını, sokaktan da koparıp eve hapsetmeye kararlı görünüyor. Taliban’ın ilk devrilmesinden sonra ekonomi, politika, medya, eğitim gibi alanlarda kadınlar yeniden güçlenip yer edinebilmişlerdi. Afganistan’ın ataerkil aşiretleriyle tarikatların hâkimiyetinde olmasının yarattığı cinsel tahakkümü, farklı güç dengelerinin karakterize ettiği politik arenalarda görece kırabilmeyi başaran Afgan kadınlar, bu pozitif ivmeyi, Taliban’ın ikinci kez yönetimi/devleti ele geçirmesiyle kaybetti.
Taliban, Rusya ile ABD arasındaki hegemonya dalaşının yarattığı boşluklardan faydalanıp hem yönetimi ele geçirdi hem de kendi rejimini/politikalarını dayatabilecek boşluklar bulup faydalandı. ABD karşısında daha fazla güç/nüfuz kazanmak isteyen Rusya ve Çin öncülüğündeki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Taliban’ı destekleyerek Afganistan’ın jeo-stratejik önemini kendi lehleri için kullanmak istiyor. Orta Asya petrolleri ve ticaret yollarının Hint Okyanusu’na doğru açılan geçitlerden ikisi Afganistan ve Pakistan’dan geçtiği için, bu iki ülke hegemon dalaşlarının merkezindeki kargaşadan kurtulamıyor. Bu güç dalaşından kendine pay çıkartan Taliban, kadınları yönetme, tahakküm altına alma konusunda en katı kuralları bile yürürlüğe bu sayede sokabilmektedir.
İran’da kadınlar daha fazla özgürlük istedikçe, daha fazla bedel ödüyordu. Mahsa Amini’nin “ahlak” polisi tarafından öldürülmesiyle aylarca süren gösteri ve protestolar, rejimi sarstıysa da deviremedi. Yine de rejime bir ders oldu ve korku saldı. Bir “kaza” sonucu ölen Cumhurbaşkanının yerine seçilen reformcu cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın kadınlara yönelik ılımlı söylemi bile seçmenlerin katılımını artırdı. Seçime katılım oranlarının % 40’lar gibi çok düşük seyrettiği İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda kadınların daha çok sandığa gittiği görüldü; bu durum reformcu cumhurbaşkanından beklentilerin çok olduğu yorumlanabilir.
Cumhurbaşkanının yasa çıkartma yetkisi bulunmamasına rağmen, asıl yasa koyucu dini lider ve Anayasası Koruyucu Meclis, kadınlara yönelik reform söylemlerine karşı tavır almadılar. Molla rejimi açısından bu tavırsızlık, Mahsa Amini İsyanı’nın dışavurumu olarak değerlendirilebilir; diğer yandan kadınların daha fazla hak talep etmesinin önüne geçmek için tampon oluşturma girişimi olarak da değerlendirilebilir.
Türkiye’de dini kimliği milliyetçilikle harmanlayan AKP, hükümet olduğundan beri kadınların haklarını kırpıyor. Kutsal aile ve dindar nesli hâkim kılmak isteyen AKP, kadın bakanlığı yerine aile bakanlığı kurarak, LGBTİ+lar üzerinden kadın hareketini zayıflatmayı kendine merkezi görev edinmiş. Kutsal aileyi kurmanın önünde büyük engel gördüğü LGBTİ+ları düşmanlaştırarak “dış mihrak, Batılı güçlerin iman kalesine soktuğu Truva atı, ahlak bozucu” vb. ilan edip, LGBTİ+ları destekleyen kadın hareketini de zayıflatmaya çalışıyor. Kadınların haklarını ve hareket alanını daraltan AKP, bu süreci derinleştirip devletin İstanbul Sözleşmesi’nden -KHK’yle- çıkmasını sağladı. Büyük/küresel mücadeleler sonucu imzalanan İstanbul Sözleşmesi, AKP’nin CHP’yle “rövanş”ının da bir sembolü haline getirildiğinden, kadın hareketi AKP rejimiyle daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu bile kapatmaya yönelen AKP, gücü yettiğince kadınların haklarını kırpmaya kararlı gibi görünüyor.
Irak’ta yeni hükümet de Taliban ve AKP’nin izinden gidiyor. Evlilik yaşını 18’den aşağı çeken ve çocuk evliliğine onay veren tasarıyı Meclisten geçirirse, tarikatların daha fazla denetimine girecek olan hükümet, kendi zayıflığını, kadınların haklarını daha fazla kırparak giderme telaşına düşmüştür. Bir taraftan Kürt yönetimi/aşiretleri, diğer taraftan Sünni Arap aşiretlerince egemenlik alanı iyice daraltılan merkezi Irak Hükümeti, bu zayıflığını gidermek için bölge devletleri veya hegemon devletlere yaslanırken; içteki gücünü arttırmanın yolu olarak tarikatların desteğini almak adına kadınların haklarına saldırıyor.
Suudi Arabistan’da ise “devrim” olarak dünyaya sunulan yeni kadın hakları arasında, kadının kendi başına otomobil kullanabilmesi, kendi başına spor yapabilmesi, aileden bir erkek olmadan ve 21 yaşından sonra yurdışına çıkabilmesi, ayrı bir evde (aileden biri olmadan) yaşaması ve stadyuma girmesi serbest oldu. 2017 yılından beri gerçekleşen “devrim” budur! Köleye prangasız dolaşma hakkı verilmesi, “serf”e kendi yetiştirdiği koyunu yeme hakkı, işçiye çift ikramiye hakkı ne kadar devrimse, Suudi Arabistan’da kadınların kazandığı haklar da o kadar devrim olabilir.
Azalan petrol gelirlerine karşı yeni ekonomik ve politik hat ören S.Arabistan, kabile ve hanedan içi taht kavgalarının da etkisiyle, ruhban sınıfıyla rekabet halinde politik arenaya yeni biçim veriyor. Bu politik arenada kadın “hakları”, başta ruhban sınıfı olmak öteki iktidar odaklarını bastırarak ve Batıcı halklara daha ılımlı görünmek anlamı da taşıyor. Dünyayı açılmaya çalışan yeni hanedan (veliaht prens) Kızıldeniz kıyısında yaptırdığı turizm kentinde, kadınların başörtüsü olmadan “üstelik” mayolu dolaşmasına izin verince demokrasi “havarisi” batılı devletlerce alkışlandı. İlk kez kilise kurulmasına da izin veren Veliaht Prens, Hıristiyanların Cadılar Bayramı’nın kutlanmasına da izin vererek ne kadar “demokratik bir diktatör” olduğunu göstermiş oldu.
Ortadoğu’nun diğer ülkelerinde kadınların durumu benzerlik gösterse de liberal özgürlüklerin en fazla bulunduğu ülkelerden olan Türkiye ve İsrail’deki kadın hareketlerinin oldukça güçlü olduğu söylenebilir.
Devletlerin, özellikle kadına yoğun tahakküm uygulamaları, eril karakterlerinden kaynaklanıyor. Dinsel kimlikle özdeş bir ataerkinin varlığında (Taliban, IŞİD vb.) daha yoğun bir cinsel tahakkümü ortaya çıkartabilen bu iktidar odakları, toplumu despotça yönetebilmek için, toplum kurucu önemdeki sosyal alanda aileyi ve kadını denetim altına almak zorunda hissediyordu. Böylece sosyal denetim mekanizmaları ile toplumsal yeniden üretimin ana merkezlerinden birisi olan aileyi de kadın dolayımıyla biçimlendirip güç ilişkilerine (iktidara) göre dizayn ederken iktidarı, erkekler arasında paylaştırarak, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve kurumlarının/bedenlerin, iktidar odağının belirlediği beden politikaları çerçevesinde biçim almasını sağlayabiliyorlar. Dini siyasi parti, aşiret/kabile veya tarikatların ekseninde biçimlenen Ortadoğu’nun iktidar odakları, ataerkiyi güç, devlet ve iktidarla özdeş kılarken, toplumu tahakküm eksenli yönetebilecek mekanizmaları esas alarak, küçük egemenlik alanlarını ötekilerine karşı zor araçlarıyla korumaya odaklanmak zorunda kalıyorlar.
Kadın, toplumun doğayla ilişkisini de temsil edebildiğinden ve iktidar ilişkileri, kadın gibi doğanın da egemenlik nesnesine dönüştürülmesini gerektirdiğinden dolayı, kadının güç sahibi erkeğe tabi kılınması eksenli örülen güç ilişkileri ve iktidar odakları, eril karakterli olmaktadır.
Bu eril karakter, gücü temerküz etmek için toplumun bütünlüğünü, birliğini, bekasını temsil edebilen dinsel kimlik veya etnik kimliklere yaslanırken, cinsel ve sınıfsal sömürü/tahakkümü de bu iki kimliğin meşrulaştırıcısıyla doğallaştırır ve yasallaştırır. Bu çerçevede totaliterleşirken her iktidar odağının, kadınları daha fazla tahakküm altına alma yoluyla toplumu, yapıları, kurumları (özellikle aileyi) denetim altına alıp toplumsal güçleri yeninden üretebildiği, büyütebildiği ve temerküz edebildiği söylenebilir.
Bu çerçevede, özellikle Ortadoğu’da kadının özgürleşmesine doğru atılan her adımın, iktidara geri adım attırarak, sınıfsal sömürüyle bağıntılı şekilde toplumun bir aradalığını ve emeği yücelteceği söylenebilir. Toplumsal varoluş dinamiklerinin en önemlileri arasında yer alan toplumsal cinsiyet ilişkileri ile emeğin, bütünlüklü bir toplum savunusu çerçevesinde birbirini tamamladığı görülürse iktidar odaklarına karşı çok daha geniş/derin direniş cepheleri oluşturmak mümkün olacaktır.