Bir ulusal gücün, büyük devletlerle ittifak kurması, ilişki geliştirmesi yanlış değildir. Söz konusu kaygan zeminde hata yapmak da olasıdır. Bu politikanın doğasında vardır. Burada esas olan, hareketin ilerici, değiştiren-dönüştüren, demokratik niteliğinin, çizgisinin korunmasıdır. Bugün açısından YPG bu özelliklere sahiptir dahası Kürt hareketi ortaya koyduğu politika ile Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek bir pozisyona gelmiştir.
Efrîn işgal harekâtı, 58. gününde tam da “Çanakkale Zaferi”nin yıldönümünde sona erdirildi.
TC ve birlikte hareket ettiği cihatçı çeteler, kente zafer sarhoşluğu içinde yoğun bir propaganda eşliğinde girdiler. YPG’nin geri çekilmesiyle birlikte TC’nin borazanı burjuva basın, yüksek perdeden Türk askerinin yürüttüğü operasyonda ne denli “dikkatli”, sivil kayıpları konusunda “titiz” olduğunu yazıp çizdi. TC ordusunun insan severliğine methiye dizenler, TC’nin neden sahipleri tarafından terk edilmiş bir kente, ilçeye girdiğine ise değinmedi. Madem TC ordusu icraatlarıyla Ortadoğu halkları için bir barış timsali, öyleyse harekât boyunca ilkin köylerde akabinde ise ilçe merkezinde yüzbinlerce insan niçin kaçma ihtiyacı hissetsin?
Sakın, henüz Efrîn ilçe merkezi yeni kuşatılmışken hastanenin (“Afrin Hastanesi bombalandı, 16 sivil yaşamını yitirdi” 16 Mart, basın) bombalanması veyahut buraya gelinceye kadar geçilen bölgelerde yaşanan yıkım, vahşet ve yağma ile köylerin yerle bir edilmesi, bölge halkına zulmedilmesi, öldürülmesi, Efrîn halkının bu güçlere kucak açmamasına neden olmasın?
Efrîn işgal harekâtının -şimdilik- sona ermesiyle birlikte söz konusu sürece dair bir değerlendirme, özet yapmak faydalı olacaktır.
Rusya işgalin açık suç ortağıdır
Kabul etmek gerekir ki TC devleti, söz konusu harekâta oldukça iyi hazırlandı. Başta AB emperyalistleri olmak üzere geniş bir yelpazede operasyona karşı durabilecek, sesini yükseltebilecek tüm emperyalistlerle sıkı bir pazarlık yapıldığı bir gerçek.
TC devletinin Avrupalı emperyalistleri susturmak için fazla zorlanmadığı anlaşılıyor. Nihayetinde söz konusu emperyalistlerin, Efrîn’in işgal edilmesi, yüzbinlerce insanın yerinden yurdundan edilmesi vb. yaşadığı mağduriyetle gerçek anlamda ilgilenmedikleri bir gerçek.
En sıkı pazarlığın Rus emperyalistleriyle yapıldığı ise bir sır değil. AKP iktidarının bu operasyonu Rusya’nın onayı olmadan bu süre içinde gerçekleştirme şansı yoktu. Açık ki, Suriye’de özellikle cihatçı çeteler üzerinden Rusya ile yapılan pazarlık neticesinde hava sahası etkin bir şekilde kullanılabilmiştir. (Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İlknur Çevik; “Rusya hava sahasını açmasaydı bırakın El-Bab’a, Afrin’e girmeyi insansız hava aracı bile kaldıramazdık.” 31 Mart.Sendika.org)
Bu konuda kamuoyuna yansıyan bilgiler, TC ile Rusya arasında Şam’ın Doğu Guta bölgesinde rejimle çatışan cihatçıların durumu ile İdlip’in geleceği konusunda bir pazarlık yapıldığına işaret ediyor. En genel haliyle Rusya’nın Doğu Guta’nın cihatçılardan temizlenmesi ve İdlip’teki cihatçı varlığına dair bir tartışmayı masaya koyduğu TC’nin ise bunun karşılığında masanın diğer ucuna Efrîn’i koyduğu anlaşılıyor. Mersin Akkuyu Nükleer Santrali ve diğer santral ihaleleri, kimi başka ekonomik işbirliği adımları ile S-400’lerin de bahsini ettiğimiz masada konuşulduğunu tahmin etmek zor değil! Rusya emperyalizminin, bir yandan Esad’ın Şam’ın tamamında kontrolü ele almasını sağladığı, diğer yandan İdlip’in kapısını rejim için açtığı, geliştirdiği ekonomik ilişkilerle TC’yi ABD ve NATO’dan uzaklaştırma politikasını yaşama geçirdiğini söylemek yanlış olmaz.
YPG’nin Efrîn’i savunmak için Halep’in bazı bölgelerinden çekilerek buraları rejime teslim ettiğini de unutmayalım. (Halep’in içerisinde Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı Şeyh Maksud’un El-Halak, Eşrefiye, Beni Zeyid, Eyn El-Tal ve Bustan El Başa semtlerinde Suriye ordu birlikleri konuşlandı. NTV. 22 Şubat 2018)
Efrîn’in işgal harekâtı sırasında YPG ile Rusya/Esad rejimi arasında görüşmelerin yapıldığı da basına yansımıştır. Söz konusu bilgilere göre, rejim, Efrîn’in bir bütün devredilmesi, zorunlu askerlik vb. taleplerle şehri istemiştir.
YPG’nin bu teklifi reddettiği biliniyor. Bu konuda sonuçlar üzerinden bir yorum yapmak yanıltıcı olacaktır. Bahsi
geçen görüşmenin ayrıntısı henüz kamuoyuna yansımamıştır. Özetle, Rusya, YPG’ye Esad üzerinden yaptığı teklif kabul edilmeyince bir kısmını açtığımız talepler ekseninde bu harekâta onay vermiştir.
Söz konusu Kürtlerse çelişkiler birer teferruat!
Harekâtın TC açısından da bir taşla birden fazla hedefe ulaşma bağlamında anlam kazandığını söylemek mümkün. Türk devletinin Rojava Kürtlerinin kazanımlarının gasp edilmesi, devamında yok edilmesine yönelik politikaları bu defa ilk elden, doğrudan sahaya inilerek hem de büyük bir kampanya eşliğinde yaşam buldu.
Böylece Türk hâkim sınıfları, uzunca bir süredir çeşitli cihatçı gruplar eliyle mücadele ettiği Suriye coğrafyasında Kürtlerle doğrudan savaşa girdi. Efrîn’in ele geçirilmesiyle Türk hâkim sınıfları, Hatay ve Kıbrıs’tan sonra, sınırlarını genişlettiği “Fırat Kalkanı Operasyonu”na yeni bir halka eklemiş oldu. TC’nin daha önce işgal ve ilhak ettiği topraklardaki durum, Efrîn’den çıkmak için pek istekli olmayacağını göstermektedir. Nitekim kente vali atamalarının şimdiden yapılmış olması bu gerçeğin bir izdüşümüdür. TC, Rojava Devriminin ve demokratik özerklik paradigmasının ilk ve en gelişmiş modeli olan Efrîn’i işgal ederek kendisi açısından -şimdilik- bir başarı elde etmiş oldu.
Diğer yandan, söz konusu operasyon ile geniş emekçi yığınlar, AKP iktidarının arkasında, milliyetçilik, şovenizm ve ırkçılık temelinde saflara çağrıldı. Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin bugünkü zayıf durumu; OHAL’le birlikte yaşanan yoğun gözaltı, tutuklama ve sindirme politikalarıyla oluşan atmosferde, bu politikanın bir karşılık bulduğu da bir gerçektir. AKP iktidarı, Efrîn işgal operasyonuyla, Kürt düşmanlığı temelinde tüm düzen güçlerini bir araya getirmeyi başarmış, ortaya çıkan sinerjiyi ise 2019’da yapılacak seçim potasına akıtmak hedefiyle hareket etmiştir. Kürt düşmanlığının toplumun geniş kesimlerine enjekte edilmesi ve “vatanı”, “milleti savunan” parti imajı konusunda belli bir mesafe kat edildiği açıktır.
AKP iktidarı Efrîn işgal operasyonu boyunca, harekatı da bahane ederek başta Kürt hareketi olmak üzere toplumsal muhalefet güçlerine azgınca saldırmış, yüzlerce insan tutuklanmış, binlerce insan gözaltına alınmış; her türlü eylem ve etkinlik yasaklanmıştır. Anlaşılan o ki, TC sınırı boyunca ve de bir bütün Rojava’da Kürtlerin kazanımlarının yok edilmesi stratejik bir tutum olacaktır.
Bu bağlamda yakın dönemde, 2019’da ve sonrasında da bu bölgelere yönelik düşmanlık, saldırganlık ve uygun fırsat yakalandığında açık işgalin, TC’nin stratejik bir yönelimi olacağını söylemek mümkündür. (“Zeytin Dalı operasyonumuzu hedeflerine ulaşana kadar sürdüreceğiz. Ardından Menbiç’i, bize söz verildiği şekilde teröristlerden arındıracağız. Kimse bundan rahatsız olmasın çünkü Menbiç’in gerçek sahipleri bu teröristler değil oradaki Arap kardeşlerimizdir. Sonra da Irak sınırına kadar, hiçbir terörist bırakmayana kadar bu mücadelemizi devam ettireceğiz.” 26 Ocak/Euronews.)
Türk hâkim sınıfları, bir kez daha ekonomik krizin ağır etkisinin yaşandığı, toplumun kılcal damarlarında büyük bir öfkenin biriktiği, toplumsal düzlemde hemen her başlıkta çok ciddi ve ağır sorunların geliştiği bir dönemde Kürt kartını devreye sokmuştur.
Anlaşılan o ki, asker ve polis postalı, OHAL ve KHK rejimi AKP iktidarının geniş emekçi yığınlar üzerindeki otoritesinin inşa edilmesi açısından yeterli gel(e)memekte; Kürt düşmanlığında dozajın olabildiğince artırılması ihtiyacı hâsıl olmaktadır. Ne var ki aldıkları tüm mesafeye karşın erken seçim için harekete geçilmemesi, AKP iktidarının Efrîn işgal operasyonuyla iç politikada istediğini bir bütün alamadığını göstermiştir.
Nitekim istenilen çıta yakalanabilseydi AKP iktidarının bir saniye bile durmayacağı, buna dair kanun, yasa vb. prosedürü umursamayacağı herkesin malumudur. TC devleti, Suriye’de çatışmaların başladığı 2011’den bu yana bölgede cihatçı çeteler eliyle pro-aktif
bir rol almış, hatta dönemin başbakanı R.T. Erdoğan, Suriye’nin Türkiye’nin bir iç sorunu olduğu dile getirmişti.
Esad’ın devrilemeyeceğinin iyice anlaşılmasıyla gözlerini Kürt bölgelerine dikmiştir. Önümüzdeki dönemde “iki egemen” güç olarak “terörün temizlenmesi” adına TC’nin Esad rejimiyle Kürtlere karşı aynı masaya oturması şaşırtıcı olmayacaktır.
TC devletinin, Rojava’ya saldırmak için OHAL’le yarattığı fırsatı son sınırına kadar değerlendirmek isteyeceği açıktır. Bu bağlamda gidişatın ana yönünün bu olacağını söylemek mümkündür. Buna içerde azgın bir şovenizm ve Kürt düşmanlığının eşlik edeceğini ise hatırlatmaya gerek yoktur.
TC’nin işgal ettiği Efrîn’e önce Doğu Guta’daki ardından ise gelişmelere bağlı olarak İdlip’teki cihatçıları yerleştireceği sır değil. Böylece Efrîn’den Azez’e ve Cerablus’a kadar geniş bir alanda cihatçılar için yeni bir lojistik, eğitim ve örgütlenme alanı yaratılmıştır. Bu durumun, Esad karşısında ciddi anlamda geri çekilen ve sıkışan cihatçıların Suriye’deki varlığının -en az- birkaç yıl daha uzatılması anlamına geldiği açıktır. “Efrîn’in asıl sahiplerine teslim edileceği”ne dair sözler ise büyük bir yalandan ibarettir. (“Doğu Guta’dan tahliye edilen cihatçılar ve aileleri Afrin’e yerleştiriliyor.” 2 Nisan 2018, Sendika.org)
Savaş meydanına dair sözü savaşanlar söylemelidir!
Sürecin temel belirleyenlerinden biri de ABD emperyalizminin tutumu olmuştur. ABD Efrîn’de askeri bir varlığının bulunmamasını bahane ederek sürece sessiz kalmış, gerçekte ise TC devletinin operasyonuna “olur” demiştir.
ABD emperyalizmi, tıpkı Rusya emperyalizmi gibi davranmış ve TC ile yaptığı pazarlık karşılığında Efrîn’de yapılanlara sessiz kalmıştır. Nihayetinde Efrîn başlığında başta bölgedeki gerici devletler olmak üzere tüm emperyalistler, Kürtlere yönelik düşmanlıklarını ortaya koymuşlardır.
ABD emperyalizmi, Suriye’de IŞİD’e karşı kurduğu “Uluslararası Koalisyon” adı altında varlığını sürdürmektedir. ABD, Kürtlerle işbirliğini geliştirerek bölgede etkin bir rol oynamakta ve sahada söz söylebilmektedir.
Açık ki ABD emperyal bir güçtür ve politikaları ihtiyaçları temelindedir. Güvenilir değildir, Rojava halkının gerçek anlamda çıkarını gözetmez, geleceğini düşünmez. Söz konusu bu gerçek Kürtler tarafından da bilinmektedir. Kürtler ortaya çıkan tarihi fırsatta inisiyatif alarak, 2011’den itibaren adım adım kendi yönetimlerini inşa etmiş, ordularını kurmuş ve DAİŞ barbarlığına karşı yürüttükleri direniş ile tüm dünyada haklı bir saygınlık kazanmıştır.
PYD öncülündeki YPG-YPJ’nin temel ilkesi, bağımsızlığını korumak ve demokratik özerklik modelinden taviz vermeden ilişkilenmek olmuştur. Bir ulusal gücün, büyük devletlerle ittifak kurması, ilişki geliştirmesi yanlış değildir. Söz konusu kaygan zeminde hata yapmak da olasıdır. Bu politikanın doğasında vardır. Burada esas olan, hareketin ilerici, değiştiren-dönüştüren, demokratik niteliğinin, çizgisinin korunmasıdır. Bugün açısından YPG bu özelliklere sahiptir dahası Kürt hareketi ortaya koyduğu politika ile Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek bir pozisyona gelmiştir.
Diğer yandan harekâtın son günlerine kadar YPG, köyleri boşaltarak sivilleri Efrîn kent merkezine çekmiş ve şehir savaşına hazırlandığını duyurmuştur. Son anda yüzbinlerce sivil Tel Fırat-Şehba bölgesine nakledilmiştir. YPG geri çekilmiş ve ilçeyi boşaltmıştır.
Kimi pazarlıklar karşılığında ilçenin teslim edildiğine dair yorumlar yapılmaktadır. YPG’nin geri çekilme taktiği, uluslararası konjonktür, Türk devletiyle savaşıyor olma gerçekliği, köylerin yakılıp-yıkılması, sivil ölümleri vb. bir dizi faktörle düşünüldüğünde son derece anlaşılırdır. Savaş meydanına dair strateji ve taktik savaşanlar tarafından ortaya konulacaktır.
Diğer yandan bir siyasi güç, uzun vadeli kimi kazanımlar adına pazarlıklar, yapabilir, geri çekilebilir veyahut barış ilan edebilir. Nitekim Kürt hareketi, Rojava Devriminin başından bugüne zorunlu kalmadığı sürece bir politika olarak rejim ile çatışmayı tercih etmemiştir.
Geçen süre de Kürtlerin bu konudaki politikasının doğruluğunu göstermiştir. Yorum yaparken savaşan güçlerin resmi demeçlerini dikkate almak doğru olandır. Yaşananlar, TC devletinin açıklamaları, Rojava’nın diğer bölgelerine yönelik işgal tehlikesinin güncel bir realite olduğunu göstermiştir.
Gerek toplumsal örgütlenmede gerekse de askeri strateji ve taktikte bu gerçekliğe uygun konumlama ihtiyacı ortadadır. Özellikle emperyalistlerin ikiyüzlü tutumları, çıkarları adına her şeyi yapabilecek gerçekliği bu durumu daha kaçınılmaz hale getirmektedir.
Özelikle askeri açıdan hava sahasının kullanılmasının büyük bir dezavantaj yarattığı yaşananlarla ortaya çıkmıştır.
YPG, Türkiye ve Kürdistan’dan içinde Kaypakkaya geleneğinin de olduğu devrimciler ve enternasyonalist güçler, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna karşı iki ay boyunca kahramanca bir direniş ortaya koymuştur. Bu anlamda, Rojava’da yaşayan değişik milliyetlerden halklar adına çok güçlü bir gelenek yaratılmıştır. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da, sınıf mücadelesinin en yoğun çelişkileri Rojava’daki gerçeklik etrafından ortaya çıkmaktadır.
TC devletinin daha önce Kobanê’de açıkça ortaya koyduğu şimdi de Efrîn’de bilfiil sahaya indiği tablo da buna işaret etmektedir. İki ay boyunca Türk devletinin tüm kurum ve kuruluşlarıyla bir bütün Efrîn işgal operasyonuna odaklanması ve AKP iktidarının siyasi geleceğini burada görmesi çelişkilerin ne denli keskinleştiğini ve nerede yoğunlaştığını göstermiştir.
Bu bağlamda, savaşın en kızgın yerinde çelişkinin tam da göbeğinde cephenin en ön mevzisinde konumlanmak, Rojava Devrimini savunmak, anın vazgeçilmez görevidir. Bu uğurda yaşamını yitirenler Rojava, Türkiye ve Kürdistan halkının yüreğinde birer meşale olarak yanacaktır.