“Avazımız çıktığı kadar halka seslendik” sözleriyle bize vahşetin uygulandığını duyurdu Mehmet Tunç, Cizîr’den ve ekledi “bugün bu zulme sessiz kalan, yarın cenazemize gelmesin”.
Sessiz kalmak tercih, ses çıkarmak ise zorunluluktu.
Sesin tonu, yüksekliği tartışılmaksızın gözümüze sokulması gereken acil bir gerçektir bu. Sese kulak değil, sese ses olunduğu müddetçe avazların çıkmasına da gerek kalmayacaktır.
Yeni Demokrat Gençlik yeniden yeşertme çağrılarına ses olmak adına abluka ve yıkımlara karşı yeniden inşa çalışmalarına katılma kampanyası başlatmıştı. Devletin bütün sindirme çabalarına karşı, bu sürece dahil olmak için yoldaşlarla yola koyulmuştum ben de.
Çocuklara sinen “savaş” ve öfke…
Bir yandan vahşetin izlerine, diğer taraftan Kürt halkının mücadelesine tanık olmak klasik tabirle tarifi zor duygular yaratıyordu. Haberlerde, sosyal medyada takip ederken algılamaya çalışılanın çok ötesindeydi oradaki havayı solumak.
Gever’de her taşın ayrı hikayesi vardı.
Girdiğimiz her evi sessiz çığlıkların kokusu sarmıştı. Bir evin küçük kızına sordum: “Saldırılar gerçekleştiğinde nerdeydiniz?” diye. Ailece Wan’a göç ettiklerini anlattı ve ekledi: “Döndüğümüzde evimizi böyle görünce çok üzüldüm. Ama en çok okulumuzun yıkılmasına üzüldüm.”
Çocukların parkını dahi yıkmışlardı caniler. Bu nedenle her çocuğun gülümsemesinde mutlaka biraz acı gizliydi. Her ne kadar şeker ve balonlarla onları neşelendirmeye çalışsak da, gözlerini dünyaya açtıkları anda devletin vahşetiyle tanışmış olan çocuklardı onlar sonuçta. Sokaklarda ağır silahlarla gezen polisleri gördükleri anda gülümsemeleri kayboluyordu.
Onlardan biri de tespit için mahalleleri gezdiğimizde yanımızda bulunan ve arabayla polislerin yanından geçtiğimiz anda bakışları donan Savaş isminde bir çocuktu.
Üzgün ve öfkeliydi Savaş.
Güle ana ve tükenmeyen irade
Gever bir bütün olarak hüzün ve öfke doluydu. Ancak bütün duygu yoğunluğuna ve yaşananlara rağmen, aynı zamanda çok da kararlıydı. Devletin politikasına boyun eğmeme, yapılması planlan apartmanlara girmeme, geri adım atmama konusunda ortaktılar.
“Keşke bütün evlerimiz yerle bir olsaydı da, gençlerimize bir şey olmasaydı” diyordu Geverliler. Ne olursa olsun, her şeyi yeniden onarmak için canla başla çalışmaya hazırdı herkes.
Ki savaştan geriye kalan izler yalnızca yıkılmış, talan edilmiş evlerden ibaret değildi. DAİŞ zihniyetli kolluk güçleri duvarlarda tehdit yazılarından, patlamamış bombalara, tencerelerin içinde idrardan, kanlı çarşaflara kadar bilinçli olarak geride bıraktıklarıyla Kürt halkına her alanda barbarlığını yaşatmıştı.
Bunca baskıya, vahşete, katliama rağmen, gücünü örgütlülüğünden alıp inatla gülümseyen halkın içinde, yoldaşlarla çalışmalar yürütmek, bir ders niteliğindeydi. Bir ana vardı ki; onun iradesine tanıklık etmek bizde büyük bir iz bırakmıştı.
Kendisi 4 yıl hapishanede yatmış, evladı şehit düşmüş Gule Ana tamamen yıkılmış evinin yanındaki tandırlıkta yaşarken, getirdiğimiz minderler ve yorganlara karşılık o içten ve güçlü gülüşü ile bize iradenin esas olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Gule Ana’da ümitsizliğe, karamsarlığa dair zerre iz yoktu.
Sokağa çıkma yasağı ne demekti, öğrenirken…
Çalışmanın son günlerinde, mahalleleri birlikte gezdiğimiz heval, evlerinde misafir olmayı teklif ettiğinde, beraber gittiğimiz yoldaşla çok mutlu olduk. Sürece ve geleceğe dair uzunca sohbet edebilecek ve aile ile daha sıcak ilişki yakalayabilecektik böylece.
Kaldığımız evde ana da, kızları da çok büyük bir içtenlikle karşılamışlardı bizi her defasında. Kaldığımız günün ertesinde camilerden sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti bir kez daha Gever için.
Haberlerden okuduğumuz o yasağın içindeydik şimdi ve ne düşüneceğimizi bilemiyorduk.
Haberlerde yazmıyordu sokağa çıkma yasağının gıda ve su sorunu demek olduğu.
Yasak; her an bir şeyler olabilir muğlaklığı, kendi evinde hapis hissetme durumu, tanıdıklar ve dostları merak etme gibi birçok endişe getiriyordu beraberinde.
En çok da bizim için tedirginlerdi, bize bir şey olacak korkusunu taşıyorlardı. ‘Ben’ olgusunun tamamen silikleştiği, zorluklara karşı kolektif üretimin öne çıktığı yerdi orası.
Ne için gelmiştik buraya?
Gever’e girerken ve oradan ayrılırken birçok kez GBT kontrolünden geçmiştik. Bir askerin bize ilk sorusu: “Ne için geldiniz buraya?” olmuştu.
Yıkımlara ve ablukalara karşı yeniden inşa için gitmiştik. Ancak geri döndüğümüzde bundan daha fazlası için orada bulunduğumuzu ve oradan ayrılırken hedeflediğimizden çok daha fazla sorumluluk yüklenerek döndüğümüzü anlamıştık.
Ses çıkarmanın zorunluluk olduğu bilinciyle herkese görev düşüyordu. Çünkü her şey gözümüzün önünde olmuştu. Her şey…
ATİK aktivisti bir YDG’li
{gallery}sessiz kalmak tercih ses cikarmak zorunluluktur{/gallery}