ZİYAFETİN İKİNCİ GÜNÜ BAŞLIYOR!
Mircan Ana ve oğlu Hakan elinde yemeklerle gelir. Görenler hemen yardıma koşar. Ananın elindekileri alırlar.
Yemek masaya, oradan tabaklara doldurulur. Bu akşamki yemekte hindi, pilav ve cacık vardır. Bir yanda yemekler yenirken, bir yanda, Mircan Ana konuşuyordu.
İki yıl öncesini, eşini kaybettiğini, iki çocukla baş başa kalakaldığını, oğlu Hakan’ın tüm köy halkının baskısı ve öğüdüne rağmen okula devam etmediğini, kızı Meral’i ise önümüzdeki yıl yatılı okula vereceğini söyledi. Sonra köy halkının desteğinden söz etti. (Kolektif üretim, kolektif tüketimden söz etmişti.) Buna Apeler müdahale etti. Sonra annesini 13 yıl önce, babasını da 12 önce kaybettiğini söyledi. Babasının, annesinin ölümüne dayanamadığını, sözlerine ekledi. Bir tane erkek kardeşinin olduğunu, onun da şehirde yaşadığını söyledi. Partizancıları 10 yıl öncesinde pek tanımadığını, sadece ismini duyduğunu ve Partizancıları zorunlu göçe maruz kalan ve şu an masada oturan insanlardan tanıdığını, her yıl içinde onları görme isteğinin büyüdüğünü söyledi.
Ape Muhtar, şehirden 3 büyük, 4 yarım şişe ilaç(içki) getirdi.
Ape Muhtar;
– Memed sen dün iki-üç şişe içki içtin, ya Peri Suyu yok bu suyu içki olsa yine dayanmaz dedin. Oğlum poşeti al gel, dediyse de yine Ape Muhtar’la kimse yarışamadı. Havasını attığı içkinin büyük bir kısmını kendisi tüketti.
Sofrada, en son üç ihtiyar, Saadet, Elif, Hakan, Ali kaldı. Dördü de içkiye eşlik etti. Mircan Ana’nın oğlu Hakan ilk kez içki içti. Ağzını bükmekten, ekşimeden kendini alamadı. Hüsen kuruyemiş ve cacıkla içmesini söyledi. Saadet ve Elif’in ara sıra (bazı günlerde) babalarıyla bir tek attıklarını öğrendi Hüsen.
Elif daha fazla uykuya direnemeyip sofradan kalktı. Kalkarken de, herkesin duyabileceği şekilde;
Elif;
– İyi geceler yarım Partizancık dedi.
Ape Memed bir şey söylemeden, Elif gözden kayboldu bile.
Bu sefer gece, Ape Ayhan’ın ağıdıyla bitti.
Sabah Ape Muhtar, Mircan ana nöbete gittiler. Elif, Mircan Ananın evine gidip çocukları kahvaltıya çağırdı. Hakan daveti uygun bir dille geri çevirdi.
Hüsen bu sefer kimsenin “kahvaltı hazır” demesini beklemeden, odadan çıkıp, elini yüzünü yıkamaya gitti. Oradan odasına dönüp yüzünü kuruttuktan sonra tekrar odadan çıktı. Saadet’i ve Ciran Ana’yı mutfakta gördü. Günaydınlaştı. Sonra Saadet, kapı eşiğinden bahçede olan babasına seslendi. Kahvaltının hazır olduğunu söyledi.
Elif, Hakan ve Meral’i kahvaltıya çağırdıktan sonra, Ciran Ana’ya, Hakan’ın kahvaltı hazırladığını, bu yüzden tekliflerine teşekkür ettiğini söyledi. Sonra odasına çekilmişti.
Herkes masaya otururken, Elif odasından çıkar, o zaman hatırlanır. Elif günaydınlaşmada yine aynı muzipliği yapar. Masaya otururken;
Elif;
– Nasılsan yarım Partizancık.
Hüsen;
– İyiyim ya sen, sanırım iyisin.
Elif;
– Senden daha iyiyim yarım Partizancık.
Kahvaltı bittiğinde Hüsen, sofrayı toplayıp, bulaşıkları yıkadı. Sonra odasına gitti. Ape Muhtar’ın getirdiği günlük gazetelere baktı. Mircan Ana ve Ape Muhtar nöbeti devrettir. Ape Memed köyün girişinde ve Ape Ayhan da çıkışında nöbet tutmaya gitti.
Öğlen vakti, Ciran Ana ve Hüsen odada sohbet ettiler. Ciran Ana iki kızını da beraber götürmesini yineledi. Hüsen, Ciran Ana’ya dün Saadet’in ne söylediğini, kendisinin Saadet’e ne anlattığını anaya anlattı. Konuşması bitmek üzereyken, Elif odaya girdi.
Elif;
– Ana, dün yarım Partizancık beni rüyasında görmüş!?
Ciran Ana;
– Eee ne olmuş?
(Elif konuyu çarpıtır, farklı bir şey söyler/anlatır.)
Elif;
– Ben de yarım Partizancıkla gitmek istiyormuşum, ama yarım Partizancık beni götürmüyormuş! Sonra ben ağlamışım. Daha sonra dayanamayıp Saadet ablamla birlikte çaresiz kalıp, beraberinde beni de götürmüşler. Ana sen söyle bu benim gibi birine yapılır mı?
Ciran Ana;
– Kızım, ben de oğlum Hüsen’le tam bunu konuşuyordum. Maşallah kocaman kız olmuşsun. Muhtar’ın şehit kızı Guley yaşındasın. Elinde silah tutabilecek yaşa gelmişsin. Git abinin izini sür kızım.
Elif;
– Ben gidersem tam Partizancı olurum ana!
Ana;
– Kızım sen git de, biz senin çeyrek Partizancı olmana da kurban oluruz.
(Hüsen içinden, ya neymiş Elifçik, aldın mı cevabını demek ki o kadar kolay değilmiş tam Partizancı olmak dedi.)
Hüsen’in yüzünde gülümseme gören Elif, numaradan yüz asar, içinden “sen dur! manasına gelen bakış atar.
Ana odadan çıktı. Hüsen Elif’e bakarak; “Benim sana anlattığım (tırnak işareti yaparak) rüyayı ters yüz edecektin değil mi?” dedi. Elif sinsi sinsi buna güldü.
Hüsen;
– Sen zeki bir kızsın ama bazen çocuk gibi hareket ediyorsun. Anlayamıyorum seni. Bilmeni isterik mi ben anarşistleri sevmem.
Elif;
– O da ne demek yarım Partizancık?
Hüsen;
– Tabi işine gelmeyince anlamamazlığa vuruyorsun. Bu çocukça takılmaları bırak.
Elif;
– Denemeye çalışırım Partizancık!
Hüsen;
– Ciddi söylüyorum, sen benimle gelmek istiyor musun?
Elif;
– Evet yarım …!
Hüsen;
– Peki doğanın zor şartlarını biliyor musun? Gelip de “yok ben yapamıyorum, yok ben anamı özledim, ayaklarım üşüyor, parmaklarım donuyor vs.” dersen. O zaman bunları sana hatırlatırım baştan bilgin olsun…
Elif;
– Geç bunları! Sana şu kadarını söyleyeyim: yolda yürürken DEN-GE-Mİ kaybedip, Peri Suyu’na DÜŞ-ME-YE-CE-Ğİ-ME söz verebilirim. Diğer zorlukları da aşarız evvelallah! (Gülümsedi.)
Hüsen;
– İyi bunları bir yere not etmek lazım. Bir gün lazım olacak nasılsa! (Gülümsedi.)
Elif;
– Çok beklersin yarım Partizancık. Pardon demeyecektim değil mi?
Hüsen;
– Büyük konuşma Elifçik, şımarık kız!
ZİYAFETİN ÜÇÜNCÜ GECESİ…
Yemek vakti geldi. Artık köy halkı Ape Ayhan ve Feride Ana’nın sofrayı donatmasını bekliyorlardı. Feride, anne ve oğlu Ali ellerinde yemekle göründüler. Kalabalık yine bahçede karşıladı. Eve girerken, Ape Ayhan’ın oğlu Ali,
Ali;
– Babam nerede, içerde mi?
Ape Memed;
– Yok. Hâlbuki nöbeti bitti epey oluyor?
Feride Ana;
– Biz sandık ki nöbet yerinden direk buraya gelmiştir.
Ortalığı tedirginlik kapladı. Oğlu Ali hemen nerde nöbet tuttuğunu öğrendi. Ali, Ape Memed, Ape Muhtar, Ape Ayhan’ın nöbet tuttuğu yere gittiler.
On dakika sonra Ape Ayhan’la döndü.
Hüsen;
– Bir şey yok ya!
Ape Muhtar;
– Yok kirve. Biz Ayhan’ın nöbet tuttuğu alana doğru gittik. Baktık ki bir ses geliyor… Elimizdeki fenerleri kapatıp, gelen sese biraz daha yaklaştık. Sesi tanıdır, Ayhan’ın sesi bu dedik. Kendi kendine dünkü anonsu sesli sesli söylüyor.
Kirvem Hz. Ali şahidim olsun ki, biz sesin Ayhan’a ait olduğuna karar verdikten sonra fenerleri açtık, Ayhan hiç kılını kıpırdatmadan, ayakta, yumruğu başının hizasında, “İktidara, iktidara, iktidara” diye bağırıyor.
(Tüm gençler güldüler.)
Ape Ayhan;
– Kirve hele bir dinleyin. Bunlar günübirlik ve dar düşünüyorlar. (Gençler yine güldü) Ufukları, ufukları dar bunların kirve! Yarını düşünmüyorlar, anlık hareket ediyorlar!!!
Ape Ayhan sinirlenir.
“Hihi kiki. (Gençler buna da güler) Siz ancak gülmesini bilirsiniz. Meselenin ciddiyetinde değilsiniz. Düşünün ki yarın bir yerde, bir etkinlik oldu. Orada bu anons icap etti. Diyelim ki lazım ama yok, ezbere bilen de yok. Ne kadar kötü bir durum değil mi kirve?!” dedi.
Hüsen;
– Haklısın amca.
Ape Ayhan,
– İşte kirve durum böyle. Kirve bu yumruk biraz başın üstünde miydi, yoksa biraz altında mıydı?
Hüsen;
– Biraz aşağısında.
Ape Ayhan;
– Kızım Saadet, gülmeye gelince birinciliği (gençler buna da güler) kimseye vermiyorsun! Bil bakalım, neden başın biraz aşağısında ve ne anlama gelir? Hadi yanıt ver bakalım.
Saadet;
– Ayhan Amca yumruk güç anlamına gelir. Neden başın hizasında ya da biraz aşağısında durduğuna gelince, gücün beyni değil, beynin gücü yönlendirdiğini anlatır. Daha net ve basit ifadeyle, silahın düşünceyi değil, düşüncenin silahını yönlendirmesi gerektiğini anlatır. Silahın düşünceyi yönlendirdiği söylemi fokoculuktur. Onu da açarsam askeri bakış açısıdır.
Ape Memed, göğü kabartır. İçinden “demek ki anlattıklarımı iyi anlamış. Keşke zamanında daha çok öğretebilseydim. Şimdi hepsini unuttum” diye düşündü.
Feride Ana;
– Yeter artık. Sofraya oturun. Konuşacaksanız da sofrada konuşun.
Herkes oturdu. Sofrada, Ape Ayhan ve Ali’nin Peri Suyu’nda dün tuttukları ızgara balık vardı. Yanında meyve suyu ve pilav.
Feride Ana;
– Oğlum Hüsen, senin gelmen vesilesiyle, biz de uzun yıllardır unuttuğumuz bir şeyi hatırlamış olduk. Bak ben de yaşlıyım artık. İlk kez, hayatımda ilk kez (düğünlerde bile görmedim!) üç gün üst üste, ha bir de bunun yarını var, böyle eğlendiğimi, sofradan mutlu olarak ayrıldığımı hatırlamıyorum. Kar, kış, fırtınadan sonra bahar içimizi okşadı. Senin gelmenle ikinci baharımızı yaşadık.
Hüsen;
– Ana senin anlattıkların benim için de geçerli sayılabilir. Ben de 28 yıllık yaşamımda, bu gibi günleri yaşamışsam da çok nadiren olmuştur. Ama şu anlamıyla bir ilktir! Hiç tanımadığım insanlarla, tamamen tesadüf olan tanışıklığımın sonrasında gelen bu paylaşımı hiç tatmadım. Daha önce de söylemiş olmalıyım, dengemi kaybedip Peri Suyu’na düşmeme bu anlamıyla seviniyorum.
Elif;
– Yarım Partizancık ne olacak! (Verdiği sözü unutur)
Hüsen;
– Yoksa bu kadar değerli insanlarla tanışmamış olurdum.
Ali;
– Mehmet Amca, eğer iznin olursa yarın ben Hüsen kirveyle konuşmak istiyorum.
Ape Memed;
– Bilmem ki, kararda var mıydı acaba?
(Gençler güler)
Hüsen;
– Tabi tabi yarın gel sohbet edelim.
Ape Memed;
– Oğlum Hüsen öyle diyorsa…
Hüsen iki gündür, Ali’nin yemekte neden çok konuşmadığını ve erken çekilip gittiğini merak ediyordu. Ali’nin bu isteği kendisini epey sevindirdi. Şimdi yarını sabırsızlıkla bekliyordu. Ali 25 yaşında, ince, uzun boylu, saçları düz yana yatırılmış, çok derin bir derdi varmış gibi bir yüz ifadesi olan bir gençti. Hüsen bu konuda yardımcı olabileceğini düşünerek, Ape Memed’in “şimdi hatırladım kararda böyle bir şey yok” demesini beklemeden, Ali’nin bu talebine hemen olumlu yanıt verip, kararı Ape Memed’e bırakmadı. Yemekte Ape Ayhan konuştu daha çok. Ape Ayhan, diğer iki ihtiyar delikanlıyla birlikte gördüğü işkencelerden bahsetti. Örneğin bir gün düşman Ape Ayhanların köyüne gelmiş, köyde tuvalet yok diye üç metre derinliğinde, 1.5 metre genişliğinde kuyu kazdırttığını ve sonradan pis pis söverek açtıkları kuyudan çıkan toprakla yine kendilerine kapattırdığını, bunu yerine getirmedikleri için ağır işkenceye maruz kaldıklarını söyledi.
Sonra 94’teki ayrılığı anlamadığını ama bunun düşmanın elini güçlendirdiğini söyledi. Hüsen’e hangi kanattan olduğunu sordu. Konferans kanadı olduğunu öğrenince pek sevindi. Ve Kirvelerin ‘anavatanına’ geri döndüklerini söyledi.
Gece, Ali’nin Gulasor adlı şiiri okunmasıyla bitti.
…
Kahvaltıdan daha yeni kalkmışlardı. Ali çıkageldi. Hüsen sofrayı kaldırmış, bulaşık yıkıyordu. Ali, kirvenin bulaşık yıkadığını gördü. Ape Memed’in yüz ifadesi değişti. En sonunda,
Ape Memed;
– Ali oğlum, biz ne yaptıysak sofrayı kaldırmayı ve bulaşıkları yıkamaktan kirveyi vazgeçiremedik. Yani oğul demem o ki, mesele bizi aşıyor.
Ali;
– Amca bir açıklamaya gerek yok. Ben kirveleri iyi tanıyorum. Siz yine de meseleyi sadece bulaşık ve sofrayla sınırlı tutmuşsunuz. Kirve başka evde olsaydı/kalsaydı, değil sofra, bulaşık, daha aklıma gelmeyen birçok işi üstlenirdi.
Ape Memed buna çok sevinir.
Ape Memed;
– Çok doğru söylüyorsun Ali oğlum. Hüsen Kirve daha birçok şey istedi de biz vermedik.
Ali;
– Amca ben kirvelerin yaşayış biçimlerini gayet iyi bilirim. Bizim burada, yani köy halkı arasında kirvelerden öğrendiğimiz ve pratiğe geçirdiğimiz şeyler, kirvelerin yaşamlarında pratiğe uyguladıklarının binde biri bile değil.
Ape Memed;
– Oğlum sen bunları nereden biliyorsun?
Ali;
– Amca benim çocukluğum kirvelerle geçti. Ben bilmeyecem de kim bilecek?
Ciran Ana, ilk kez Ali’nin bu kadar uzun konuştuğunu gördü. Şaşırdı.
Ape Memed ise, içinde, Kao’nun oğluna bak, meğersem ne çok şey biliyor. Acaba benim kızlarım, özellikle Saadet kızımdan çok mu biliyor? Yoksa az mı? Yok yok Saadet kadar nereden bilecek? O güne bugüne Saadet’i ben yetiştirdim.
Ape Memed eski günlerini hatırladı. Kirvelerden yeni bir şey öğrendiğinde hemen gidip kızına nasıl öğrettiğini hatırladı. Sonra, yok yok olamaz dedi. Kızım Saadet çok bilgilidir. Bilgili olanlara bir şey diyorlardı, aaahha şimdi hatırladım, Saadet kızım “bilgi küpüdür”. Bilgi küpü olması doğal, kimin kızı, o güne bugün Memed’in kızı. Kao’nun oğlu Ali’nin bilgisi olsa olsa kızım Elif kadardır.
Ape Memed biraz durduktan sonra, Elif’e de çok şey öğrettiğine karar verdi. Ama sonra Elif’in yaşı küçük olduğu için kirvelerden öğrendiği sıcak bilgileri aktarmadığını hatırladı. Ama sonra kızı Elif’in odasında sürekli kitap okuduğunu, kendisine ve ablasına sorular sorduğunu anımsadı. Yok yok dedi Kao’nun oğlu olsa olsa Ciro kadar bilgilidir. Burada böyle bilgi küpü dolu iki kız yetiştirdiği için kendisini tebrik etti.
Ape Memed kafasındaki soru işaretini çözemedi. Bunu çözmeliydi. Ama nasıl? Acaba kızı Saadet’e Ali’ye ilişkin sorular mı sormalıydı. Yoksa Hüsen kirve buradayken daha ona mı sormalıydı. Yoksa küçük kızı Elif’e mi?
Ape Memed, yok yok Elif olmaz, onun ağzında bakla ıslanmıyor. Hemen ne duymuş, öğrenmişse söylüyor. En iyisi ben kirveme sorayım. Bugün Ali’yle konuşsun, o Ali’nin bilgisinin derinliği nedir hemencik anlar. Zaten bugüne kadar Saadet’in ve Elif’in, birer bilgi küpü olduklarını öğrenmiştir. Yok yok kirve de olmaz, ya kirve kızar da benden özeleştiri isterse ben ne yaparım, tüm cahilliğim apaçık ortaya çıkmaz mı? Sonra kirve demezse, bu köy halkı demez mi “Memed ne biliyor ki kızlarına onu öğretsin!” Yok yok olmaz.
En iyisi yarın şehre gidip o iki sakallının tüm kitaplarını almak. O iki sakallının ismi neydi acaba? … Haaa hatırladım birinin adı Kar’dı… Yav Memo Allah aşkına Kar diye isim mi olur. Kirveler, bu iki sakallının kitapların dünyayı verselerdi kabul etmezlerdi. Böyle değerlidir o iki sakallı. Ama sen ne yapıyorsun Memo, Kar mı diyorsun… Açık ol Memo, sen daha o iki sakallının ismini bilmiyorsun. Bir de kendini en keskin ve en iyi Partizancı diye nam salmaktan geri durmuyorsun. Olmadı Memo olmadı! Ama ben o iki sakallının resmini görsem tanırım. Kitapçıya derim ki bu iki sakallının kaç tane kitabı varsa doldur poşete derim. Sonra, bu iki sakallının ismini öğrenirim. Hem kirveme, hem köy halkına havamı atarım. Bak bu oldu işte! İşte Memo kafayı çalıştırmak buna denir! Vesselam zehir gibi Partizancısın! Böylesi kafası dakik çalışan bir adamın kızlarının bilgi küpü olmaları normal! Kimin kızları ne de olsa!
Hüsen ve Ali odada saatlerce konuştular. Bu Ape Memed’in içini kemirdi. Kafasındaki çözdüğü sandığı çelişki yine belirdi. Bu sefer daha can alıcıydı. Ne yaptıysa işin içinden çıkamadı. En sonunda içinden, en iyisi erkenden nöbete gidip, orada sakin sakin düşünmeliyim… Ah kirvem olmasaydı benim aldığım ve köylülerin onayladığı kararları çiğner miydim! Olan oldu artık Memo, kendi düşen ağlamazmış, Kirve’nin Kao’nun oğlu için “gelsin gelsin” demesini onaylamayacaktım. Boşuna dizlerine vurmanın ne gereği var…
Ape Memed, nöbete erken gitti. Düşündü, düşündü yine ilk vardığı sonuca karar verdi. Yarın ilk şehre gitmek, o iki sakallının kitaplarını almak… Hüsen ve Ali birçok konuda sohbet etti. Bazen Ali konuştu Hüsen dinledi, Hüsen konuştu Ali dinledi.
Ali’nin vakti zamanında sevdiği bir kız varmış. O da Ali’yi seviyormuş. Ama kızın ailesi Deste’yi başlık parası için bir ağaya vermişler. Ali buna karşı pek bir şey yapamadığı için acısını içine gömmüştü. Bahar geldiğinde topraktaki tohum gibi sevdasının filizlenip boy vermesi gerekirken, onun sevdası toprakta canlanmayan bir tohum olarak kalmış. Sessizliğiyle içindeki isyanın bu şekliyle dışa vurmaya çalışmış. Hüsen bu konuda kendisine epey zihin açıcı şeyler söyledi. Bu bayağı olumlu etki yarattı Ali üzerinde. Bununla beraber Ali’nin, bu konuda Saadet’in de kendisine yardımcı olduğunu, hatta sadece bu konuda değil, birçok konuda yardımcı olduğunu söyledi.
Ali’nin nöbet sırasıydı, Hüsen’in talebi üzerine Ali nöbete gönderilmedi. Babası Ape Ayhan gitti. Ali daha sonra kirvenin istediği malzemeleri evden aldı getirdi. Kirveyle akşam için sürpriz hazırlıyorlardı. Saadet’i de odaya aldılar. Üçü yaklaşık bir saat odadan hiç çıkmadılar. Odadaki ritimli hareketliliği Elif’in odaya girmesiyle daha da alevlendi. Bu akşamki ziyafetin konuşmacı konukları odadakilerdi. Köy halkına sürpriz yapıp ihtiyarların bu akşamki konuşmalarına kota koymaya karar verdiler.
Saadet ve Elif annesine akşamki ziyafet için yardıma gittiler. Ali mutluydu, yüzünde tanımlanamayan çocuksu bir sevinç okunuyordu. Saadet ve Elif’e artık sadece isimleriyle değil, kirvesine seslendiği gibi hitap ediyordu. YOLDAŞ! Bu değişiklik sadece Ali’de değildi. Saadet Elif’e Elif de Saadet’e bu şekilde hitap etmeye başladı.
Nöbetten gelenler rapor verdiler. Herhangi olumsuz bir durum olmadığını söylediler. Saadet ve Hüsen yemek yenilen salona, herkesin rahatlıkla görebileceği bir metre uzunluğunda bir pankart astılar. Pankartın üstü bir bezle örtüldü. Ape Memed, şehirden gelince bezi gördüğünde Elif’e:
Ape Memed;
– Kızım bu nedir?
Elif;
– Baba o sürpriz. Akşam yemekte öğrenirsin.
Ape Memed;
– Kızım ben senin babanım, bir göz atsam…
Elif;
– Olmaz baba!
Ape Memed;
– Kızım ne olacak, kimseye söz etmem hem de!
Elif;
– OL-MAZ baba!
Ape Memed;
– İyi kızım, madem öyle diyorsun…
Herkes merak etti bezin altındakini. Ama kim sorduysa pankartı, Elif aynı cevabı verdi. “OLMAZ!” Artık herkes hazırdı. Masaya oturdular. Yemeğe başlanılmadan Saadet söze başladı:
Saadet;
– Baba, Ayhan Amca, Muhtar Amca, bugün sizin yerinize biz konuşacağız. Apeler başıyla onayladı.
Saadet;
– Bu konuşmamı, Elif, Ali ve kendi adıma yapıyorum. Biz bugün bir karar aldık. O kararı size açıklıyorum. Üçümüz Hüsen yoldaşla birlikte gitme kararı aldık. (Sesinde heyecan ve hafif titreme vardı.) Elif ve kendi adıma söyleyecek olursam, babam ve annemin bu kararı sevinçle karşılayacaklarını biliyorum. Asıl Ayhan amca, senin, Ali’nin bu kararı nasıl karşıladığını merak ediyoruz.
Ape Ayhan;
– Kızım en az senin bu ihtiyar baban kadar sevindim. Hem kirveler ne diyor “kararına saygı duyarım.” Ben de Ali’nin kararına saygı duyuyorum.
Ali;
– Sağol baba.
Ape Ayhan;
– Sen sağol oğlum. Ben sana güzel bir gelecek sunamadım. Bari sen çocuklarına daha güzel bir dünya bırakma mücadelesi ver.
Ape Memed içinden, hele sözlere bak. Büyük ihtimalle vakti zamanında benden duymuştur gavur. Şimdi benim sözlerimle, sadece bana değil, kirveye, bu insanlara hava atıyor. Aklıma da cafcaflı bir-iki söz de gelmiyor ki söylesem kızlarımı kutlasam.
Saadet söz aldı. Şimdi herkesin Hüsen yoldaşlarını dinlemesini istedi. Herkes sustu…
Hüsen;
– Bugün sizlerle dördüncü kez sofraya oturuyorum. Aslında bugüne kadar daha çok sizi dinledim. Bu benim için gerekliydi. Çünkü bu dinleme daha çok sizleri tanımaya dönüktü. Bu dört günde sizlerden o kadar çok şey öğrendim ki anlatamam. Burada adım gibi emin olduğum bir şeyin tekrar canlanmasına tanık oldum. Bundan kıvanç duydum. O da nedir biliyor musunuz? (Yerinden kalktı, üstü örtülü pankarta doğru gitti. Ve pankartın üzerindeki örtüyü kaldırdı. Ve pankarttaki yazıyı sesli okudu.) “Devrimi Halk Kitleleri Yapar!” Adım gibi emin olduğum budur. Ben burada bunu gördüm. Tarihteki tüm devrimlere baktığımızda yine bu sloganı görürüz. Halkın içinde yer almadığı hiçbir şey zaferler kazanamaz, bunu gördüm. Demem o ki, siz beni o halde görüp düşmana teslim etmeyerek, bu devrimi yaptınız! Biliyorum bu köy halkının yüreği her zaman devrimcilerle, Partizancılarla olmuştur. Ama yine de sergilediğiniz bu pratik devrimdir. Belki içinizde (daha önce söylediğiniz gibi) “oğlum her şeyden önce bir insanlık vazifesidir. Biz bunu yerine getirdik” diyebilir. Bu doğrudur da, ama yaşadığımız coğrafyada düşman nezdinde sizin bu pratiğiniz büyük bir suç ve büyük bir bedele denk gelir. Siz bu “suç”u işlemekten, bu bedeli ödemekten geri duramadınız. Taa ilk andan itibaren benim kim olduğumu biliyordunuz. İşte bunu kastediyorum sevgili halkım! Siz bir devrim yaptınız gözlerimin önünde.
Siz sadece beni ölmek üzereyken kurtarmadınız. Bir Partizancıyı, bir kirveyi kurtararak, Partiye yardım ettiniz. Şimdi ben de, partim de sizin bu pratiğinizi büyük bir sevinç ve mutlulukla karşılıyor, alkışlıyoruz. Siz benim özgülümde partiye evinizin kapısını açtınız.
Ekmeğinizi, sıcak çayınızı, yemeğinizi bölüştünüz. Sadece bu da değil, siz benim özgülümde partiye yüreğinizin kapısını açtınız. Burada sadece yeme-içme değil (ki kaldı ki sizler, bunun en iyisini yaptınız) sohbetlerinize, dertlerinize, acılarınıza, sevinçlerinize ortak ettiniz. Son olarak diyorum ki halk olmadan devrim olmaz. Şimdi artık burada Partizancı olarak bir Hüsen yok. Hüsen’le birlikte üç tane daha Partizancı oldu. Çocuklarınızın yani, kızlarınızın ve oğullarınızın mücadeleye katılmasına bu kadar sevinen bir köy halkı daha görmedim. Bu anlamıyla sizler, kendi içinizde bir devrim daha yaptınız.
Hadi yoldaşlar şu pankarttaki sloganı hep birlikte bir kez atalım.
“ DEVRİMİ HALK KİTLELERİ YAPAR!”
Ziyafet coşkulu başladı, coşkulu bitti. Mircan Ana’nın oğlu Hakan, kirveyle kendisinin de gitmek istediğini söyledi. Mircan Ana herkes çocuğunu, sevinçle, coşkuyla yolluyor, benim onlardan neyim eksik deyip, bu mücadelede oğlu Hakan olmazsa eksik olacağını söyledi. Oğluyla o an gurur duydu. Çünkü Hakan bunu bekliyordu. Şimdi Partizancıların sayısı beşe yükseldi. Sırada, yenileri yetişiyordu. Meral, Ali Haydar, Guley… Mücadele onları da bekliyordu.
Ape Ayhan, iki gün sonunda anonsu ezberlemeyi başardı. Ziyafet boyunca, masadaki (çocuk-yaşlı demeden) herkesi kaldırdı. Yumrukları baş hizasında tutturdu. Sonra anonsu okuyup, diğer kitleye tekrarlattırdı. Ape Ayhan anonsu ezberlemişti ezberlemesine ama “Ardından Yürüsün Proletarya”ya dili dönmedi. Burasını söyleyemediği için jet hızıyla geçti. Bir Hüsen, Saadet, Elif, Ali doğrusunu söyleyebildi.
Ciran Ana, çocuklarına gittikleri günün ertesinde davul zurnayla bunu kutlayacaklarını söyledi. Muhtar, Ciran Ana’ya da bunun yakıştığını söyledi. Ape Memed Partizancıların birden beşe çıktığına, yarın da on, yüz, bin olacaklarını söyledi. Eskiye vurgu yaptı. O zulüm günler geri gelirse, başının üstünde yeri olduğunu söyledi. Herkes, evine giderken, Hüsen Ali’yle özel bir şey konuşacağını söyledi.
Hüsen;
– Ayhan Amca, eğer senin için uygunsa ben yarın erkenden Ali’yi bir yere yollayacam?
Ape Ayhan;
– Kirve o artık senin yoldaşın. Ben bir şey diyemem.
Ali;
– Babam doğru söylüyor yoldaş, artık senin emrindeyim.
Hüsen;
– Ali yoldaş sabah erken gel.
Ali;
– Tamam yoldaş.
Gece bitti. Hüsen tam odasına girip kafasındaki yazıyı yazacakken;
Ape Memed;
– Oğlum bu curcuna içinde söylemeyi unuttum. Marks ve Engels yoldaşın birkaç kitabını aldım. Kızlarla okursunuz.
(Hüsen poşete bir gözattı. Poşetin içinde birkaç kitap değil, epey kitap olduğunu gördü.)
Hüsen;
– Amca senin birkaç tane değin kitaplar bunlar mı? Nerdeyse iki ustanın tüm eserlerini alıp getirmişsin. Niye bu kadar masraf ettin?
Ape Memed;
– Oğlum okursunuz. Sizin bunlara ihtiyacınız vardır.
Hüsen;
– Çok teşekkürler amca. Çok sağol.
(Ape Memed uygun fırsatı buldu!)
Ape Memed;
– Kirve, bu kızlar o zor koşullara dayanabilirler mi?
Hüsen;
– Amca benim bu konuda onlara güvenim tam. Sadece zor koşullara karşı değil, öyle pırlanta gibi yetiştirmişsiniz ki, kısa süre sonra mücadeleye büyük katkıları olur.
Ape Memed’in bu hali anlatılmazdı. Bakılmalı ve görülmeliydi. Tam bir mutluluk içindeydi. Kendisiyle gurur duydu. Demek ki emeklerin boşuna gitmemiş. Bak oğlum Memo ben sana demedim mi kirvem hemen çözer… İşte bir kez daha yanılmadın. Bravo sana.
Ape Memed;
– Ayhan’ın oğlu Ali’de epey bilgili.
Hüsen;
– Evet amca o da iyi… Bir Saadet olamaz. Hatta bir Elif… Ama onun da daha üstün olduğu becerileri var. Hem de benden daha üstün. Her şeyden önüce iyi bir savaşçı olacak. Zamanla teorik olarak da kendisini geliştirir. Saadet, şimdi bile teorisyen. Elif’e de siz bakmayın, onun kimi aşırı davranışlarına, zehir gibi kafası var. Teorik olarak iyi. Az önce de söyledim mücadele bayrağını layıkınca taşıyabilecek kapasitedeler, hepsi…
Ape Memed az kala mutluluktan bayılacaktı. Bu ana kadar, ne kendisinin getirdiği çözüm ne de kitapları, onun aradığı çözüm kirvenin iki dudak arasından çıktı.
Ape Memed, içinden, demek kızım Saadet bir teorisyenmiş. Artık ne anlama geliyorsa. Ama iyi anlamda kullanıldığını biliyorum. Kirveler konuşmalarında bu teorisyen kelimesini kullandıklarında adeta yüz ifadeleri değişiyordu. Oh bee ne güzel. İşte Memed zamanında kirvelerden fırından çıkmış, sıcak ekmek gibi bilgileri taşımanın ve kızına yüklemenin faydaları bunlar. Kirve başka bir şey de söyledi. Tamam hatırladım; Kao’nun oğlu Ali’nin başka üstün becerileri varmış. Aah eşek kafam kirvemden önce sen farkına varsaydın ya, onları da kızlarına öğretirdin. Kızların tam bir savaşçı olarak çıksalardı Munzur dağlarına… Ama benim suçum değil ki. Bu Kao’nun oğlu uzun zamandır hayata küsmüştü. Son bir-iki gündür dile geldi. Aman neyse ya! Benim kızlarım teorik ve teorisyenlermiş! Bunlara sahip olanlar, diğerlerini çabuk öğrenirler. Acaba bu teorisyenlik ne anlama geliyor. Hazır kirve burdayken söylesem mi? Ya kızar özeleştiri derse…
Ape Memed, yüzü mum gibi aydın ve coşkulu olarak;
Ape Memed;
– Kirvem epey geç oldu, hadi iyi geceler.
Hüsen;
– İyi geceler.
Ali tarif edilen adrese gitti. Ancak ertesi gün cebinde bir notla çıkageldi. Ali notu Hüsen’e verdi ayrıldı. Hüsen aceleyle odasına çekilip, gelen notu açıp okudu.
Yoldaşlar, Hüsen’in ayakta ve yaşadığına çok sevindiklerini notun girişinde belirtmişlerdi. Sonra elde olmayan bazı nedenlerden kaynaklı kendilerini ancak üç gün sonra söyledikleri randevu yerinden alabileceklerini söylüyorlardı. Hüsen akşam olmasını beklemedi. Elif yoldaşa Ali ve Hakan’ı çağırmasını istedi. Elif yoldaş koşarak Hakan ve Ali’yi çağırdı. Hüsen yoldaşlara nottaki tam tarihi vermeyerek:
Hüsen;
– Yoldaşlar artık burada son günlerimiz, misafirliğin ve köyün tadını çıkarın.
Yoldaşlar sevinçliydiler. Ama hafif bir burukluk da vardı. Ama bu sevincin küçük bir bölgesi olamazdı. Yoldaşlar birbirine sarıldılar. Yüzlerinde mutluluk, gözlerinde ışıltılı aydınlık vardı. Elif, Hakan, Ali hangi gün gideceklerini çok merak ediyorlardı. Ama hiçbir sorma cesaretini kendilerinde bulamadılar. Hüsen en son nöbetten gelen Saadet’e de bu bilgiyi verdi. Saadet, o an kendisini gökyüzünde uçan turnalara benzetti. Elif’in kol hareketleri ve konuşmalarında değişiklik oldu. Artık o muzipliği bir kenara bırakmıştı. Şimdi Hüsen’e yarım Partizancık gözüyle değil, bir yoldaş, bir komutan, bir önder gözüyle bakıyordu. Ama önderine olan duygusunda bir değişiklik olmadı. Önderin ağzından çıkan her söze kulağını dört açarak dinliyordu. Hakan’da da kimi değişiklikler vardı. Özellikle anne ve kardeşiyle diyalogları değişime uğramış, daha ışık saçıcı bir biçime bürünmüştü. Ali, o eski içe kapanıklığını attı bir kenara. Düzgün konuşmasıyla bir ajitatör, el becerisiyle iyi bir çizer olma yönünde ilk adımını attı. Saadet, şimdi bile geleceği parlak bir kadın portresi çiziyordu. İleride partiye büyük katkıları olacağı kesindi. Hüsen bu konuda Saadet’e sonsuz güveniyordu. Konuları ele alış tarzına, başkalarından öğrenme isteğine hayrandı. Oturuşu, kalkışı, ağırbaşlılığı ve bir bütün sadeliğiyle halka örnek ve önderlik edecek bir kişilikti Saadet!
Artık dağılma vakti geldi. Hüsen, Hakan’a Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri’ni verdi. Sonra bunun ağır olabileceğini düşünerek, Saadet’in kitaplığından Kızıl Kayalar adlı kitabı verdi. Oda boşaldı, Hüsen, Ape Muhtar’ın getirdiği günlük gazetelere göz attı. Gelen gazetelerin birinde “Terör örgütü TKP/ML internet sitesinde bir teröristin nehir suyuna kapılarak kaybolduğunu açıklamıştır. Yapılan tüm araştırma ve incelemelerde herhangi bir sonuç elde edilememiştir. Araştırma ve incelemelerimiz devam etmektedir denmektedir” yazısını okudu. Yerinden zıpladı. Odadan çıktı. Babası ve annesiyle birlikte oturan Elif’i çağırır. Elif’e hemen Ali ve Hakan yoldaşları acil çağırmasını istedi. Sonra odasına girmeden, Saadet’in odasına doğru gitti. Birkaç defa kapıya vurdu, Saadet kapıyı açtı.
Hüsen;
– Gelebilir miyim yoldaş?
Saadet;
– Gel yoldaş.
Hüsen;
– Yoldaş, bizim hemen toplanmamız gerek. Parti benim hakkımda internet sitesinde kaybolduğuma ilişkin açıklama yapmış. Ben de, bugün Muhtar Amca’nın getirdiği günlük gazetelerden öğrendim.
Saadet ve Hüsen salonda, diğer üç yoldaşı bekler. Çok geçmeden yoldaşlar nefes nefese gelir, hep birlikte Hüsen’in odasına girerler. Hüsen, düşmanın bu haber sonrası istisnasız tüm köyleri basacağını söyler. Bunun için daha ileri boyutta güvenlik tedbirlerinin alınması gerektiğinden söz ederler. Bir saat on dakika sonra alınan tüm kararları Saadet yazar ve bitirir. Hüsen, Hakan’a tüm köy halkını çağırmasını ister. Hakan hışımla odadan çıkar. Beş dakika içinde tüm köy halkını toplar-getirir. Herkes merakla salona doluşur. Hüsen herkesin masaya oturmasını ister.
Hüsen;
– Bugün Muhtar Amca’nın getirdiği gazetelerin birinde benimle ilgili haber vardı. Parti benim kaybolduğuma ilişkin bir açıklama yapmış. Şimdi düşman bunun üzerine boş durmaz. Çünkü o bir kez kokuyu almıştır. Ya beni bulup zindana tıkmak ya da imha etmek isteyecektir ve bununla beraber tüm köy halkına zulüm uygulayacaktır. Bu yüzden biz beş yoldaş olarak, eski güvenlik tedbirlerini de göz önünde tutarak, onlara daha güçlenip, zenginleştirdik. Şimdi burada birazdan Saadet yoldaşın okuyacağı güvenlik tedbirleri geçerli olacak. Herkesten buna asgari düzeyde uymasını istiyorum.
Saadet okumaya başlar.
GÜVENLİĞİ ARTIRICI TEDBİRLER BİLDİRGESİ
1) Nöbet saatleri ve değişimleri aynı kalmakla birlikte;
a) İlk nöbeti tutacak/gidecek olanlar Saadet, Hakan ve Ali olacaktır.
b) İkinci nöbete gidecek olanlar o günkü nöbeti olmayan Saadet ya da Ali yoldaşa görüneceklerdir.
c) Ali ya da Saadet yoldaşın onayı olmadan o günkü nöbet sırası kimde ise gönderilmeyecektir.
2) Nöbet sırasında ya da öncesinde dikkat edilmesi GEREKEN HUSUSLAR!
a) Nöbet sırasında herhangi bir işaret yapılmayacaktır.
b) Türkü, marş, şiir, anons kesinlikle söylenmeyecektir.
c) İçki içmek yasaklanmıştır.
d) Tüm bunlara uymayanlar herhangi bir aktif faaliyette yer almayacaktır!
3) Hüsen yoldaşın güvenliğine ilişkin!
a) Gün doğmadan önce kendisi için, tahsis edilen güvenlikli bölgeye götürülecek.
b) Gün kararıncaya dek güvenlikli bölgede kalacaktır.
c) Hüsen yoldaşın güvenliğinden yine Elif yoldaş sorumludur.
d) Elif yoldaş dışında hiç kimse bu güvenlik saatleri içerisinde Hüsen yoldaşla temas kurmayacaktır!
Saadet bitirir, Hüsen söze başlayacakken Ape Muhtar boş bulunur:
Ape Muhtar;
– Kirve sen önde gelen kirvelerden olsan gerek.
Hüsen;
– (Ape Muhtar’ın sözüne kulak asmayarak) Şimdi hepinizden bu yeni güvenlik tedbirlerine uymasını rica ediyorum. Düşman çakal, sinsi, uyanık. O yüzden bizim ondan daha uyanık ve dikkatli olmamız gerekir. En küçük bir hata pahalıya mal olabilir.
Hüsen;
– Elif yoldaş, tehlike oluştuğunda benim kaldığım kısımdan hemen ayrılacaksın. Eğer düşman beni bulmaya yoğunlaşmışsa ve artık iki düşman burun buruna gelmişse ilk kurşunu alınlarına sıkacağım. Burada size, hepinize söylüyorum, kesinlikle beni ne tanıyorsunuz ne de benim nerede gizlendiğimi biliyorsunuz. Hiçbir şeyden haberiniz yok. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Saadet yoldaş, sana babanın getirdiği yeni kitapları, iyi bir yerde saklamanı istiyorum. Onlar yasal ama, düşmanımız tam bir alçak. En küçük bir şeyde şimşekleri üzerine çekebilir. O yüzden onları ilk bakıldığında görülmeyecek bir yere koy.
Saadet;
– Tamam yoldaş.
Hüsen;
– Ali yoldaş, sen de bizim birlikte yaptığımız tüm afişleri ve pankartı imha et.
Ali;
– Tamam yoldaş.
Hüsen;
– Ayhan Amca, az önce Saadet’in okuduğu kararda vardı. Ben yine tekrar edeyim. Nöbet sırasında ne bir hareket et ne de anons söyle. Zaten ezberlemişsin. Birkaç gün söylemezsen (en azından gün kararmaya başlayana kadar) iyi olur. Unutmayasın.
Ape Ayhan;
– Tamam kirve.
Hüsen- Muhtar Amca sen de…
Ape Muhtar;
– Kirveme söz veriyorum. Sizin güvenliğiniz için içmeyeceğim.
Hüsen;
– Şimdilik bunlar. Saat epey ilerledi. Herkes dağılabilir.
(Herkes birbirine iyi geceler diler ayrılır.)
Hüsen;
– Saadet yoldaş, bir saniye gelir misin?
(Saadet, Hüsen’in odasına gider.)
Hüsen;
– Eğer bu iki gün içinde bana bir şey olursa, şimdi sana vereceğim adrese iki gün sonra git. Orada, ne nasıl, ne zaman, nereye gideceğini yazıyor. İster al bu notu bu gece ezberle yok et… İster çok güvenlikli bir yere sakla. Kesinlikle düşmanın eline geçmesin. Partiye zararımız, benim şehit düşmemden daha pahalıya mal olur.
Saadet;
– Tamam yoldaş, ben bunu bu gece ezberlerim. Kâğıdı da imha ederim.
Hüsen;
– Yoldaş dediğim gibi, eğer bana bir şey olursa, sen oraya gideceksin. Yoldaşlarla görüşürsün. Geri dönersin. Gördüğün yoldaşlarla uygun buldukları bir tarihte randevu alırsın. Siz dört yoldaş bu randevu yerine gider, düşmanın bu saldırısına bir cana karşılıklı canla yanıt olursunuz. Sana son olarak öğüdüm şudur: Yoldaş mekân gözetmeksizin kendini her yönden geliştir. Senin partiye katacağın çok şey olacağını düşünüyorum. Neyse, zaman epey ilerledi, hadi git yat… İyi geceler.
Saadet;
– İyi geceler.
Hüsen gün doğmadan uyanır. Banyoya gidip elini-yüzünü yıkayacakken Elif ve Ciran Ana’yı mutfakta görür. Sessizce günaydınlaşır. Aynı ayrı odalardan Ape Memed ve Saadet çıkagelir. Onlarla da günaydınlaşır. Yüzünü yıkamak için banyoya gider.
Kahvaltı yapılır. Ana, bir şeyler hazırlar Hüsen ve Elif için. Hüsen Ape Memed’den gerilla elbiselerini ister. Ape Memed onları sakladıkları yerden getirir verir. Hüsen odasında giyinir ve çıkar. Ape Memed elinde olmayarak hafif sevinçten elleri titrer. Hüsen silahının nerede olduğunu sorar. Ape Memed, onun birazdan gideceği yerde olduğunu söyler. Hüsen, Ciran Ana’yla Ape Memed’le vedalaşır. Eğer kendisine bir şey olursa hakkını helal etmelerini ister. Ciran Ana duygularına hâkim olamaz, ağlar. Hüsen ağlamamasını ister ve ellerinden ve yanaklarından öper.
Sonra Saadet’i odasına çağırır.
Hüsen;
– (Sessizce) Tamam mı yoldaş?
Saadet;
– (Sessizce) Tamam yoldaş.
İki yoldaş kucaklaşır. Hüsen ve Elif çıkarlar. Artık Hüsen gün kararmasına kadar bekleyeceği güvenlikli bölgeye gelmiştir. Boşluğa düşerek;
Hüsen;
– Yoldaş benim bir tane kız kardeşim vardı. Seni ilk zamanlardaki biraz da asi pratiğine, muzipliğin bana hep kız kardeşimi hatırlattı.
Elif;
– (Az kala yarım Partizancık diyecekti!) Yoldaş artık gün kararmak üzere gitsen iyi olacak.
Hüsen;
– Emrin olur asi yoldaşım. Ee artık benim güvenliğimden sen sorumlusun. Aynı zamanda senin söylediğin her cümle benim için bir emirdir.
Elif;
– Hadi, hadi…
İki yoldaş kucaklaşır. Hüsen güvenli yere gider. Elif de kendisine ayarlanan yere geçer. Hakan yoldaş, nöbet yerinden koşarak geldi. Köylüler telaşlandı. Hepsi Hakan’ın etrafında toplandılar.
Ape Muhtar;
– Ne oldu Hakan kirve?
Hakan;
– Geliyorlar.
Ali;
– Kim geliyor yoldaş?
Hakan;
– Düşman, düşman geliyor!
Ali Hakan’a;
Ali;
– Sen git hemen Saadet’i çağır.
Hakan koşarak Saadet’i çağırır.
Ali;
– Memed amca sen Elif’e haber ver, gelsin.
Memed Amca, hızlı adımlarla kızına, tehlikeyi bildirdi. Elif güvenliği sağladığı bölgeye baktı ve her şeyin yolunda olduğunu görünce geldi. Nefes nefese Hakan ve Saadet geldi. Tüm köy halkı toplandı.
Ali;
– (Hızlı hızlı) Hiçbir şey olmamış gibi evlerinize dağılın. Bazılarınız bahçenizle ilgilenin, bazılarınız davarlarınızı gütmeye götürün… Normal günlük yaşamda ne yapıyorsanız onu yapın.
Saadet;
– Heyecana gerek yok. Herkes rahat olsun.
Herkes dağılır. Daha bir-iki dakika olmadan, köyün meydanı cellatlarının cemseleriyle doldu… Önce bir-ikisini, sonrası sayılmayacak kadar çoğaldılar.
Ape Muhtar içinden “kirve çok değerli. Dediğim çıktı. Bir kişiye on değil, yüz değil, nerdeyse binlerce asker gelmişler, kirve çok değerli çok. Allah vere ki sağ-salim burdan çıksın” dedi. Düşman köy halkının meydanda topladı.
Düşman;
– Duyduk ki sizin köye bir terörist gelmiş. Köydeymiş!
Ciran Ana;
– Vııy liîri kutik, domani mora vonu terörîst, domanı ma zerni zer, domanıma ji roj tize. (Vııy köpeğin oğlu, çocuklarımıza terörist diyor. Bizim çocuklarımız altındır altın. Güneş gibi aydınlar.)
Düşman;
– Ne diyorsun be kadın sus!
Ape Memed, anaya sert bir bakış attı. Ana sustu.
Düşman;
– Şimdi bize ekstradan iş çıkartmayın. Nerdeyse söyleyin, biz gidip alalım. Ayrıca siz teröristin yerini söylerseniz, sizin hakkınızda bırakın soruşturmayı, devletimiz, sizi bu pratiğinizden dolayı ödüllendirecektir. Hemen karar vermeyin. Biliyorum sizin köyü, milletini, devletini seven bir köy. Bize yardım edeceğinizi biliyorum. Teröristin tehdidine boyun eğmeyeceğinizi de biliyorum.
Ape Ayhan;
– Bizim köyde bizden başka ne “terörist” var ne de bir başkası. Ahaa bu kadarız topu topuna.
Düşman;
– Beni dinleyin. Bu terörist, vatanı, milletimizin bütünlüğünü parçalamaya, bölmeye çalışıyor. Sizin yüce evlatlarınıza pusu kurup, öldürüyor. Şimdi hemen yerini söyleyin. Nerede sakladınız onu…
Ape Ayhan;
– Bizde böyle biri yok.
Düşman;
– Kim sana söz hakkı verdi ulan! Birazdan tüm köyün altını-üstüne getireceğim, değil teröristi, yabancı birine rastlarsam, sen o zaman görürsün ben de sana neler yapacağımı?
Ape Ayhan;
– İşte burada doğru söylüyorsun komutan. Bu devletin, köylüden, halktan esirgemediği tek bir şey varsa o da tehdit, baskı, işkence ve ölümdür. Bunu çok iyi biliyoruz komutan!
Düşman;
– Biz teröristi boşuna arıyoruz. Şimdi fark ettim ki terörist, vatan haini hemen karşımızda duruyormuş.
Düşmanın ağzından salyalar akıyordu. Öfke düşmanlık akıyordu. Tıpkı sözleri gibi. Ape Ayhan’ı kara kafasıyla tehdit etti.
Ape Memed;
– Komutan bilirsin, bizde adettir, köyümüze misafir gelen insana kapımızı açar, çayımızı ikram ederiz. Fakat sadece insan olana komutan! İnsan olana! Siz bunu bizden daha iyi bilirsiniz. Size ekmeğimizi değil, çöpümüzü bile vermediğimizi!
Düşman;
– Konuşun, konuşun. Vatan, millet, devlet hainleri konuşun. Birazdan size gösterecem.
Ape Muhtar;
– Bizde yalan yok komutan! Biz senin koruduğun devletin, vatanın hiçbir zaman bir parçası olmadık. Birazcık bizi araştırırsan, bunu görebilirsin. Bizi boşuna tehdit etme, biz tehdidin alasını da gördük. İşkencenin de, ölümün de. Bizim bir canımız var komutan. Onun ötesinde kaybedeceğimiz bir şeyimiz yok.
Biz de uzun zamandır diyorduk (alaylı) bu devletin askeriyesinin soyu mu kurudu! Meğersek yanılmışız!
Ape Ayhan;
– Bravo Muhtar!
Ape Muhtar;
– Sizin burada kimi aradığınızı bilmiyoruz! Eğer aradığınız kişi, bizim çocuksa, onu size teslim edecek kadar namussuzlaşmadık daha! Bu alçaklığı, namussuzluğu zamanında yapanlar olmadı değil, oldu. Ama şimdi yüzlerini yerden kaldırmıyorlar! Cehennem olsunlar!
Komutan içinden “vay vatan hainleri vay. Size gösterecem elbet, hem de topunuza! Bırak şimdi zehrini akıtsınlar devletimize! Akıtsınlar ki, onların kulaklarını kopartayım, akıtsınlar ki, anlarından içtikleri sütü burunlarından getireyim. Bu konuşan vatan haini ne dedi? ‘Birazcık geçmişimize baksan, bizi tanırsın’ dedi. Demek ki bunların vatan-millet bölücülüğü daha eskiye dayanıyor… Ama onlara gösterecem… Yüce devletimize, askeriyemizin komutanına dil uzatmak neymiş öğrensinler!” dedi.
Üç ihtiyar bilardo salonunda, bir bilardo masasında üç top oynuyorlardı. Komutanı oradan oraya vurup duruyorlardı.
Ape Muhtar;
– Komutan sen konuşmanın girişinde “sizin köye bir terörist gelmiş” dedin. Anladığım kadarıyla sadece birçoğumuzdan bahsediyorsun. Size sorarım komutan! Utanmıyor musunuz? Bir kişiye onlarca cemse, binlerce askerle saldırmak! Demek ki aradığınız halk çocuğu şu an sen de dâhil binlerce askerinize bedel. Size sorarım komutan! Böyle bir insan elimizde olsa size verecek kadar şerefsiz miyiz komutan!
Ape Memed;
– Komutan ne duruyorsun hadi evlerimizi talan et, ahırlarımızı yok et. Hayvanlarımızı telef et. Bizi işkenceye al, o da yetmezse öldür. Korkma sen bu konuda yeni değilsin, bu konuda devletinin icraatı maşallah çok. Rahat ol!
Ape Ayhan;
– Ah komutan ah. Biz zamanında büyük bir eşekliği yaptık. O yüzden bugüne kadar bunun cenderesini çektik.
Ape Memed;
– Biz yaşadığımızı yaşadık komutan! Bizi korkutmaya çalışma. Bak sana ihtiyar öğüdü. Sen kork, korkuyorsun zaten, görüyorum.
Düşman, emrindeki askerlere “Bu üç bunak eşkıyayı bunlardan ayırın ve kollarına girip tutun” dedi. Üç ihtiyarı, üç bilge insanı birden gülme tuttu. Bakışırlar birbirine. İçlerinden “demek ki kirve haklıymış, halen parti için işe yarıyormuşuz…” dediler içlerinden. Düşman tüm köyü talan eder. Altını üstüne getirir. Ama amacına ulaşamaz. Köpürür, ağzı mikrop saçar etrafa. Düşman Ape Muhtar’a yöneldi, yumruk attı yüzüne. Ape Muhtar’ın ağzından kan gelir. Düşman bir tane daha vurur.
Ape Memed;
– Sen de tıpkı devletin gibi acz içindesin.
Düşman;
– Demek öyle haa!
Düşman Ape Memed’e doğru gider. Peş peşe Ape Memed’in yüzüne vurmaya başlar.
Ape Ayhan;
– Sizin devletiniz insanlığın yüz karasıdır. Sen gurur duyabilirsin devletinle, ama bizden boşuna böyle bir şey bekleme!
Düşman;
– Senin kulaklarını kopartayım da, sana yüz karası neymiş öğreteyim.
Düşman Ape Ayhan’ın kulaklarına abanır, kanatır.
Ape Muhtar;
– Vay zavallıcık vay.
Düşman elle kulak kopartmayı bırakır. Ape Muhtar’a doğru gider. Ape Muhtar’ın gırtlağına yapışmadan, Ape Muhtar düşmanın yüzüne kanlı bir tükürük atar. Düşman gırtlağına sarılır. Bırakır yumruk atar, yere düşen Muhtarı tekmelemeye başlar.
Ape Ayhan;
– (Köy halkına bakarak) Çocuklarım, güzel çocuklarım, siz de babalarınız gibi onurlu bir hayat yaşayın. Ucunda ölüm de olsa… Namussuzluk yapmak kitabımda yoktur. Eğer içinizden onurlu hareket etmeyen olursa, o bizim çocuğumuz değildir. Bunu böyle bilin!
Ape Memed;
– Komutan gel sana gününü göstereyim.
(Düşman, Ape Memed’e doğru yönelir. Bir an durur, düşünür. “Ula bir oraya, bir buraya gitmektense, emrin altındaki askerlere yaptırsana bu işi… Yoksa bu bunak eşkıyaların sözlerinden etkilendin de tek başına mı cenge giriyorsun.”)
Düşman askerlere talimat vermeden köy halkının içinde, Ciran Ana’yı parmağıyla göstererek, iki askere onu ayırmasını istedi.
Düşman;
– Bu bunakları bir güzel benzetin. Devlete karşı gelmek neymiş öğrensinler, eşkıyalar!
Asker, üç ihtiyar delikanlıya saldırdı. Tüm köy halkı her şeyi göze aldı. Askere saldırdı. Asker herkesi nefesi kesilinceye kadar dövdü.
Düşman anaya doğru gitti.
Düşman;
– Sendin he bana küfür eden. Seni gidi yaşlı orospu seni.
Ana;
– İt oğlu it! Senden mi korkacam?
Düşman ananın başından tuttu, yere doğru savurdu. Ana yere kapaklandı. Düşman eğildi, ananın saçlarından tutarak yerde sürükledi.
Ana haykırdı:
– Kirvenin yerini biliyorum! Derimi de yüzseniz etimi liğme liğme etseniz de size göstermem.
Düşman ananın şuurunu yitirdiğini düşündü ve bıraktı. Sonra şimşek çaktı. Koro gür bir sesle haykırdı.
– Yaşasın Kirveler!
– Kahrolsun Devlet!
– Kirve bizdeyse de vermeyiz ha!
15 GÜN SONRA
Hüsen soruyordu!
– Dişleri kırılanlar mı yoksa kıranlar mı kazanmıştı!
– Kulakları kopartılmak istenenler mi yoksa kopartmak isteyenler mi kazandı!
– Yaşasın kirveler diye bağıranlar mı, yoksa bu slogana düşman olanlar mı?
– Yaşasın kirveler, kirve bizdeyse de vermeyiz ha! diyenler mi yoksa karanlığı temsil edenler mi?
Kim kazandı! diye soruyordu!
Ape Memed, düşmanın bu saldırısından sonra, 15 gün boyunca çok sevdiği Allah’a sitem etti. Zulme sessiz kalan zulümlerdir! dedi. Hüsen dört yoldaşıyla birlikte yirmi gün sonra gerilla birliğine katıldı. Katıldıkları ertesi gün davul-zurna sesleri geliyordu çok uzaklardan. Partizancılar bu sesi duydular. Bu ses çocuklarını gönüllü olarak gerillaya gönderen köy halkından geliyordu. Bu seste derinlik, feda ruhu, fedakârlık, sahiplenme, geleceği kurtarma vardı. Partizancılar sevinçliydiler! Yüzlerinde çekimsiz bir güzellik, bir inanç ve kararlılık okunuyordu.
Yüzleri güneş gibi aydın!
Doğa gibi renkli ve derindi.
-BİTTİ-