İmha, inkâr ve asimilasyon politikaları bu topraklarda yüzyıllardır var olan, olmaya devam eden politikalardır. Bu politikaları görmek ya da öğrenmek çok kolay bir durum. Şu an yaşadığımız yerin adından tutun da kendi adlarımıza kadar, var olan birçok şey aslında bize bu politikaları göstermektedir.
Yer, bölge ve köy isimlerinin değişikliği, aile içinde kullanılan isimlerin kimliklerde olmaması, dilimizin yasak ve bilinmeyen bir dil olarak nitelendirilmesi durumları tam olarak asimilasyon ve yok etme politikalarının bir parçası… TC devleti kurulduğu anda ya da kuruluş aklı olan ittihatçı zihniyet varlığı ile beraber sistematik olarak kendi dışındaki tüm öteki halkları, ulusları Türkleştirme politikası geliştirmiştir.
Bugün coğrafyanın hangi bölgesine bakarsanız bakın asimilasyon politikaları ile karşılaşırsınız ve yok edilmiş etnik topluluklar, azınlıklar görürsünüz. Bugün kendi topraklarında yok edilmiş onlarca farklı topluluk ve ulus var. Rumlar, Hemşinler, Lazlar, Çerkesler, Ermeniler Müslümanlık dışında inançlara sahip topluluklar devletin yarattığı tekçi anlayış üzerinden asimilasyon politikaları ile yok edildiler.
TC sınırları içerisinde yaşayan her topluluğa, bireye sadece ve sadece Türk Sünni kimliği dayatıldı ve bu politikalar karşılığını da büyük oranda aldı. Üst ve tek kimlik olarak inşa edilen Türk Sünni kimliği aynı zamanda birçok ayrıcalığa sahip olma haline getirildi ve bu da onun zorla kabul edilme halini ortaya çıkardı. Kurulduğu ilk günden beri Türk üstünlüğü ve herkesin Türk olduğunun propagandası, sistem içinde yer edinmenin tek şartı olması gibi durumlar asimile olma halini arttırdı.
Aynı zamanda geçmişte de bugün de birçok propaganda yöntemi ile hayali kahramanlar inşa ederek, diğer halkları aşağılayarak insanları Türk Sünni kimliğine özendirdiler. Örneğin Yeşilçam tarihi filmleri, günümüz askeri ve mafya dizileri bu kimlik inşasına örnek gösterilebilir.
Bugün birçok aşağılama ya da burjuva ahlaki değerlerine uymayan kelime, meslek, durum bu coğrafyada var olan halklarla eşdeğer anlamda kullanılıyor. O kelimeleri, biçimleri burada kullanmayacağız ama he pimiz birçoğunu biliyoruz ya da yaşamımızda denk gelmişizdir.
Asimalasyon politikalarının dünde bugüne en büyük acısını ve ceremesini Kürt ulusu ve halkı çekmektedir. İttihat ve Terakki döneminde çıkarılan Tehcir Kanununun 12. maddesi Kürt’lere yapılan planlı asimilasyonu gösteriyor; “Kürtler ufak ufak kafilelere ayrılıp, silahlarından arındırılarak değişik bölgelere gönderilecek ve orada genel nüfusun yüzde beşini geçmeyecektir. Kürt mültecileri yerlerine geri gönderilmeyecektir.” (akt. Berna Akçura, Devletin Kürt Filmi, Ayraç Yay.) Aynı durum TC devleti kurulduktan sonra da artarak devam etmiştir. “Dersim evvelâ koloni (sömürge) gibi nazarı itibara alınmalı; Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen (kademeli olarak) öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.” (Savunma bakanlığı 1930 yılı Dersim raporu) İçişleri Bakanlığı tarafından 1931 Kasım ayında hazırlanan raporda “Dersim’de açılacak mekteplerle istikbalin Dersimlilerini bugünkünden daha medeni yumuşak hale getirmek ve Türklüğe yaklaştırmak ve kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Mektepler vasıtası ile Türk lisanı Dersim’de temin edilmelidir.”
Yukarıdaki rapor ya da şark ıslahat planları vb TC kararları ve yaptıkları yüzlerce örnekle çoğaltabiliriz ama derdimiz sadece yaşananları yazmak değil neden yapıldığını, bunların karşısında ne yapılacağı durumunu ortaya çıkartmaktır. Tek kimlik inşası oluşturmak için birden fazla yol yöntem kullanılmış ve kullanılmaya da devam ediyor. Anaokulu, yatılı bölge okullarının ilk olarak Türkiye Kürdistanı’nda kurulmaları tesadüf değildir.
Çocukları ailelerinden ve kendi toplumundan uzaklaştırılması onları asimile etmenin en iyi yoludur. Yatılı bölge okullarında okuyan herkes ortaya konulan asimilasyon politikalarının ne kadar “sonuç alıcı” olduğunu ilk gözden görebilir. Tek kelime Türkçe bilmeyen çocuklara zorla Türkçe, Türklük ve Sünnilik dayatılarak üst kimlik inşa edilmektedir. Buralarda Türkçe öğrenen birçok Kürt çocuğu kendi anadilinden ve toplumundan nefret eder bir duruma getirilmektedir.
Bu durum aslında devletin tüm alanları için geçerli, Türkçe bilmiyorsan bu devlette yaşama şansın yok sayılıyor. Binlerce insan Kürtçe bilmediği için sağlığa erişim, adalete erişim haklarına sahip olamıyor.
Bu sistemin aslında zorunlu rıza inşası durumudur ve bunun birde katliam ve işkencelerle olan biçimleri var. Gerçi bunların hepsi bir katliam ve işkence ama… Türkçe dışında başka dillerin yasaklı olması devletin bulunduğu ve dokunduğu her alanda diğer dilleri ve halkları yok etme durumu sürekli var olan bir uygulama. 1980 darbesi ve sonrasında hapishanelerde yapılan zulüm bunun en net örneği.
Binlerce Kürt, Türkleştirme adına altında sistematik işkenceye maruz kaldı ve katedildi. Sistematik olarak Kürtlere ve Kürtçeye karşı diğer var olan öteki ve ezilen topluluklara karşı düşmanlık yaratıldı. Kürtçe konuşanlar ya da Kürt olduğu anlaşılanlar linç edildi, dışlandı ve katedildi. Aslında bu düşmanlaştırma, asimile etme hali TC’ye özgü bir durum değil bu emperyalist kapitalist sistemin kendini var etmek için ortaya koyduğu kanlı politikalarından sadece ve sadece biri.
Bugün aynı durum dünyanın birçok yerinde geçmişten bugüne sürmeye devam ediyor. Biçimler, yöntemlerin hepsi neredeyse birebir aynı. Sistem, kendini var etmek ve sömürüye devam etmek için her yolu deniyor, her yönteme baş vuruyor.
Ezilen ve ötekileri yaratıp düşmanlaştırarak kendisine yönelebilecek tüm durumları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Basın, kilise, mizah dergileri, kısacası egemen sınıfların elindeki her türlü araç, bu düşmanlığı yapay olarak canlı tutuyor ve yoğunlaştırıyor. İngiliz işçi sınıfının örgütlülüğüne rağmen güçsüzlüğünün sırrı, işte bu düşmanlıktan etkilenmiş olmasında yatıyor. Kapitalist sınıfın iktidarını sürdürmesinin sırrı da bu. Ve kapitalist sınıf bunu çok iyi biliyor. (Karl Marx Seçme Yazışmalar 2, 1870-1895 Sol Yayınları, 1996 Marx’tan Sigfried Meyer ve August Vogt’a Mektup 9 Nisan 1870)
Yukarıda Karl Marx’ın da dediği gibi kapitalist sınıf, iktidarı nasıl sürdüreceğini çok iyi biliyor. Asimilasyon politikalarının en öne çıkan yöntemlerinden biri de özendirme, yani hakim kimliğe sahip olma isteği, arzunun inşası durumu. Özenme, arzu etme durumun farklı biçimleri var.
İlk olarak kendi içinden üst kimliğe geçenlerin varlığı, ikincisi ise üst kimliğe duyulan hayranlık. Örneğin, hakim ulusa benzemek, istemek veya kendi toplumundan bunu başarmış kişileri referans almak.
Bu coğrafyada yaşayan birçok çocuk genç tarihi filmlerden etkilenerek -Kara Murat, Tarkan gibi- Türk olmak istemiştir. Bu karakterler hayali karakterler olabilirler ama ortaya koydukları ideolojik gerçeklik, Türk kimliğinin inşası durumu bir gerçekliktir. Aynı durum bugün inşa edilen dizi, film dünyası için de geçerlidir. Bir toplum neyi tüketiyorsa ona benzer. Bir başka yöntem de o topluluğun içinden çıkmış popüler ya da bilinir hale gelmiş figürlerin varlığı.
İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Yavuz Bingöl, Hakan Fidan, Mehmet Şimşek, Kemal Kılıçdaroğlu vb. örnekleri arttırabiliriz. Bu kişiler sahip oldukları kimliği reddedip Türk kimliğinin kabulü üzerinden kendini yaratmış karakterlerdir.
Sistem bu tipleri bize örnek vererek aslında benim istediğim gibi olursanız birçok şey olabilirsiniz demek istiyor ama biz biliyoruz ki bu karakterler kendi kimliklerine sahip çıksalardı orada olmazlardı. Bu topraklardaki asimilasyon politikaları çok eskilere dayanır.
Osmanlı devletinden TC’ye miras kalan ve bugünkü sisteme angaje olan bir durum. Tarihte, Osmanlı devleti, devşirme sistemi ile insanları asimile ediyordu. Bugün yukarıda adı geçen karakterler de devşirilmiş karakterlerdir. Onun için onlar sistemin bekçiliğini ve sadece koruyuculuğunu yaparlar. Hiçbir zaman kendi ezilen kimliklerini doğru noktada kullanmazlar, sadece sistemin çıkarları doğrultusunda kullanırlar.
Çözüm sürecinde biz ne çok ünlünün, tanınan figürün Kürt olduğunu öğrendik değil mi? Şimdi Kürtlere yönelik baskı politikaları arttığında bunlar nerede? Bunlar ve benzeri karakterler asimilasyon politikalarının ürünü ve taşıyıcılarıdır. TC’nin asimilasyon politikalarının karşısında durabilmenin yegane yolu onunla politik ve örgütlü olarak mücadele etmekten geçer. Ezenlerin, halklar arasında yarattığı düşmanlık politikalarına, dilin yok edilmesi politikalarına ve benzeri birçok politikasına yönelik bilinçli ve örgütlü karşı koyuş sergilemeliyiz.
Bugün ortaya koydukları politikaların neye tekabül ettiğini iyi anlamalıyız ki onu alt etmek için doğru politikaları geliştirebilelim.
*Bu makale, YDG Dergisi’nin 22. Sayısından (Ekim-Kasım 2024) alınmıştır.