Hatırlanacağı gibi üniversiteler “harçlar kaldırıldı” aldatmacasıyla açılmıştı. Doğrudan Başbakan’ın duyurduğu bu durum devlet sözcüleri tarafından “üniversitelerde devrim” olarak tanımlanmıştı. İlerici güçler tarafından bu aldatmacanın teşhiri sürdürülürken YÖK Yasası’nın değişimine yönelik ortaya konan metin, üniversitelerdeki yankıyı güçlendirmişti. Bu yankı 6 Kasım’ı da örgütlemiş, üniversitelerin özgünlüklerinde açığa çıkan farklı protestolarla daha da duyulur olmuştu.
Başbakanın Göktürk-2’nin uzaya fırlatılması vesilesiyle sefere çıktığı ODTÜ ise öğrencilerle polisin çatışmasına sahne olmuştu. Başbakanın ODTÜ’de öğrencilere, öğretim görevlilerine, eyleme vs. yönelik saldırgan sözleri varolan durumu iyice büyütmüş; deyim yerindeyse ODTÜ üzerinden bir “saflaşma” yaratılmıştı. Başbakan’ın zihniyetine karşılık onlarca üniversiteden yüzlerce öğretim görevlisi bu “saflaşma”da ODTÜ’den yana olmuş; arka arkaya birçok yerden ODTÜ’ye destek açıklamaları yayınlanmıştı.
ODTÜ’de duruma ilişkin eylem ve boykotlar yapılırken birçok üniversitede de ODTÜ’ye destek eylemleri örgütlenmişti. Bu eylemler içerisinde öne çıkanlardan biri de Tunceli Üniversitesi olmuştu. ÖGB’ lerin ODTÜ’ye destek veren bir afişe saldırmak istemesiyle başlayan süreçte rektörün çağırdığı çevik kuvvetle çatışma çıkmış, sonrasında 19 kişi gözaltına alınmıştı. YDG, DGH, SGD’nin ve yurtsever öğrencilerin aldığı kararla 6 Ocak’ta bin kadar öğrencinin katıldığı boykota başlanmıştı.
Bütün bu gelişmeler içerisinde sivil faşist saldırılar gerek fakültelerin içerisinde gerekse dışında hız kesmeksizin devam etmişti. Bu saldırılar içerisinde Ankara Üniversitesi DTCF’nin adını sıkça duymuştuk. Üniversite yönetimi “olaylar durulsun” diye fakültede eğitime bir hafta ara vermişti.
Kocaeli Üniversitesi’nde su kesintisi, İstanbul Üniversitesi’nde yemekhane fiyatlarının artırılması ve daha farklı farklı üniversitelerde çeşitli sebeplerle boykot ve eylemler örgütlenmişti.
Elbette her dönem olduğu gibi bu dönemde de gözaltı ve tutuklama politikasından uzaklaşılmadı. Konya, Çanakkale, ODTÜ sonrası Ankara, Dersim, Kocaeli, Malatya, Mardin ve daha bir dizi yerde üniversitelilerin aileleri arandı, evleri basıldı ve sonrasında da birçok öğrenci gözaltına alındı, tutuklandı.
Kısacası üniversitelerin bu dönemi bir yandan eylemler, boykotlar olarak görünürken diğer yandan da baskı ve sömürü olarak kendini gösterdi. Üniversitelerde gelişen bu sürecin ülke bütününde gelişen süreçten bağımsız olduğunu söyleyemeyiz. Üniversiteler, bütünün bir parçası olarak gerek direnişler gerekse devletin saldırıları anlamında ülke gündeminin birer aynası oldu.
“İleri demokrasi” adı altında sürdürülen yeni saldırıların, “barış\müzakere” adı altında yürütülen tasfiye politikalarının yansımaları doğrudan üniversitelerde de görülmektedir.
Egemenlerin savaş stratejilerini anlamak…
Öncelikle belirtmekte fayda var ki geleceğe dair yapacağımız “yatırım”ı güçlendirmek için egemenlerin savaş stratejilerini doğru tahlil etmek gerekiyor. Onların hiç kuşku yok ki esaslı hedefi silahlı güçlerin tasfiyesiyle ilgilidir. Bu hedef Kürt Ulusal Hareketi cephesine yönelik saldırılarla çok net görülmektedir.
Açıktır ki bir yandan “demokrasi” aldatmacasıyla bilinçler bulandırılmaktayken diğer yandan fiziki saldırı da sürdürülmektedir. Bu iki durum bir çelişkiden ziyade devletin yaklaşımını açık etmektedir. Bu yaklaşım neticesinde TC her ilerici\devrimci\komünist hareketi kendi potasında eritmeye çalışmaktadır. Stratejik bir niteliğe sahip olan bu hedefin boşa düşürülmesi için “safları sıklaştırmak” olmazsa olmazdır. İlerici\devrimci her örgütlülüğe yönelik herhangi bir saldırının kendimizden “ilgisiz” olduğunu iddia edemeyiz. Tam tersine her saldırı doğrudan bize (de) yapılmıştır.
Yukarıda üniversiteler cephesinden özetlediğimiz hareketli dönemin daha da ileriye taşınması için bu durumun doğru anlaşılması zorunludur. Ancak unutulmamalı ki bu zorunluluk, ancak ve ancak devrimci niteliğimize\sorumluluklarımıza daha fazla sarılarak anlaşılabilir.
Başta üniversiteler olmak üzere egemenler hedeflerine daha hızlı ulaşabilmek için gençliğin olduğu her alana ayrı bir önem vermektedir. Bu nedenle böylesine bir süreçte halk gençliğinin alacağı konum oldukça önemli bir işleve sahiptir. Ya egemenlerin stratejilerine uygun olarak hareket alanımızın iyiden iyiye kısıtlanarak yok edilmek istenmesine teslim olacağız ya da buna karşı mücadele ederek dengeleri tersine çevireceğiz. Hiç kuşku yok ki bizim duracağımız yer dengeleri tersine çevirecek olan yerdir!
Süreci gençliğin isyanıyla mayalamak…
Ortadoğu üzerinden estirilen emperyalist saldırganlık dalgası, TC’nin savaş kışkırtıcılığı ve bu noktadaki hevesi, geçmiş bir döneme nasıl damgasını vurmuşsa önümüzdeki süreçte de en önemli gündem maddelerimizden olacaktır. Yeni YÖK Yasasıyla üniversite gençliğinin geleceğinin iyice karartılması, liselerde artan baskılar ve yeni sömürü metotları, işçi-işsiz gençlik yani halk gençliğinin bütününe yönelen her yeni saldırı ve sömürü sistemi önümüzdeki sürecimize yol gösterecek, daha da güçlenmemize olanak sunacaktır. Bütün bu olanaklar önümüzdeki süreci gençliğin isyanıyla mayalamamıza daha fazla vesile olacak ve Demokratik Halk Devrimi’nin yararına harekete geçirilecektir!