Teknoloji her zaman uluslararası rekabetin konusu oldu. Bu rekabet zaman zaman olabilecek büyük savaşların yerini aldı, bazen de salt ticari rekabet olarak yaşandı.
2’nci Dünya Savaşı sonrasında iki süper güç olarak karşı karşıya gelen ABD ve SSCB askeri bir savaştan ziyade Soğuk Savaş olarak adlandırılan ideolojik ve teknolojik bir rekabeti 1991 yılına dek sürdürdüler.
Bunun temelinde ikisinin de kendileri de dahil olmak üzere dünya üzerindeki tüm toplumları ve doğayı yok etme potansiyeli taşıyan nükleer silah teknolojisine sahip olmaları bulunuyordu. Diğer yandan Soğuk Savaş, uzay teknolojileri konusunda girilen rekabetin sonuçları olarak uydu teknolojisinin, yeni enformasyon teknolojileri ve bilgisayar teknolojilerinin doğrudan askeri olarak araştırılıp geliştirilmesi oldu.
TEKNOLOJİK REKABET
Soğuk Savaş sonrası ise öncelikle Avrupa Birliği ve ABD arasında girilen teknolojik rekabete sahne oldu. Bir yandan internet teknolojisi, diğer yandan hücresel telefon teknolojisi konusunda standartlar üzerinden girilen rekabet ise neredeyse berabere sonuçlandı. ABD standardı olan TCP/IP temelli internet ağının hızla yaygınlaşması, Avrupa Birliği standardı olan TCP/IP’ye rakip OSI standardının ise gerek ABD internet topluluğunun tavrı, gerekse de uzunca bir süre bu standarda göre yapılmış ürünlerin piyasaya sürülememesi nedeniyle alanı terk etmesi, 2000’lerin ortalarına kadar Avrupa ülkelerinin internet yayılma oranlarının ABD’nin gerisinde kalması ile sonuçlandı.
Hücresel telefon alanında ise tam tersi bir sonuç yaşandı. Hücresel telefon teknolojisi fikir olarak ABD’de doğmuş olmasına rağmen, ABD pazarında birbiri ile yarışan farklı standartlar karşısında Avrupa Birliği’nin tek hücresel standart olarak belirlediği GSM hızla yayıldı ve dünya çapında bir standarda dönüştü. Bu iki teknoloji rekabetinin sonucu ABD kaynaklı internet altyapısına cihaz sağlayan şirketler ile Avrupalı GSM şirketlerinin bir süreliğine tüm dünya pazarına hükmetmeleri oldu.
ULUSLARARASI BİR ŞİRKET OLARAK HUAWEI
Günümüz kapitalizminin en hızlı büyüyen ve en kârlı sektörü olarak kabul edilen bilgi-iletişim teknolojileri ve hizmetleri sektöründe değerlendirilen ve elbette daha ziyade altyapıya dönük olduğundan aynı sektör içinde değerlendirilen diğer piyasalar açısından da kritik önem de olan telekom cihaz endüstrisine, bir süre sonra Çinli ve Koreli şirketler dahil oldu. Bu şirketlerden birisi de Huawei…
Huawei 1988 yılında Shenzen ekonomik bölgesinde özel bir şirket olarak kuruldu. Küçük ölçekli telefon santralleri ve yangın alarmı ithalatı ile başladığı ticari operasyonlarına birkaç yıl sonra kendi markası ile telefon santrali üretimini ekledi. Çin piyasasında yaygınlaştıktan sonra ve tabii ki Ar-Ge yatırımları ile 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde uluslararası telekom sektörünün internet altyapı cihazları ve mobil iletişim ürünleri ve hizmetleri alanındaki en büyük çokuluslu oyuncusu haline geldi. 2006 yılında 140 ülkede, en büyük 50 telekom işletmecisinin 45’i Huawei’nin ürettiği cihazları kullanıyordu.
HUAWEI’NİN GERİLLA SAVAŞI STRATEJİSİ
Huawei’nin bu uluslararası piyasalardaki başarısı Çin’in kendine has çalışma kültürü, Ar-Ge yatırımları ya da tersine mühendislik gibi faktörlerle açıklanıyor. Uluslararası piyasalarda görünür hale geldiğinden bu yana fikri mülkiyet hakları hırsızlığı, Çin Komünist Partisi’nin bir girişimi olması, diğer ülkelerden askeri sırları ve şirket sırlarını çaldığı gibi konularda sürekli suçlanmasına rağmen, bu başarıyı anlamaya çalışan bazı araştırmacılar Huawei’nin özellikle ilk dönemlerdeki uluslararasılaşma stratejisinin asıl olarak Mao Zedung’un “gerilla savaşı” stratejisinden ilham aldığını vurguluyorlar.
Huawei’nin başlangıçtaki uluslararasılaşma stratejisi, tüm dünyada tanınan ulusal telekom ağlarında kendisine sadık müşteriler yaratmış uluslararası cihaz üreticisi şirketlerle rekabet edebilmek için markasını uluslararasılaştırmak (bu iş için milyar dolar harcadığı biliniyor), Çin’de üretilen her şeyin ucuz ve kalitesiz olduğuna inanan potansiyel müşterilerinin fikirlerini değiştirmek için büyük tur organizasyonları yapmak, girmek istediği ulusal piyasaları çok iyi analiz edip, her birisi için uygun planlar hazırlamak gibi unsurları içeriyordu. Bu strateji, Huawei’nin önce Hong-Kong ve Rusya pazarına, ardından Afrika ve Latin Amerika’ya yayılmasını sağladı.
Çin’de nitelikli emek gücünün ucuz olması sayesinde uluslararası piyasalardaki benzerlerinden yaklaşık yüzde 30 daha ucuza sattığı ürünleriyle tam da serbest piyasa ideolojisinin zirvede olduğu, çok uluslu şirketlerin kerametinden sual olunmaz yarı tanrılara dönüştüğü bir ortamda, Yemen, Laos, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Güney Afrika, Mısır, Tayland, Singapur, Malezya derken, 2001 yılında Almanya, 2004 yılında İngiltere, ardından İspanya ve Fransa ile yaptığı anlaşmalarla Avrupa pazarına adım attı.
Huawei’nin önlenemeyen yükselişi, Çin hükümetinin uluslararası yatırımlarını desteklemesi sayesinde başka ülkeler yanında, ABD’de Silikon Vadisi ve Dallas’ta yaptığı Ar-Ge yatırımları ile sürdü. Huawei hem gelişmiş teknolojiyi yerinde edinmek hem de daha geniş pazarlara açılabilmek için Texas Instruments, Motorola, IBM, Intel, Agere Systems, Sun Microsystems, Altera, Qualcomm, Infineon ve Microsoft gibi şirketlerle ortak Ar-Ge laboratuvarları, sadık müşteriler yaratabilmek için de Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde teknoloji destek ve eğitim merkezleri kurdu. Ayrıca müşteri odaklı esnek çözümler sunmasıyla da rekabet avantajı yarattı.
POLİTİK MÜDAHALELER
Huawei’nin teknoloji ve işletmecilik açısından yükselişi sık sık politik müdahalelerle kesintiye uğratılmaya çalışıldı. Özellikle ABD’de, kurduğu bazı ortaklıklar Committee on Foreign Investment (Yabancı Yatırım Komitesi) tarafından ulusal güvenlik gerekçeleriyle reddedildi; senato ve temsilciler meclisi üyelerinin uyarı mektuplarına konu oldu; istihbarat örgütleri Huawei ürünleri aracılığı ile Çin hükümetinin etki alanını arttırdığı ve casusluk faaliyetleri yaptığını ispatlamak için raporlar hazırladı; Obama yönetimi sırasında ABD siber-casusluk yasasıyla Huawei ve başka Çin markalarının ithalatına ve kullanımına sınırlamalar getirildi. Huawei’nin ABD ulusal güvenliğini ve ABD temelli şirketlerin fikri mülkiyet haklarını tehdit ettiği hep iddia edilse de hiç bir zaman yeterli delillere ulaşılamadı.
Bütün raporlar, soruşturmalar, Huawei ürünlerinin taşıdığı ulusal güvenlik ve fikri mülkiyet hırsızlığı risklerini destekleyecek yeterli kanıta ulaşılamadığını belirterek sonuçlanıyordu. Hâlâ yeterli delil olmamasına rağmen bu yıl içerisinde ABD yönetimi hükümet kurumlarında Huawei ve Çin şirketlerinin telekomünikasyon ürünlerinin kullanımını yasakladı.
Huawei’ye karşı politik müdahalelerin sonuncusu geçtiğimiz hafta Amerikan şirketlerinin ulusal güvenlik riski teşkil eden firmalara ait telekomünikasyon ekipmanlarını kullanmalarını yasaklayan bir kararname imzalamasıyla geldi. Donald Trump ulusal acil durum’ ilan etti, ABD yönetimi müttefiki olan ülkeleri Huawei ve Çin şirketlerinin ürünlerine karşı uyardı ve hatta tehdit etti. 150 gün içerisinde uygulamaya konulacak olan bu kararnameye ilk yanıt Google’dan geldi ve şirket Huawei ile donanım, yazılım ve teknik servislerin transferini içeren tüm işlerini askıya aldı. ABD merkezli önemli şirketlerden Qualcomm, Intel ve Broadcom da Huawei ile olan iş anlaşmalarını derhal yürürlükten kaldıracağını açıkladı.
KİŞİ KENDİNDEN BİLİR İŞİ
Bir ya da birden fazla şirketin faaliyetlerinin engellenmesi gibi görünen bu süreç aslında daha karmaşık boyutlar içeriyor. İngiltere’nin kısa süre önce 5G ağı için Huawei ile yaptığı anlaşma, bu anlaşmanın ardından ortaya çıkan tartışmalar, ABD ve Avustralya hükümetlerinin İngiltere’ye yaptığı “dostça” uyarılar, diğer bazı ülkelerin bu konuda atmaya hazırlandığı adımlar bu konuyu epeyce gündemde tutacak gibi görünüyor.
Konunun ilk planda açığa çıkan iki önemli yanı var: Bunlardan ilki ABD iddialarının doğru olup olmadığı ki somut delillerle ispatlanamasa da bunlar teknolojik olarak olanaklı. Diğer yandan bu iddialar, zaten ulusal ve uluslararası telekom ağlarındaki teknolojik egemenliği sayesinde ABD’nin hep yaptığı şeyi içeriyor. Zira ABD yönetiminin yıllar boyu tüm diğer dünya ülkelerinin askeri, siyasi ve ticari sırlarını çaldığı, biriktirdiği ve yeri gelince kullanmaktan çekinmediğini âlem biliyor.
Diğer önemli boyut ise ABD için “uluslararası ticaretin liberalleşmesi” retoriğinin terk edildiğinin iyice görünür hale gelmesi. Trump, “Ben görevde olduğum sürece Çin süper güç olamayacak” derken ve bazı şirketlerin uluslararası faaliyetlerini engelleyen kararnamelere imza atarken ABD’nin 1990’ların başından itibaren tüm dünyanın önüne bir zorunluluk olarak koyduğu uluslararası ticarette çokuluslu şirketler önündeki tüm engelleri, özellikle de ticari olmayan gerekçelerle konulan engelleri kaldırmayı temel amaç edinen bütün uluslararası anlaşmaları ve kurumsal yapılanmaları, kendi çıkarları zarar gördüğü için bir kenara atmış oluyor.
Bütün bu süreçte Huawei ve diğer Çin telekom şirketlerinin aslında özel şirket değil de devlet şirketi olduğu, Çin hükümeti için askeri ve ticari casusluk faaliyeti yürüttükleri, Telekom cihazlarının bazı arka kapılar aracılığı ile üzerlerinden akan tüm enformasyonu Çin hükümeti için topladığı iddialarını, Huawei şimdiye kadar reddetmeyi tercih etti. Bundan sonra ise daha ziyade bu konuda hukuki bir mücadeleye girişeceği ve yasağın kaldırılması için hukuki girişimlerde bulunacağı iddia ediliyor.
Dünyanın en fazla denetlenen, incelenen, araştırılan, kışkırtılan ve sıkıştırılmaya çalışılan şirketi olarak Huawei karşı tepkisini hukuki yollardan vermeye hazırlandığını iddia etse de, bazıları tarafından Çin’le Soğuk Savaş olarak nitelenen bu süreç Çin Komünist Partisi’nin yaptığı sosyal medya paylaşımıyla her an yeni bir safhaya geçecek gibi görünüyor.
Ticaret savaşına ve ABD’nin yaptırımlarına dair yapılan bu paylaşımda,”Pazarlık: Tabii ki – Savaş: İstediğin zaman – Zorbalık: Hayal” cümlesi ön plana çıkıyor.
22 Mayıs 2019 Gazete Duvar