ForumGüncel

FORUM | PARADİGMALARIN İFLASI

Kadın  tanrıçalar  ilkel toplumun  kalbinde  büyük bir sevgiye sahip oldukları için; erkek tanrıların kadın tanrıçalarla kavgası zorlaşıyordu. Bu yüzden erkek tanrılar, kadın tanrıçalara sevgili ya da kardeş taktikleriyle ve sinsice yaklaşıyorlardı. Adem ile Havva’nın ve çocuklarının yaşam ilişkilerinde bu davranışları görebilmekteyiz.

Çiçekler vardır: Gece olunca yapraklarını kaparlar,  sabah  olunca  ise  yapraklarını açarlar.  Tıpkı  gözlerimiz  gibidirler. Bizlerde   gece   olunca   gözlerimizi kapatırız, sabah olunca gözlerimizi açarız. Uygar  dünyada  bilim  çağındayız.  Bu yüzden  çiçeklerin  yapraklarını  kapayıp açmasını ve doğadaki hareketsel olayların nedenlerini  ve  neticelerini  bilmekteyiz. İlkel insanlık döneminde yaşayanlar doğadaki hareketsel olayların nedenlerini ve sonuçlarını bizler gibi bilmiyorlardı.

Onlar doğada oluşan bu olayların bir ruh  sayesinde  olduğunu  düşünüyorlardı. Tıpkı kendilerinde olduğunu zannettikleri ruh gibi. Bu düşünce bilimin isimlendirdiği ‘Animizm’di yani ‘Canlıcılık’. Her ne kadar bu bilgi modern bilime göre kaba bir bilgi olsa da şu bir gerçek ki ilkel insanların bu düşüncesi, modern in-sanların bilgisi karşısında masum bir düşünceydi.

Çünkü ilkel insanlık bu düşüncesiyle kendisini doğadan soyutlamıyordu ve doğayla bir bütün halinde yaşıyordu. Sınıf  bilincinin  oluşmadığı  toplumlarda  dinin  oluşması  kaçınılmaz  olduğu için; ilkel komünal toplumda oluşan din, totemdi. Totem inancı, Animizm düşüncesinden  kaynaklandığı  için,  ilkel  komünal dönemdeki  insanlar  bu  dinle  kendilerini doğanın  bir  parçası  olarak  görüyorlardı.

Totem  inancı  Anahanlık  döneminin  dinidir. Bu yüzden sınıflı topluma geçişin emaresi olan Adem ile Havva efsanesinin başlamadığı zamandır. Sınıflı topluma geçişin  yavaş  yavaş  başladığı  dönemlerde ilkel  toplumlarda  Babahanlık  düzeninin başladığını görüyoruz. Böylelikle, tabuların başlaması; insanlık tarihinde şiddetin, acıların ve kanlı çatışmaların başlangıcını-da oluşturuyordu. Adem ile Havva artık cennet denilen komünal  toplumdan  kovulmuş  oluyorlardı.

Efsanelerde  yazılı  kadın tanrıçaların  erkek  tanrılarla kavgaları da   başlıyordu. Erkek  tanrıların  kadın tanrıçaların düzenlerini yıkmak  istemesi  uzun yılları   kapsayacaktı. Kadın  tanrıçalar  ilkel toplumun  kalbinde  büyük bir sevgiye sahip oldukları için; erkek tanrıların kadın tanrıçalarla kavgası zorlaşıyordu.

Bu yüzden erkek tanrılar, kadın tanrıçalara sevgili ya da kardeş taktikleriyle ve sinsice yaklaşıyorlardı. Adem ile Havva’nın ve çocuklarının yaşam ilişkilerinde bu davranışları görebilmekteyiz.

II

İnsanlık  tarihimiz  medeniyet  sürecine girerken  mitolojilerde  erkek  tanrıların hakimiyeti  ele  geçirdiklerini  görüyoruz. Böylelikle  tek  tanrılı  dinler  erkek egemenliğiyle   insanlığın   hayatında başlamıştı.

Sınıflı    toplumların kökleşmesini  gösteren  tek  tanrılı  dinler; insanlığın ezen ve ezilen yapısını da ideolojilerinin içerisinde besliyordu. Modern bir çağda olmamıza rağmen bilimin  ilerlemesi  karşısında  halkların gerici sistemlerle yönetilmesi, modernliğin ve bilimin sınıf çelişkileri içerisinde sömüren kesimlere hizmet ettiğini ezilen halkların sosyal gerçekliklerinde kendisi-ni iyi bir şekilde belirginleştiriyor.

Ezilen  halkların  bilim  ve  teknoloji karşısında yaşadığı en acı gerçek kendilerine yabancılaşmasıdır. Kendimize birey ve toplum olarak o kadar yabancılaşmışız ki; insanlık geçmişinin belirginleştiği mitolojileri okurken onları bir masal gibi algılayışımız, özümüzde bulunan komünal bilinçten ne kadar uzaklaştığımızı net bir şekilde göstermektedir. Modern  dünyada  ilerlediğimizi  sanırken,  bireysel  ve toplumsal  çaresizliklerimiz  bir alınyazısı olmasa gerek diye düşünüyorum.

Modern  toplumun modern  bilimi  olan  sosyolojinin  bireyi  ve  toplumları  kendi gerçekliklerinden soyutlayarak; insanlık  tarihinin  aşamalarını metafizik  bir  dille  sorgulayıp anlatması bireyin ve toplumun, sosyoloji  bilimi  olmasına  rağmen her gün nasıl yozlaştığını ve  intihar  derecesine  geldiğini çok iyi ispatlamaktadır. Tarihsel kaynaklara bakıldığında sosyoloji biliminin sanayi devrimleri döneminde doğması bir tesadüf değildir.

Toplumun  bireyci  düşüncelere kapılması ve emekçi sınıfının sermaye kaynakları  olarak  kullanılması; sosyoloji biliminin insan kaynakları bölümüne somut bir delildir. Çağın ve bilimin bunca ilerlemesine karşın,  birey  ve  toplumun; yaşam  sorunlarına  kalıcı  çözümler bulamaması, çağın ve bilimin nasıl bir yapıda olduğunu bizlere göstermektedir.

Sınıflı toplumun insanların komünal tarihinden habersiz olması, hiçbir haklı sebeple savunulamaz. Sosyalist yaşam bilincinin tarihin her aşamasında ütopik de olsa toplumun bağrında bir aşk gibi uyanması hayatın bilimsel materyalist tözünü her toplumsal kriz döneminde bizlere hatırlatmaktadır.

Yaşadığımız çağın gelişmiş-gerici koşullarıyla mitolojiler,  insanların  komünal  değerlerini hatırlaması için önemli kaynaklardır.

Ezen ezilen kanunlarından tutun da kadın erkek çelişkisine kadar mitolojiler insanlık  tarihimizin  sorgulanması  açısından önemli kaynaklardır. Tarihin  egemen  sistem  tarafından yanlış anlatılması ve medeniyetin metafizik kanunlara bağlanarak soyut bir şekilde kanunlaştırılması; yaşadığımız her şeyin çelişkilerine önemli ipuçlarıdır.

Bu yüzden modern insanın yabancılaşma sorunu ancak sosyalist bilincin egemen aklı yenmesiyle giderilebilir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu