İran İslam Cumhuriyeti 1 Mart’ta İslami Şura Meclisi (parlamento) ve Uzmanlar Meclisi (Meclis-i Hobregan) için düzenlenen seçimlerde kendi iddiasına yenildi. Dini lider Ali Hamaney her seferinde oy kullanmanın dini vecibe olduğunu buyurup katılım oranını İslami rejim için meşruiyetin temel kıstası olarak belirliyor. Bu sefer de farklı nedenlerle İran’ı izleyen Amerikalılar, Avrupalılar, Siyonistler, kapitalistler ve büyük şirketlerin en çok korktuğu şeyin halkın seçime katılımı olduğunu savunmuş, “Seçimlere muhalefet, İslam’a muhalefettir” demişti. Devrim Muhafızları’na göre de dış müdahaleyi önlemek için yüksek katılım şart idi.
İRNA’nın geçtiği rakamlara göre seçimlere katılım yüzde 41 olarak gerçekleşti. Bu 45 yılın en düşük seviyesi. Geçersiz oyların da yüksek olduğu tahmin ediliyor; bunların önemli bir kısmı ‘pasif boykot’ sayılabilir. Geçen seçimde geçersiz oy oranı yüzde 13’tü.
Ülke genelinde sandığa ilginin düşük çıkmasının yanı sıra başkent Tahran’da katılımın yüzde 24’te kalması rejimi kendi belirlediği meşruiyet eşiğinin altına düşürüyor. İran’ın bütün düşmanlarına halkın sandığa teveccühüyle şamar atma yönündeki çağrılar önceki seçimde de istediği karşılığı bulamamıştı.
Ülkede reform umudunun zirve yaptığı 2009’daki Yeşil Hareket’in bastırılmasından bu yana reformcular sistemden giderek soğuyor. 2017’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 70 olan katılım 2021’de yüzde 48.9’a düştü.
2016’da yüzde 62 olan genel seçimlere katılım 2020’de yüzde 42.5’ye geriledi. Meşruiyet peyderpey bağlamdan düşüyor.
2020’de meclis muhafazakârlarla dolup taşınca ve 2021’de seçim mühendisliğiyle İbrahim Reisi cumhurbaşkanı olunca yasama ve yürütmenin yeniden “inkılabî” bir yapıya büründüğü çıkarımları yapılmıştı. Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin (Şuray-ı Nigâhban) reformcu adayları tırpanlaması ve buna bağlı olarak katılımın düşmesi iktidar organlarında muhafazakâr kontrolü garantiliyor. Meşruiyeti tahkim için katılım çağrısı yapanların paradoksu da bu; düşük katılım kendileri için kontrolün devamlılığını sağlıyor ama rejimin meşruiyetini de zayıflatıyor.
Meşruiyet sorununda sandık tek gösterge değil. İslam Cumhuriyeti’nin temel karakterine dair bakış dramatik şekilde değişiyor. Hükümet destekli olduğu söylenen bir ankete göre dini ve siyasi kurumların ayrılmasını isteyenlerin oranı 8 yıl içinde yüzde 30’dan yüzde 73’e çıktı. Bu ivme eninde sonunda rejimi götürür…
***
Beri tarafta sistemin kendi iddiasında yenilmesi reformcu cephenin zafer kazandığı anlamına gelmiyor. 2022’de Mahsa Jina Emini’nin ölümü üzerine patlak veren gösteriler sistemin yüzleştiği en ciddi meydan okumalardan biriydi. Boykotçu cephenin hesabına yazılabilecek iki puanlık artış bu itirazın yeterince etkili olamadığını gösteriyor. Sandığa gitmeyenler yekûnen sistem karşıtı cepheye de yazılamaz.
Oy kullanmayan ama kafasında sisteme dair meşruiyet sorunu olmayanlar az değil. Kafadan rejime karşı çıkanların yanı sıra İslam Devrimi’nin amacından saptığını düşünen reformcular, gidişattan memnun olmayan muhafazakârlar, ömür törpüsü ekonomik koşullar ve yolsuzluklardan bıkıp iktidarlardan umudunu kesmiş kitleleri aynı kefede değerlendirmek zor. Eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad’ın seçimi boykot etmesi, onun selefi Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin “İran özgür ve rekabetçi seçimlerden çok uzak” diyerek sandığa gitmemesi yeni bir kırılmaya işaret ediyor.
Devrimin lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin torunu Ahmet Humeyni “arkadaşları ve kendi akranları arasında değişim umudunu görmediğini” söylüyor. Eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de “Uğruna canlar feda ettiğimiz, kanlar akıttığımız İslam Devrimi bu değil” diyerek hayal kırıklığını dile getirmişti.
Ayrıca sistemin meşruiyet iddiası havada kalsa da muhafazakârlar düzenin bekçiliğinde şimdilik fazla zorlanmıyor.
Son seçimle birlikte meclisin radikal muhafazakâr karakteri daha da baskın hale geliyor. Sistem içinde muhafazakâr-reformcu dengesinin bozulması bir yere kadar kendini koruma kaygılarına, bir yerden sonra mollalar, siyasiler, bürokratlar ve askerlerden oluşan muhafazakâr elitlerin kontrol savaşına bağlanabilir. Şuray-ı Nigâhban reformcu adayları veto ederek muhafazakârların zaferini garantileyecek ayarlanmış bir seçim sunuyor.
1 Mart seçimlerinde 290 üyeli meclis için yarışan 15 bin 200 adaydan sadece 30’u reformcuydu. Boykot çağrısı yapan reformcu partiler adaylarının yüzde 70’inin reddedildiğini açıklamıştı. 88 kişilik Uzmanlar Meclisi için başvuran 510 kişiden 366’sını veto edildi.
İslami hassasiyetlere uyumsuzluk iddiasıyla adayları eleme mekanizması, sistemin ‘cumhuriyet’ ayağını sakatlıyor. Bu eleştiriler öteden beri var. Öyle ki iş 2021’de eski cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinecad ve eski Meclis Başkanı Ali Laricani’nin cumhurbaşkanlığı adaylığının, son seçimde de eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de 24 yıl görev yaptığı Uzmanlar Meclisi adaylığından menedilmesine kadar vardı.
***
Büyük bir karşı cephe yaratmasına karşın İran’ın bölgesel ve uluslararası denklemlerdeki yeri muhafazakâr elitlerin ipleri ellerine almasına izin verdi. Evvela ABD-AB ile nükleer konusunda anlaşarak yaptırımlardan kurtulma hedefi güden reformcular, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın anlaşmayı (JCPOA) çöpe atmasıyla açığa düştü. Burada “Batıya güvenilemez” diyenler haklı çıktı. Trump’ın İran’ın Orta Doğu’daki kollarını kesmeye yönelik stratejisi radikal muhafazakâr diskura atış menzili kattı. İlaveten Ruhani yönetimi becerisizlik, kötü yönetim ve yolsuzluklarla anılır hale geldi. Yani son muhafazakar-reformcu deneme kredisini tüketerek sırasını savdı. Son 10 yılda Irak ve Suriye’deki operasyonlar Devrim Muhafızları’nın karar mekanizmalarındaki belirleyiciliğini güçlendirdi. 2020’de Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından iyice ABD ile hesaplaşma moduna girildi.
‘Stratejik sabır’ siyasetiyle ABD ile didişme devam ederken dış ilişkilerde gerilimin düşürüldüğü ya da ilişkilerin çeşitlendirildiği yeni yönelimler öne çıktı. 2021’de Çin’le imzalanan 25 yıllık stratejik işbirliği anlaşması, Rusya ile Suriye’de başlayıp Ukrayna’da genişleyen askeri ilişkiler, 2023’de Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyelik ve 2024’te BRICS üyeliği yönetime yeni hareket alanları kazandırdı. Önce Bağdat, devamında Pekin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan’la ilişkilerin normalleşmesi bölgede gerilimlerden beslenen Amerikan stratejisinin zeminini çatlattı.
Gazze’deki soykırım savaşına paralel olarak ‘Direniş Ekseni’ndeki unsurların ABD ve İsrail’e karşı yürüttüğü asimetrik savaş ve karşılaştığı misillemeler Tahran’ı yönetilmesi zor bir denklemin ortasında bıraktı. İran’ı bölgesel bir alevin içine çekme potansiyeli taşısa da Tahran’ın “ana güçler arası bir savaştan kaçınma” önceliği şu ana kadar korkulanı bertaraf etti. Geri çekilmek yerine diplomasiye ağırlık veren hamleler yaptı. ABD ile gerilimleri yönetmede yeni bir dil tutturdu. Ayrıca şu ana kadar Yemen’deki Husilerin Gazze’yle dayanışma stratejisi İran’ın yeni sayfa açtığı Kızıldeniz’deki Araplarla yeniden bozuşmasına neden olabilirdi ama olmadı.
***
Bu tehlikeli dans, İran içinde dini liderin gölgesindeki askeri-siyasi elitin siyaseti biçimlendirmesini kolaylaştırıyor. İslami Şura Meclisi ve Uzmanlar Meclisi’nin belirlenmesindeki ‘muhafazakâr’ mühendislik Hameney sonrası dönemin hazırlığı olarak görülüyor. Dini lideri seçme, denetleme ve görevden alma yetkisine sahip 88 üyeli Uzmanlar Meclisi seçimine giderken önü kesilen ya da önü açılan adaylar Hamaney’in koltuğunu alacak kişinin kim olacağına dair hesaplarla bağlantılı.
Ruhani üstü çizilenler arasında. Devrim Muhafızları’nın ağırlık kazandığı muhafazakâr elitler işi şansa bırakmadan İran’ın alacağı istikameti tayin ediyor. 84 yaşındaki Hamaney’in sağlık sorunları ve yaşı dikkate alındığında geçişin sekiz yıllığına seçilen bu mecliste olacağı öngörülüyor.
Reisi’nin üç adayın reddedilip bir adayın da çekilmesi sonrası neredeyse rakipsiz yarıştırıldığı Güney Horasan’da yüzde 82.5 oyla Uzmanlar Meclisi’ne seçilmesi Hamaney sonrası için düşünülen ismin o olduğu çıkarımlarına neden oluyor. Hamaney’nin büyük oğlu Mücteba Hamaney’in ismi de geçiyor ama hem yeterlilik sorunu var hem de babasının buna yeşil ışık yakmayacağı düşünülüyor.
***
Hemşehri gazetesi ABD Başkanı Joe Biden’ın suratına “25 milyonluk tokat” manşetini atmış. Sistemin seçimleri ele alma biçimini yansıtıyor. Reisi ise halkın sandığa teveccühünü övmüş; 2022’deki ayaklanmalardan sonra İran’ın düşmanlarının başına gelen yeni bir tarihi hezimet olarak nitelemiş. Fakat reformcu Ham Mihan kadrajın dışında tutulanı göstermiş: “Sessiz Çoğunluk”.
Ara sıra sessizlik bozuluyor, ezberler bozuluyor. Fakat genelin rahatsızlığı köklü değişimleri zorlayacak ölçekte organize, tutarlı ve bütünlüklü bir itiraz cephesine dönüşemiyor. Şimdilik…
Gazete Duvar 3 Mart 2024