Karanlıkta uzunca bir direkten süzülen ışığın altında, bize geçit vermeyen güvenlik kulübesinin önünde, yolu bölen taşlar üzerine oturuyoruz. Az ötemizde Dicle sessizce akıyor.
Bir yanına Irak Kürdistanı’nı, diğer yanına Suriye’yi almış, güncel ifadeyle ‘Rojava’yı. Nehrin en kıvrımlı yerindeyiz. Türkiye, Suriye ve Irak sınırlarının buluşma noktasında bir sağa, bir sola raks ediyor.
Semelka sınır kapısından Suriye’ye geçeceğiz ama sorun var. Erbil’den talimat gelmiş; “Türkiye vatandaşları bırakılmayacak.” Kanaat ortak: Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’ye baskı yapıyor. Kapıya bile varabilmiş değiliz; sınırın bu tarafındaki Fişhabur’a varmadan 1-2 kilometre yukarıda güvenlik bırakmıyor. Beklemek için uygun bir yer değil; ne bir serinlik ne oturulacak yer ne de ihtiyaç giderecek bir müştemilat var.
Buraya kadar gelişim zaten hengâmeliydi; Paris’te dört hafta bekletildikten sonra Irak vizesi 3 Temmuz’da çıktı. ‘Vizeniz çıktı’ diye telefonum çaldığında saat 13.00’tü, artık vizeyi almasam da olurdu çünkü yetişmem mümkün değildi. Sağolsun konsolos saat 15.00’e kadar beni bekleyip vizemi düzenledi.
Amude’de IŞİD üzerine bir konferansa davet eden Rojava Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin yetkilisi, “En geç 4 Temmuz’da 15.00’e kadar Fişhabur sınır kapısına ulaşabilirsen orada hazır olacak grupla birlikte geçebilirsin. Barzani yönetiminden izin çıktı, sorun yok” demişti.
Apar topar Paris’ten Doha’ya, oradan Erbil’e uçtum. Ucu ucuna yetişebilecektim. Erbil’e indiğimde hemen Zaho’ya doğru yola çıkmayı beklerken işlerin değiştiği, Batı’dan gelenlere sorun çıkarılmadığı ama Türkiye vatandaşlarının geçirilmediği söylendi. Grup olarak geçemesem de illaki Musul tarafında Şengal üzerinden geçmeye kararlıydım. Haşd el Şaabi ve Irak ordusunun bulunduğu o tarafta pasaportumdaki Irak vizesi işimi kolaylaştırıyordu. Bunun için Süleymaniye’ye geçerek ayarlamaları oradan yapmak daha kolaydı.
Benim gibi Erbil’de çakılıp kalan grup da Süleymaniye’ye geçme kararı alınca bir araçla birlikte yola çıktık. Süleymaniye yolunda Şeklava yakınlarında arabamız arıza yaptı. İkinci bir araçla yola devam ederken Süleymaniye’ye birkaç km. kala haber geldi: “Geçişe izin çıktı, Fişhabur’a gelin.”
Gecenin birine kadar kapıya varmamız gerekiyordu. Süleymaniye’de bekleyen grupla birlikte yeniden araç ayarlayıp yola çıkmamız vakit aldı. İki araçla kapıya vardığımızda saat 2.00’yi geçmişti. Sınırda hazır olan grup geçmişti. Kontrol noktasında saplanıp kaldık.
Güvenlik görevlisi, “Sizinle ilgili bize ulaşan bilgi yok” dedi. Yukarıdan talimat olmadan bırakmayacağını söyledi. ‘Yukarısı’ muhtemelen uykudaydı. Bize ‘gelin’ diyenler talimatın verildiğini, nöbette olanlar ise aksini söylüyordu. Ortalık yerde sabahladık. Mesai başladığında da durum değişmedi. Öğlene doğru “Zaho’ya gidip orada akşama kadar bekleyelim, izin çıkarsa ne âla çıkmazsa dönelim” dedik.
Dicle’ye nazır bir taş duvarın bölgesinde bunu tartışırken sınıra çağrıldık. Artık eylem falan yapacağımızı mı düşündüler bilmiyorum. ‘Sıfır servis’ koşullarında saatlerce bekledikten sonra bu kez Fişhabur’da VIP salonundaydık! Soğuk içecek ikramıyla birlikte gümrük müdürünün sözlerini de yutkunduk:
“Sizin gibi yazar ve gazeteciler bizim için çok değerli, sizi ağırlamaktan onur duyarız. Bekletilmenizin sorumlusu biz değiliz.”
2017’de bağımsızlık Kürdistan referandumu üzerine ters giden ilişkileri tamir etme misyonuyla Mesud Barzani’nin askıya alınmış koltuğuna geçen Neçirvan Barzani’nin boynu Ankara karşısında kıldan ince. AKP yönetimiyle ticari ilişkileri eskiden beri iyi olan Neçirvan Barzani’nin yeni dönemde manevra alanı hepten daraldı. Hakurk üçgeninde PKK’ye karşı yapılan Pençe Operasyonu konusundaki sessizliğinde görüldüğü gibi… Daha sonra öğreniyoruz ki Türkiye vatandaşlarının geçirilmemesi yönündeki engeli aşan Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin (Şahin Cilo) doğrudan Neçirvan Barzani ile yaptığı görüşme olmuş.
Eylül 2014’te Rojava’ya dağdan geçmeyi beklerken benzer şekilde kendimi VIP’te bulmuştum. Dağda kafileyi kaçırmış, bir gece çadırda yatmış, bir sonraki gece yürüyüşünü beklerken sabah gelen bir haberle normal kapıya gidip VIP’ten geçmiştim. İki yaka arasındaki ilişkilerin tabiatı bizim gibi gazetecileri bir gün sınırda ‘kaçak’, ertesi gün ‘itibarlı konuk’ yapabiliyor.
Önceki seferde karşı tarafa Dicle’nin üzerinden saldan farksız bir tekne ile geçmiştim. Bu kez kapıdan bindirildiğimiz bir otobüsle dubalar üzerine kurulmuş köprüden geçerek karşı tarafa vardık. Geçen bahar yükselen sularda alabora olan teknenin yolcularından birkaçı ölünce tüm geçişler köprüye alınmış. Eskiden teknenin yanaştığı yerde kuma saplanmış dört sırık üzerinde kurulmuş derme çatma çardakta küçük bir masa başında bizi biri kadın diğeri erkek iki asayiş görevlisi karşılamıştı. Sonra bir minibüsle nehrin sırtındaki iki odalı prefabrik gümrük binasında işlemlerimiz yapılmıştı.
Artık burası birkaç binadan oluşan bir gümrük kompleksine dönüşmüş. ‘Duty free’ bile açılmış. İlave inşaatlar sürüyor. Kompleksin giriş kısmında Abdullah Öcalan’ın portresiyle birlikte Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile savaşta ölen Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Kadın Koruma Birlikleri (YPJ) savaşçılarının fotoğraflarıyla işlenmiş bir afiş duruyor. Buranın VIP salonu daha küçük, Öcalan’ın portresi standart olarak tüm duvarlarda asılı.
Bu salonda da öyle. Salonun kitaplığında Kobani savaşı ve Rojava’daki mücadeleye dair Türkiye’de ‘örgütsel doküman’ muamelesi görecek kitaplar dizili.
Küçük bir beyaz kâğıt üzerine Rojava vizesi de üç kat büyümüş ve turuncu renk almış. Bu vize kağıdı dönüşte yine Semelka kapısına teslim ediliyor. İki tarafta da pasaport üzerine işlem yapılmıyor. Fişhabur tarafında vize de düzenlenmiyor, her şey deftere işleniyor.
İşlemlerini tamamlayan petrol tankerlerinin yanı sıra buğday ve küçükbaş hayvan yüklü kamyonlar bir bir köprüden karşı tarafa geçiyor. Türk medyası, bu noktayı, ABD’nin IŞİD’e karşı savaşan güçlere cephane, askeri araç gereç ve malzeme geçiriyor olması nedeniyle ‘ihanet kapısı’ olarak niteliyor.
Özerkliğin inşa süreci ipuçlarını işte bu kapıda vermeye başlıyor.
Kapı, Suriye devleti açısından resmi değil. Eskiden de değildi. Burası Hafız Esad döneminde Irak Baas’ıyla çatışan Iraklı Kürtler için istihbaratın işlettiği gayrinizami geçiş noktasıydı. Kapıdan sonra özerk yönetimin merkez üssü sayılan Kamışlı’ya doğru yollar, sayıları artan ağır tonajlı kamyonlar çiğnedikçe iyice bozulmuş. Buğday tarlalarının ortasında inip kalkan petrol pompaları çalışıyor. Geçen sefer neredeyse yarısı hareketsizdi. Yol boyunca Asayiş’in kontrol noktaları da azalmış, olanlarda da sorgu sual hafiflemiş.
Güvenlik alanında en az dört ana üniformayla karşılaşıyorsunuz: YPG-YPJ, ki bunlar artık genel savunma birimi olarak yerleşim merkezlerinin dışında üstlenmiş bulunuyorlar; yerleşim merkezlerinde güvenliği temin eden Asayiş; alamet-i farika olarak açık mavi gömlek giyinen trafik polisleri ve ansızın çıkıp gelen tepeden tırnağa siyaha bürünmüş maskeli ve gözlüklü terörle mücadele timi H.A.T. (Hêza Antî Terorê)
Rakip öz savunma birimlerinin yarattığı kırılganlıklar bir kenara, günlük hayatta güvenlikle ilgili insanların kafalarında çok fazla soru yok. Yok derken bir gül bahçesinden bahsetmiyoruz. Ateş çemberinden geçen bir bölgenin koşulları açısından bunu söylüyoruz. Bombalı saldırılar güven ortamını tehdit etse de Kürtlerin silahtan yana tecrübeleri IŞİD’le savaşta birkaç kat daha arttı!
KAMIŞLI: ÖZERKLİĞİN FAY HATTI
Kamışlı başından beri üç kantonla başlayıp Fırat’ın doğusunu tamamen kapsayacak şekilde Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi adını alan ‘özerk’ yapılanmanın çıkmazlarının kendini gösterdiği yer. Eğer Suriye makamlarından vize almadan geldiyseniz devletin kontrolündeki mahalleleri baypas eden yollardan kıvrılmak durumundasınız. Nerelerin devletin kontrolünde kaldığını Suriye bayrağı ve baba-oğul Esad’ın portrelerinden anlıyorsunuz.
Eskiden bu alanlardaki kontrol noktalarına çok takılan oluyordu. Bu yüzden YPG ile hükümet güçleri arasında gerilimler hatta çatışmalar yaşandı. Artık gereksiz gerilimleri önlemek için iki taraf hem dikkatli hem de kriz çıktığında esnek. Mahkeme, belediye, banka ve postane gibi bazı temel kurumlar hâlâ işlevsel. Kendi mahkeme ve belediye birimlerini inşa etse de özerk yönetim ‘resmi evrak’ gerektiren durumlar nedeniyle bu kurumlarla çalışmak zorunda. Resmi bordrolardaki azalışa rağmen Suriye devleti, fiili özerk bölgelerdeki memurlarına maaşlarını ödemeye devam ediyor. Su ve elektrik işlerinde iki taraf işbirliğini sürdürüyor.
Kamışlı-Şam havayolu ulaşımı ‘arananlar’ listesinde olanlar dışında herkes kullanabiliyor. Askerlik için celp alıp da gitmeyenlerin uzak durduğu yerlerin başında havaalanı ve buraya bağlanan bölgeler geliyor. Sadece ticaret değil ihtisas gerektiren sağlık hizmetlerinde Kamışlı-Şam hattı hayati önem taşıyor.
Kamışlı, Cezire bölgesindeki Kürtlerin kuzeyle yani Türkiye ile ilişkilerindeki sapma ya da anormalliği de yansıtıyor. İki-üç katlı bir binanın çatısına çıktığınızda kendinizi Nusaybin’in uzantısı olarak görüyorsunuz. Geceleri karşı tarafın ışıkları güneyi eziyor. Demiryolu hattının altındakiler, üstündekilerden duvar ve tel örgülere rağmen kopmuş değil. Derdinizi Türkçe olarak anlatabileceğiniz insan bulmakta zorlanmazsınız. Kürtleri ötekileştiren ve düşmanlaştıran resmi politikalara rağmen buradaki insanların kuzeyle tanımlanması güç bir yakınlığı var. Yüzlerin güneyden çok kuzeye baktığı bir hal.
Bunu basitçe bu bölgenin Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden en fazla etkilenen hat olduğuna bağlamak yetersiz bir izah. Mele Mustafa Barzani’nin liderliğindeki Kürt kalkışması nedeniyle yüzler bir dönem sınırın doğusuna yani güney (Başur) ve doğu (Rojhilat) Kürdistan’a dönmüş olsa da tarihsel olarak Cezire, merkezin hışmına uğramış Kürt aydınlarının, asilerin ve dahi ‘kaçakların’ kaçış ya da çıkış kapısıydı. Siyasal kavgaları ve etnik-kültürel varlık mücadelelerinin kuzey odaklı olması bundan kaynaklanıyor. Öcalan ise son 30-40 yılın güncel faktörü.
Kamışlının caddeleri eskiye göre daha kalabalık. Araç sayısındaki artış dikkat çekici. IŞİD’le savaşın yaşandığı bölgelerden Haseke ve Kamışlı’ya doğru bir iç göç yaşandı. Bunun yanı sıra Zeytin Dalı Operasyonu’nun yerlerinden ettiği Afrinlilerden bir kısmı da Kobani-Kamışlı kemerine geldi.
Özerk yönetim genel meclisi Ayn İsa’ya taşısa da Kamışlı ‘fiili başkent’ işlevi görmeye devam ediyor. Artan ekonomik hareketlilik ve görece zenginleşme de araç sayısına yansıyor. Kentin hali derbeder. Devletin kontrolünde kalan bölgeler kentin en derli toplu kısmı. Geri kalan evleriyle, yollarıyla pek perişan. Belediye hizmetinin en temelden başlaması gerekiyor.
Tabandan ‘komün’ örgütlenmeleri insanların günlük dertlerini azaltmada epey işlev görmüş. Mahallelere elektrik jeneratörlerinin kurulması bunun ilk örneği. Kamışlı’daki bir günümüzde Asayiş görevlilerini ellerinde siyah torbalarla caddelerdeki çöpleri toplarken gördük. Kenti temiz tutmaları yönünde halkı teşvik seferberliği. Hizmetlerin kurumsallaşması kadar kent kültürünün gelişmesi için uzun ve istikrarlı bir dönüşüm süreci gerekiyor. Ki kimileri, hikayesi Suriye’de bütün yığma kentlerden farklı olmayan Kamışlı’nın 1950’li, 1960’lı yıllardaki ‘küçük ama seçkin’ halini yad etmeyi yeğliyor.
25 Temmuz 2019 Gazete Duvar