Makaleler

FAŞİZM KAYBEDECEK!

Riha’nın Pirsus ilçesinde, Kobane’yle dayanışma kampanyalarına dair basın açıklaması yapan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi gençlere yapılan bombalı saldırıda 31 devrimci katledildi. Türkiye devrimci hareketinin tarihinde, devrimcilere yönelik bu tür katliamlar ilk kez olmuyor. Belli ki son da olmayacak! Özellikle 1980 öncesi devrimci harekete karşı gerçekleştirilen benzer katliamların varlığı bilinmektedir. 1980 sonrasında ise benzer saldırılar birkaç istisna hariç genellikle silahlı devrimci güçlere karşı doğrudan doğruya devletin kolluk güçleri eliyle yapılmıştır.

Uzunca bir süredir, ilk kez doğrudan doğruya devrimcileri hedefleyen ve sonuç alan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Ancak kaydetmek gerekiyor ki; bu tür katliamlar, Türkiye’de devrimci mücadeleyi bitirememiştir. Bugün de Türkiye devrimci hareketi yaralarını saracak ve yoluna devam edecektir.

Katliama yönelik pek çok değerlendirme yapılabilir. Ancak ilk yapılması gereken ve kaybedilmemesi gereken değerlendirme, bu saldırının bilinçli, planlı olduğu ve doğrudan devrimcileri hedefleyen, devrimci hareketin Kürt halkıyla ve Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesiyle dayanışmasına olduğudur. Bu tespit bize saldırının kim tarafından yapıldığına dair önemli bir veri sunar. Saldırı failinin IŞİD katillerinden biri olduğu açıklanmıştır. Ancak pek çok çevrenin yaptığı gibi sadece bununla yetinmek ve de buradan hareketle sorumluluğu sadece AKP ve onun “dış politikası”nda aramak yeterli değildir.

Saldırının gerçekleştiği zamanlama Türkiye siyasetinde koalisyon görüşmelerinin sürdüğü ancak Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın tutumu nedeniyle olası bir erken seçimin de gündemde olduğu bir döneme denk gelmektedir. Saldırı öncesinde ve sonrasında yapılan kimi değerlendirmeler de R. T. Erdoğan’a doğrudan bağlı MİT örgütlenmesi aracılığıyla, halka saldırılar düzenleneceği, “terör” saldırıları gerçekleştirilerek provokasyonlar yapılacağı ve böylelikle oluşturulacak kaos ortamıyla bir erken seçime gidileceği yazılıp çizilmekteydi. Türkiye koşulları düşünüldüğünde halka yönelik böylesi karşı devrimci saldırıların planlanıp uygulanmasının zemini olduğunu kaydetmek gerekir.

Kuşkusuz ki devrimcilere yönelik bu saldırının ve gerçekleştirilen katliamın bir yanında, TC’nin DAİŞ de dahil olmak üzere onlarca “cihatçı” örgütlenmeyi, destekleyip Suriye’de “vekaleten” yürüttüğü savaşın Türkiye topraklarına taşınması ve böylelikle kendine hareket alanı arayan R. T. Erdoğan ve AKP için “yeniden seçim” kampanyasının başlatılması ihtimali vardır. En azından saldırı sonrası “havuz medyası”nın yaptığı haberler ve kullanılan dil buna işaret etmektedir. Her şey bir yana MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a atfedilen Süleyman Şah Türbesi’nin bombalanması ya da sınırın öbür tarafından Türkiye topraklarına atılacak birkaç füzenin yeterli olacağına dair telefon kayıtlarının ortaya çıkması çok eski bir tarihe ait değildir. Suriye’de cihatçı çetelerin, mühimmat yüklü tırlarla desteklendiği, sınır geçişlerine kolaylık sağlandığı zaten bilinmektedir.

IŞİD bir kontrgerilla örgütlenmesidir!

Tüm bu bilinen gerçeklere rağmen halen saldırının sadece IŞİD tarafından gerçekleştirildiği ya da “AKP bunları destekledi, dolayısıyla sorumluluğu vardır” şeklinde bir değerlendirmede bulunmak oldukça yetersiz kalacaktır. Ancak şu kesindir: Faşist devlet Kürt halkına, devrimcilere ve yurtseverlere yönelik karşı devrimci saldırılarını gerçekleştirmek için oldukça kullanışlı bir araç bulmuş ve hatta örgütlemiştir. Dün halka, devrimcilere ve yurtseverlere saldırıda kullanılan ülkücü sivil faşist çetelerin yerini bugün adına DAİŞ denilen İslamcı faşist çete örgütlenmesi almıştır. T. Kürdistanı’nda Hizbul-Kontra’nın yerine, DAİŞ-Kontra geçirilmiştir. Daha önce gerçekleştirilen saldırılarda olduğu gibi Suruç saldırısı da doğrudan devlet yönlendirmesiyle ve dolayısıyla eliyle gerçekleştirilmiştir.

Bu anlamıyla saldırı sadece TC devletinin dış politikasında kullandığı cihatçı çetelerin dönüp sahibini vurması değildir. Saldırının arkasında doğrudan doğruya TC devletinin olduğu ve bunun aynı zamanda bir iç politika malzemesi olarak ele alındığını hesap etmek gerekir. Saldırının tesadüf olmadığı, belli bir istihbarata dayandığı, bilinçli ve planlı yapılan bir operasyon olduğu açıktır. Saldırı öncesinde havuz medyasının yayınları, İslamcı faşist çete üyelerinin bazı sosyal medya paylaşımları ve saldırı sırasında devletin devrimci gençlere karşı tutumu bunun kanıtıdır.

Türkiye koşullarında IŞİD gibi örgütler kontrgerilla örgütlenmesinin ürünüdürler. IŞİD örgütlenmesinin Suriye savaşında el altından desteklenmesi, bu örgütlenmenin Türkiye’de de kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Bunun nedeni, emperyalizmin bir yarı sömürge ülkesi olarak Türkiye’de kontrgerillanın (NATO, Pentagon, CIA, vb. ile ilişki halinde) emperyalist saldırı ve denetim sisteminin (NATO ordusu, Özel Harp, MİT, TEM vb. ile) bir parçası olması ve oluşturulan halk düşmanı devlet çekirdeğinin ve dolayısıyla TC faşizminin temel ayaklarından birisi olması gerçeğinde saklıdır.

Bu temel ayak nedeniyledir ki IŞİD gibi İslamcı faşist çete örgütlenmeleriyle TC devleti arasında var olan ilişki AKP hükümetinin ve R. T Erdoğan’ın kişisel tercihlerinin dışında “stratejik derinliğe” sahiptir. Kuşkusuz ki bu durum R. T. Erdoğan ve hempalarının kendi “hayallerini” bu örgütlenmeyle hayata geçirmek istemeyecekleri anlamına gelmemektedir. Ancak kontrgerilla örgütlenmesinin Erdoğan’ı da aşan bir niteliği olduğu ve Erdoğan’ında bu örgütlenmeyi karşına alamayacağı ortadadır.

AKP ve onun lideri R. T. Erdoğan’ı iktidarda tutan güçlerden biri olarak kontrgerilla örgütlenmelerinin varlığı dikkate alınmalıdır. Bu durum aynı zamanda “neden IŞİD’çiler takip edilmiyor ve yakalanmıyor” sorusuna yanıt olarak okunmalıdır. ABD ile İncirlik Üssü’nün IŞİD hedefleri için kullanılması kararı ve yine 23 Temmuz’da Çankaya Köşkü’nde yapılan Güvenlik Toplantısı’nda alınan kararlarla birlikte IŞİD hedeflerinin vurulmaya başlanması, TC devletinin her zamanki “sağ gösterip sol vurma” taktiğinin ürünüdür. Nitekim aynı toplantıda devrimci ve yurtsever harekete de saldırı kararı alınmış ve uygulamaya koyulmuştur.

Faşizm “terör”le mücadele adı altında halka, devrimcilere ve yurtsever harekete saldırmaya devam etmektedir. Ülke çapında yüzlerce insan gözaltına alınmış, bir devrimci katledilmiştir. Bu politika da IŞİD kullanışlı bir enstrüman olmaya devam etmektedir. Kuşkusuz ki bu R. T. Erdoğan’ı ve hempalarını bir kontrgerilla mağduru yapmamaktadır. Aksine AKP ve Erdoğan kontrgerillayı kendi politik ihtirasları için de kullanmaktadır. Bilerek, isteyerek taammüden bir halk düşmanlığı söz konusudur.

Öte yandan Suruç saldırısını sadece IŞİD aracılığıyla kontrgerillanın yaptığını söylemek de yeterli olmayacaktır. Bu saldırının aynı zamanda kontrgerilla içinde bir çatışmanın ürünü olabileceği de değerlendirilmelidir. Yani mesele sadece bir Erdoğan ve AKP’nin erken seçim talebiyle saldırıyı organize etmesi olarak değerlendirmek eksik olabilir.

Halk ve devrimciler faşist devletin saldırılarına karşı örgütlenmelidir!

Ancak her halükarda dikkate alınması gereken, faşist devletin bu katliamcı çeteleri halka karşı saldırılarda kullandığı gerçeğidir. Saldırının arkasında doğrudan devlet olduğu gerçeğinin bilinmesi, devrimci ve yurtseverlerin bu gerçeğe karşı tedbirler almalarını da zorunlu kılmaktadır. Kitle örgütlenmelerinden, sendikalara, kurumlardan kitle etkinliklerine kadar bütün faaliyet alanlarında, faşist devletin resmi ve gayri resmi kurumlarına karşı önlemler alınmalı, kendi güvenlik önlemlerini hayata geçirmelidirler.

Kontrgerilla örgütlenmesi ve son saldırı da ön plana çıkartılan IŞİD adlı İslamcı faşist çete, sadece Suriye ve Irak’ta emperyalizm ve bölge gericiliği tarafından kullanılmamaktadır. Bu tür örgütlenmeler emperyalizmin dünya çapındaki müdahalelerinin ve kendi arasındaki çatışmalarının da kullanışlı bir aracı konumundadırlar. Bu nedenle bu tür İslamcı faşist örgütlenmelerle mücadelenin bir yanında sadece faşizmle değil aynı zamanda emperyalizmle mücadele olmak zorundadır.

Suruç’ta yaşanan katliam Türkiye devrimci hareketi ve yurtsever güçlerin karşılaştığı ilk saldırı olmamakla birlikte; hakim sınıfların içinde bulunduğu yönetim krizi beraberinde önümüzdeki süreçte hem politik hem de askeri gelişmelerin gittikçe kızışacağı ve bu anlamıyla halka saldırıların artacağı anlamına gelmektedir. Bu koşullarda düzen içi partilerden bir “çözüm” beklemek gerçekçi değildir. Örneğin Türkiye’de demokrasi cephesinin belirleyici ve önemli bileşenlerinden olan Kürt Ulusal Hareketi ısrarla bir yandan AKP’yle “Dolmabahçe Mutabakatı”nı sürdürmek istemekte, diğer yandan ise bir diğer düzen partisi CHP’yle “demokratik ittifak” önerisinde bulunmaktadır. (20 Temmuz Adil Bayram ve yine Duran Kalkan’ın 23 Temmuz değerlendirmeleri). Bu tür değerlendirmelerin politika olarak yapıldığı söylense de gerçekte, sahte “çözüm” umutlarıyla başta Kürt halkı olmak üzere halkı silahsızlandırmaya yaradığı çok açıktır.

Son gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki; ülkemizde sadece devrim değil demokrasi de silahlı devrimin konusudur ve bundan kaçış yoktur. Katledilen 31 devrimci bize bir kez daha bize bu gerçeği, canları pahasına da olsa göstermiştir. Onlara olan borcumuzun ödenmesi ancak demokrasi ve devrim mücadelesinin yükseltilmesiyle ödenecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu