1932 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilen Dr. Reşit Galip tarafından 23 Nisan 1933 tarihinde, kendi kızlarına yazdığı “and” aynı günün sabahı Atatürk’e okunarak onayına sunulmuştur. Aynı yıl tüm okullar da okunması için yayınlanan bir genelgeyle bu ırkçı “and”, o tarihten bu yana faşist diktatörlüğün bir simgesi haline gelmiştir.
İlk hali yeterli görülmeyen bu ”and” değişik tarihlerde birçok kez değiştirildi. İlk değişiklik 1972 yılında yapıldı. 29 Ağustos 1972 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan bir değişiklikle, ”and”da yer alan ”budunumu” kelimesi çıkartılarak, yerine ”milletimi” kelimesi konuldu ve ”and”a ek bir ifade olarak, bir de ”Ne Mutlu Türk’üm” cümlesi eklendi. 1997 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ikinci defa değiştirilen ”and” bu sefer de ”Ey büyük Atatürk” ibaresi eklenerek günümüzde okunan ”and” olarak stamamlanmış oldu.
1933 yılından bu yana her sabah ilkokul çocuklarına okutulan bu ırkçı ”and” 8 Ekim 2013 tarihinde, AKP’nin sözde ”açılım” politikasına paralel olarak yürürlükten kaldırılmıştı. Bu karara karşı, Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolu Kamu Çalışanları Sendikası’nın ”yürütmeyi durdurma” talepli başvuru dilekçesini değerlendiren Danıştay, ”talebi yerinde bulmuş” ve ”yürütmeyi” durdurarak, ”and”ın ilkokullarda yeniden okutulmasına karar vermiştir.
Bu ülkede sadece “and” mı sorun?
29 Ekim 1923 yılında kurulan yeni ”Türkiye Cumhuriyeti” hiçbir zaman, ”gerçek bir burjuva cumhuriyet” olmadı. ”Cumhuriyet” ifadesi sadece faşizmin üstünü örten bir şal görevi gördü. TC devleti, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Serv’le bölüşülen Osmanlı’dan geriye kalan topraklar üzerinde, (ki bu toprakların önemli bir bölümü yeni Türk devleti tarafından ilhak edilen, Ermeni, Rum ve Kürt topraklardır) 1919 yılında İttihat ve Terakki’nin devamı olan Kemalistlerce başlatılan ”Kurtuluş Savaşı” sonrası, 1923 yılında Lozan’da emperyalistlerle yapılan pazarlık sonucu kurulmuştur.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Türklüğü esas alarak kuruldu. Çok uluslu Türkiye’de yaşayan diğer ulus ve azınlıklar yok sayıldı. İlhak edilen topraklar üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kompradorlarının sermayeleri de, Ermeni ve Rumlardan geriye kalan malların gasp edilmesiyle sağlandı. Sabancı ve Koç grupları bilinen iki komprador kesim olarak palazlanıp, günümüze kadar geldiler.
Kürtler, TC’nin kuruluşundan başlayarak ezilip, katledildiler. Kürtlerin tüm istem ve hak talepleri kanla bastırıldı. Bunun sonucu başlayan tüm isyanlar, acımasızca bastırıldı. Şeyh Sait, Seyit Rıza idam edilirken, yüz binlerce Kürt emekçisi ve köylüsü katledildi. Rumlar ”mübadele” adı altında topraklarından Yunanistan’a sürüldüler. 6-7 Eylül 1950 tarihinde İstanbul’daki Rumların malları yağmalandı. Aleviler bu ülkenin ”kafirleri” olarak görüldü. İbadetleri yasaklandı. Aşağılandılar, ”yedi Aleviyi öldüren cennette gider” propagandası neredeyse devletin “resmi görüşü” oldu. Maraş, Çorum, Sivas gibi örneklerde olduğu gibi toplu olarak katledildiler. Tüm bunlar ırkçı “and”ın son cümlesinde geçen, ”Ne mutlu Türk’üm diyene” ve bunun devamı olarak ”Bir Türk Dünyaya Bedeldir” sloganında saklıdır. Bunlar anlaşılmadığı müddetçe TC’nin faşist karakteri de anlaşılamaz.
AKP’nin 2013 yılında ”yürürlükten” kaldırdığı bu ”and”ın özüne karşı çıktığı söylenemez. AKP, ”Kemalizm’le” olan çelişkilerini, ”demokrasi ve değişim” kılıflarıyla maskeleyerek, hem toplumdan taraf bulmuş, hem de ”Kemalizm’in” kimi kaba yönlerini törpüleyerek kurucu faşist ideolojinin İslami söylemle kendini yeniden üretmesini sağlamıştır.
AKP 2013 yılında ”and”ı yürürlükten kaldırırken, R.T. Erdoğan’ın yaptığı grup toplantısında gerekçe olarak şunları ileri sürmüştü: “Andımız olarak bilinen metnin yazarı son derece tartışmalı isim olan Reşit Galip’ti. Reşit Galip, Türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır. Aynı Reşit Galip insanları kafataslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanıydı. Ant uygulamasının Cumhuriyetimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur.”
Erdoğan’ın ”And”ı yürürlükten kaldırdığını gerekçelendirdiği bu konuşmasında dile getirdiği hiçbir şeyi yapmadığını gördük ve yaşadık. ”Açılım yapıyoruz” yalanıyla, ”böyle bir adımda and, dönemin demokratikleşme politikasıyla uyuşmuyor” diyen AKP, tam tersini yaparak, önce ”açılıma” son verip, ”barış görüşmelerinden çekilerek” ”masayı devirmiş” ve sonra tüm gücüyle saldırarak Kürt halkını katletmeye devam etmiştir.
R.T. Erdoğan her fırsatta ”tek millet, tek devlet, tek bayrak” diyerek, ”çocuk da olsa, kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır” demeyi ağzından düşürmemiş; Sur, Lice gibi kentleri yerle bir etmiş, onlarca insanı katledilmiş, 15 Temmuz sonrası ise 6 bin HDP çalışanını tutuklamış, 93 belediyeye kayyım atamış, binlerce insanın işine son vermiştir. Aleviler yok sayılmaya, kadınlar katledilmeye devam etmektedir…
Bütün bu katletme, yok sayma, imha ve inkar politikası sürerken Danıştay’ın “And” meselesinde ”yürütmeyi” durdurmasıyla, R.T. Erdoğan’ın o dönem dile getirdiği söylemin tamamen yalan olduğu bir kez daha açığa çıkmıştır. Bu ikiyüzlülük ve riyakarlık, Erdoğan’ın 2013 yılında dile getirdiği “Andımız olarak bilinen metnin yazarı son derece tartışmalı isim olan Reşit Galip’ti. Reşit Galip Türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır” gerekçesinde saklıdır. AKP, belirtmek gerekirse Reşit Galip’ten rövanş olarak ”and”ı kaldırarak, ”intikam” almış, bunu yaparken de, toplumdan destek almak için, ”bu and, çağın gerisindedir” diyerek, yüzüne örtü çekmiştir.
Aynı iki yüzlülüğü 2010 yılında ”Anayasa Referandumu”nda da yaparak, Erdoğan eliyle; ”12 Eylülün zalim bir rejim olduğu, 17 yaşında Erdal Eren’i” astığını, ”ülkeyi işkenceye çevirdiğini, tüm demokratik hakları ortadan kaldırdığını” bol bol propaganda etmiş, ek olarak ”Anayasanın geçici 15. Maddesini kaldırıp, cuntacıları yargılayacaklarını” söyleyerek oy istemiş, istediğini elde ettikten sonra ise göstermelik birkaç hamle süreci savuşturmuştur.
“And” meselesinde ırkçılıkla mücadele ettiğini propaganda eden AKP, en az bu ”and” kadar gerici ve ırkçı olan “İstiklal Marşı” ve TC Anayasası’nın ilk dört maddesine karışmamıştır. AKP “İstiklal Marşı”nda yer alan, “Kahraman ırkıma bir gül”, “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal” ifadelerindeki açık ırkçılığı görmezden gelmiştir. Yine TC Anayasası’nın ilk dört maddesi Türk devletinin niteliğini belirleyen içeriğe sahiptir. Bu maddelerde, Türkiye’de Türkler dışında hiçbir ulusun yaşamadığını, herkesin Türk olduğu, Türkçe dışında hiçbir dilin kullanılamayacağını, eğitim dili olarak sadece Türkçe’nin kabul edildiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla gerek “İstiklal Marşı” ve gerekse de anayasanın bu ilk dört maddesi değişmediği müddetçe “and” meselesi üzerindeki tartışma hiçbir anlam ifade etmez.
Öte yandan “and”ın 2013 yılında ”yürürlükten” kaldırılmasından sonra CHP’nin tavrı da bilindiktir. CHP “and”ın kaldırılması karşısında kendi özüne uygun bir refleksle ortaya konmuş, Ekim 2018 tarihinde Danıştay’ın ”yürütmeyi” durdurmasıyla, bu seferde bir sevince dönüşmüştür. MHP, İYİ Parti ve diğer faşist partilerin tavırlarını aktarmaya da gerek yoktur. Tüm düzen partilerinin ortak paydaları devletin ”bekasıdır”, onun dışındaki tepki ve politikaları sadece küçük ayrıntılardır.
Aslında “and” meselesi üzerinden yaşanan tartışma, demokratik, ilerici, ırkçılığa karşı olan bir tartışma değildir. Yaşanan 15 Temmuz darbesi sonrasında AKP’nin devlet iktidarında girmek zorunda kaldığı yeni ittifak arasında var olan çelişkilerin dışavurumundan ibarettir. Türk hakim sınıfları için temel mesele devletin bekasıdır. Bunun için her yol ve yöntem denenir ve gerçekleştirilir. Dönem dönem yaşanan çelişkilere demokratik anlamlar yüklemek yanıltıcıdır.
Bir ÖG okuru