Emperyalist kapitalist sistem, 2008’den beri yaşadığı mali krizin etkisini üzerinden atamamış durumda. Ve bu krizin etkisi ile onu atlatmak adına her geçen gün daha fazla savaş politikasına başvuruyor. ABD emperyalizminin hegemonyasının sarsılmaya başlaması ve karşı emperyalist bloğun gitgide daha ciddi bir rakip haline gelmesi, emperyalistlerin yaşadığı iç krizler-gerilimler bu savaş ortamını hızla derinleştiriyor. Emperyalistler henüz doğrudan savaşa tutuşmasalar da uşakları aracılığıyla dünyanın birçok bölgesinde karşı karşıya gelmiş durumdalar. Ortadoğu, Afrika, Doğu Avrupa gibi coğrafyalar ateş topuna dönmüş durumda.
Savaşlar emperyalist kapitalist sistemin doğasında vardır. Uzlaşmaz karşıtlıkların ve krizin bu sistemdeki daimi varlığı savaşları kaçınılmaz kılmaktadır. Sistem yıkılmadıkça kaçınılmaz olmaya da devam edecektir. Ancak emperyalistler ve onların uşakları da bu savaşların her aşamasını, sonucunu kendileri için kazanç haline getirmek istiyor. Mesela silah ticareti bu kapsamda ele alınabilir.
Aynı şekilde bu savaşlar yüzünden günümüzde 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından en yoğun göç dalgasının yaşandığı biliniyor. Tabii sistem bu durumdan da kendi sermayesini büyütme için faydalanıyor. Savaşlarla yaşadığı topraklardan göç ettirilip mülksüzleştirilen insanlar yaşadıkları korku ve sefalet durumundan da faydalanarak her türlü sömürüye katlanabilecek ucuz iş gücü haline getiriyorlar. Yani burada sistemin bilinçli bir politikasından bahsetmek gerekir. Nasıl ki kapitalizmin ilk dönemlerinde köylüler mülksüzleştirilip göç ettirildiyse bugün de emperyalistler göç eden insanları ucuz iş gücü olarak kullanıyorlar. Yani her türlü ağır iş kolunda çalıştırabilecekleri bir mülteci işçi ordusu yaratıyorlar. Benzer bir gerçekliğin ülkemizde de yaşandığı Bakan Veysi Kaynak’ın “Suriyeliler olmasa düz işçilik yapan yok; fabrikalar kurur” (Cumhuriyet, 07.07.2017) sözleri ile gözler önüne serildi. Bu açıklama bile başlı başına ülkelerinden kopartılıp göç ettirilen Suriyelilerin emeğine nasıl bakıldığının özetidir.
Burada belirtmek gerekir ki; ülkemizde de hakim sınıflar malını, mülkünü ülkesinde bırakarak kaçmak zorunda kalmış Suriyelilerden tam bir ucuz işçi havuzu oluşturulmuş durumda. Sömürünün en katmerlisine maruz kalan Suriyeli işçiler üzerinden patronlar artı-değer sömürüsünü yoğun bir şekilde artırmaktadır. Bakan aslında “patronların o kadar ucuza ve ağır koşullarda çalıştıracağı başka işçi kesimi yok” demektedir. Suriyeli mülteci işçilerin çalışma koşullarına ilişkin tam bir rakam verilemese de Birleşik Metal-İş’in 604 Suriyeli ve Türkiyeli tekstil işçisi ile yaptığı ankete kısaca bakmak mülteci işçilerin nasıl yoğun bir sömürüye maruz kaldığını göstermeye yetiyor. Mesela “ankete katılan Suriyeli kadın işçilerin % 100’ü, Suriyeli erkek işçilerin % 99.6’sı sigortasız çalıştırılıyor.” (Hürriyet) Sigortasız yani kayıt dışı. Bu da patronların istediği gibi at koşturmasında her türlü hak gaspını keyfi bir şekilde yapabilmesine olanak sağlıyor. Diğer yandan ankete katılan “Türk erkek işçilerin aldıkları ücret ortalama 1.492 lira iken Suriyeli işçiler 1.162, Suriyeli kadınlar 776 lira” alıyor. Yani zaten Türkiyeli işçilerin aldıkları ücret oldukça düşükken mülteci işçiler ise onlardan da düşük ücretlere çalıştırılmaktadır. Bu durum patronların bu sömürü üzerinden sermayelerini nasıl büyüttüklerinin ispatıdır. Bu rakamlar aslında Bakan Kaynak’ın sözlerinin de ne anlama geldiğini özetlemektedir. Çünkü anketin yapıldığı tekstil sektörü Bakanın dediği “düz işçiliğin” yapıldığı yerlerdir. Ve bakanın aslında “bu kadar sömürüp, kârımıza kâr katacağımız başka bir işçi kesimi yok” dediği çok net görülüyor.
Tablo ortada! Anket her ne kadar dar kapsamlı olsa da bunun bütün mülteci işçiler için geçerli olduğuna şüphe yok. Ülkemizde işçi sınıfı açısından ekonomik koşullar zaten oldukça zorken mülteci işçiler için ise koşullar çok daha zordur. Bir nevi maruz kaldıkları katmerli sömürü ile işçi sınıfının en alt katmanını oluşturmaktadırlar. Bu işçilerin yaşam koşullarının son derece ağır olması onları her türlü zor koşulda çalışmaya mecbur bırakıyor. Tabii bu kesimler arasında örgütsüzlüğün hakim olması da patronların istedikleri gibi at oynatmasına zemin sunuyor.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de hakim sınıfların işçi sınıfını milliyet temelinde bölüp parçalayarak işçiler arasındaki rekabeti artırmaya çalışmasıdır. Bunu da kendi ceplerini daha fazla doldurmak, işçilerin birliğini engelleyerek sömürü çarklarını sorunsuzca döndürmek için yapıyorlar. Bunun için de işçi sınıfına enjekte ettikleri şoven, ırkçı zehrin dozajını artırıp Suriyeli mülteci düşmanlığı yaratmaya çalışıyorlar. Nitekim son dönemlerde emekçilerin yaşadığı mahallelerde ırkçı-faşist kesimlerin kışkırtması ile Suriyeli mültecilere dönük birçok saldırı yaşandı.
Bu saldırıların bu denli yaşanmasının nedenlerinden biri de işçi sınıfının sosyal ekonomik koşullarının iyice kötüleşiyor olması. Hakim sınıflar yerli işçi sınıfına yaşadıkları yıkımın sebebinin mülteci işçiler olduğunu enjekte ediyor. Böylece hem işçiler arasında rekabeti artırıp işçi ücretlerini daha da düşürüyorlar hem de işçilerin tepkisini kendileri dışındaki bir merkeze yöneltmiş oluyorlar. Bu durum kuşkusuz ezilen sınıflar açısından tehlikeli bir durumdur. İşçilerin haklarının gasp edilmesinin, işsiz kalmalarının ya da çok düşük ücretlerle çalıştırılmalarının suçlusu mülteci işçiler değildir. Tam tersine mülteci işçileri de iliklerine kadar sömüren emperyalist efendileri kadar Türk egemen sınıflarıdır. Özellikle son dönemde ülkede işçi sınıfının kazanılmış birçok hakkının gasp edilmesi ve sömürü yasalarının bir bir meclisten geçirilmesi ile aynı temellidir. Amaç işçiler üzerindeki sömürüyü artırıp patronların sermayesini büyütmektir. Mülteci işçilerle yerli işçileri sömürüp, onların hayatını gün geçtikçe daha kötü koşullara mecbur bırakanlar OHAL’i işçi eylemlerini yasaklamak için kullanmakta olan Türk hakim sınıflarıdır.
Bu sömürü çarkını kırmanın biricik yolu, işçi sınıfının birlikte mücadelesinden geçmektedir. Onun için sınıf devrimcileri, oldukları her alanda bu durumu işçilere anlatmalı, sınıf içinde geliştirilmek istenen ırkçı, şoven dalgaya karşı mücadele etmeli, sınıfın birliğini sağlamaya çalışmalıdır. Çünkü işçi sınıfı birlikte güçlüdür.