GüncelMakaleler

Evlatlarının acısı kor gibi yakarken bir soysuzun salyaları söndüremez bu ateşi!

Devletin bu çırpınışını ezilenlerin lehine çevirmek, onu yıldızlara uğurlayışımızın üzerinden 1 yıl geçen ve 1995 yılından ölümsüzleştiği 20 Eylül 2018 tarihine kadar Cumartesi Anneleri’nin direnişinin ayrılmaz bir parçası olan Güzel Ana’nın yürüdüğü yoldan geçmektedir.

“Failler nerede?” Siyah zemine beyaz renkle yazılı iki sözcük, koca bir soru işareti. Sorunun cevabı aslında meçhul değil, aşikar. Cumartesi Anneleri yıllardır Galatasaray Meydanı’nda cevabını bildikleri bu sorunun herkesçe bilinmesi için haykırıyor. Bu haykırış Cumartesi Anneleri eyleminin Cumartesi İnsanları olarak genişlemesi ile; kaybedilenlerin salt yakınlarının değil, gözaltında kayıpların hesabını sormak isteyen herkesin katılımı ile 23 yıldır aynı meydanda sürüyor. Buradaki hakikat ve adalet arayışına dönük devlet düşmanlığı da öyle…

Bu düşmanlık bu kez Cumartesi Anneleri’nin 700. haftası oturma eylemi için Galatasaray Meydanı’nda kitlesel olarak biraraya gelenlere dönük devlet saldırganlığı ve ardından Cumartesi Anneleri eylemi başta olmak üzere sadece Galatasaray Meydanı’nda değil Beyoğlu genelinde eylem yasakları ile açığa çıkmış oldu. Ekonomik ve siyasi krizin yarattığı kaos ve gergin ortamı fırsat bilen egemenler, on yıllardır süren hakikat ve adalet arayışında kendilerine sorulan soruları susturmak ve duydukları korkuyu bastırmak için gözlerini bu mücadele alanına diktiler.

 

“Demokrasi” kılıfı bir yanda, faşizm sere serpe ortada!

1995 yılında Hasana Ocak’ın Gazi Mahallesi’nde kaybedilmesinin ardından Hasan Ocak nezdinde gözaltında kaybedilenlerin akıbetini öğrenmek, faillerin cezalandırılmasını sağlamak ve yeni kayıpları önlemek amacı ile başlatılan Cumartesi Anneleri eylemi, çete-polis-devlet işbirliğinde, devrimci ve yurtseverlerin gözaltında kaybedildiği, Toros markalı arabaların infaz anlamına geldiği bir dönemde doğdu. 12 Eylül AFC’sinin gözaltında ilk “kaybı” olan Süleyman Cihan ve Hasan Gülünay’ın peşini bırakmayan Partizan şehit ve tutsak aile geleneğinin bu direnişin kurumsallaşmasında saldırılara karşı verdiği ısrarlı mücadelenin ciddi bir karşılığı oldu.

Her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek kayıplarını soranlar, kaybedenlerin hiddeti ve şiddeti ile karşılaştılar; eylem uzun bir süre polis saldırısı ile engellenmeye çalışıldı. 23 yıllık hesap sorma geleneğinin Galatasaray Meydanı’ndaki yaratıcıları, saldırılara karşı her hafta ısrarla bir araya gelerek kaybedilenleri ve olası kaybedilecekleri gündeme getirmekten vazgeçmediler. Direniş, Galatarasay Meydanı’nı Cumartesi Anneleri ile özdeşleştirdi, eylemlerdeki ısrar ve değişen süreçle beraber eyleme yönelik polis saldırılarına son verildi. AB’ye uyum paketi çerçevesinde “demokrasi” kılıfının altına gizlediği faşizmini koruyan TC devleti toplumsal muhalefetin boyutlanmasından ve bekasına zeval gelmesinden duyduğu korkuyu uzun bir süre gizleyemedi, faşizm daha yaşlı ama daha dişli bir canavar olarak daha açıktan yönetim şeklindeki tahtına oturdu. Nitekim 2013 Gezi İsyanı sonrasında bu korkunun yansımalarının hissetmeye başlarken, 2015 7 Haziran seçimleri sonrasında “demokrasi” kılıfını bir kenara atıp faşizmi sere serpe ortaya konuldu.

AKP eliyle devreye konulan bu politikaların Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine dönük iki farklı yaklaşımı devletin kendi çıkarları söz konusu olduğunda kılıflı ya da kılıfsız her daim faşizm düsturu ile hareket ettiğini ortaya koyuyor. Dönemin başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan 2011 yılında makamında Cumartesi Anneleri’nden Berfo Ana’yı kabul edip oğlu Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedildiğini kayıtlara düşerken, aradan geçen 7 yılda değişen siyasi atmosfer ile beraber bugün İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu ve onu destekleyen AKP Genel Sözcüsü Ömer Çelik’in belirttiği üzere gözaltında kayıplar örgüt içi hesaplaşmanın bir ürünü olarak gösteriliyor.

Peki ama 2011’den 2018’e değişen ne oldu? Gözaltında kaybedilmeleri kabul eden ve failleri araştıracağını bildiren TC devleti 7 yıl sonrasında bunu neden tekrar reddeder hale geldi? Yoksa demokrasiden bir anda faşizme mi geçildi? Tüm sorularımızın cevabı TC devletinin niteliğini doğru tanımlamakta yatıyor. TC devleti AKP aracılığıyla siyasi sürecini kimi zaman ağırlaştırılmış faşizm, kimi zamansa demokrasi sosuna buladığı faşizm ile örerken esas kaygısı ezilenlerin mücadele hattını kontrol altında tutma, yok etme; toplumsal muhalefeti sindirme ve kendi bekasını sağlama alma üzerinden şekilleniyor. Ezilenlerin mücadelesi devletin faşizm politikalarını belirleyen yerde durmaktadır. 2013 sonrası “çözüm süreci” ile ezilenlerin mücadele hattını çözme amacı taşıyan TC devleti, 2015 sonrasında bu kez katliam, gözaltı, tutuklama terörü ile halk kitlelerinin mücadele hattına saldırmaya, yok etmeye çalışmıştır. “FETÖ ile mücadele” adı altında başlattığı OHAL sürecinde, hedefi esasında ezilenlerin mücadele hattı olan devlet AKP aracılığıyla uyguladığı baskı ve sindirme politikalarını OHAL’in sona ermesinin ardından da değişen rejim ile boyutlandırıyor.

 

Çırpınışlarını ezilenlerin lehine çevirmek için Güzel Ana’nın yolundan…

DAİŞ-TC işbirliğinde gerçekleşen katliamlarla binlerce devrimci, demokrat ve yurtsever katledilirken, mesele katliamlarla sınırlı kalmamış, devletin kolluk kuvvetleri yaşamın her alanında etkin hale getirilmiştir. Katliamlar toplumsal muhalefeti sindirmek için önemli rol oynarken kolluk kuvvetlerince eylemlerin güvenliğinin alınması bahanesi ile kitleler ve eylem-etkinlikler arasında etten duvarlar örülmüş; eylemsellikler tecrit edilmeye çalışılmıştır.

Ki bunun Cumartesi Anneleri eylemine yansıması yıllarca her cumartesi günü kendilerine saldıran polisin “güvenlik çemberi” ile olmuştur. Bir yandan katleden diğer yandan korumayı(!) üstlenen devletin güvenlik çemberinden kastının eylemin temas edeceği kesimleri daraltma olduğunun altını çizmek gerekiyor. Cumartesi Anneleri’nin yıllardır sorduğu sorunun cevabında gizli olan devletin bu tecrit etme çabası yanıtsız kalınca ilk olarak Cumartesi Anneleri oturma eyleminin 700. haftasının gerçekleştiği 25 Ağustos ve sonrası cumartesilere dönük polis saldırış, engellemesi devreye girmiştir. Açıktır ki Cumartesi Anneleri’ne dönük bu saldırı devletin içerisinde olduğu krizle doğrudan bağlantılıdır. Ezilenlerin en küçük hak talebine bu denli tahammülsüzlüğü bundandır.

Kaldı ki MHP tarafından sıklıkla dile getirilen af önergesi de, ekonomik-politik krizle yeni infazların işlenmesinin peşinde olan MHP-AKP birlikteliği katliamcı TC geleneğinden beslenerek krizi atlatma derdindedirler. Cumartesi Anneleri’nin direnişini yok etmeye ve yeni kayıpların önünü açmaya çalışan devlet çaresiz bir çırpınış halindedir aslında. Bu çırpınışı ezilenlerin lehine çevirmek, onu yıldızlara uğurlayışımızın üzerinden 1 yıl geçen ve 1995 yılından ölümsüzleştiği 20 Eylül 2018 tarihine kadar Cumartesi Anneleri’nin direnişinin ayrılmaz bir parçası olan Güzel Ana’nın yürüdüğü yoldan geçmektedir.

O yol, ezilenlerin düştüğü yerden ayağa kalktığı, kalkmak zorunda olduğu en meşakkatli, en dikenli ama en onurlu yoldur! Ne o yolda ölümsüzleşenler, “kaybedilenler” unutulur, unutturulur ne de o evlatların acısı kor gibi içlerini yakan annelerin öfkesi bir soysuzun salyaları karşısında diner!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu