31 Mart seçimlerinin görünür sonuçlarından biri, AKP rejiminin kendi ideolojik tabanı nezdinde oy verilebilir özelliğini yitirmeye başladığının da, resmi tarihi olmasıdır. Bir diğeri rejimin kendine münhasır siyasal, ekonomik, ideolojik belirleyen pozisyonunun da çözülmeye başlamasıdır.
Ancak bu çözülmenin nihai adresinin ne olacağı toplumsal mücadelenin görünür momentlerinden biri olan CHP’nin temsil ettiği devlet kliğidir.
Bu kliğin tabanı ile tavanı arasındaki gerilimin İstanbul seçimlerine yansıyış biçimi tabanın yaratmış olduğu basıncın, Ekrem İmamoğlu isminin AKP’nin tümüne karşı söylem ve mimikleri ile bir sempatik, diyalog yanlısı, güven verici duruş sergilemesi iktidarın alınabilirliğinin olası hissiyatının da ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Ancak ortada gözlemlenmesi gereken önemli bir durum var; AKP ile temsil edilen yeni egemen rejimin kodladığı siyasal alanın olağanüstü hali aratan uygulamaları içerisinde kimin ne tür güven verdiğinin bir önemi söz konusu edilmemelidir.
Tek adam rejimi olarak okuma kolaycılığı içerisinde yer edinen AKP rejiminin asıl kodladığı toplumsal çürümenin tavan yaptığıdır. Bu çürümenin karakteristik özelliği olağan olduğu kabul edilen bir zemine demirlediği ve bunun üretildiği zeminin unutulduğu gerçeğidir. Siyasal rejimlerin kendilerini kodladıkları ekonomik zeminin niteliği; Marx’tan hareketle artı-değerin gasp ediliş tarzıdır.
Bu siyasal rejim artı-değerin oldukça önemli bir kısmını üretim süreçleri üzerinden değil, ağırlıklı olarak ekonomik gasp ve uluslararası finans sermayesinin verdiği borçları zimmetlerine çeşitli yollarla geçirmeleri üzerinden elde etmişlerdir.
Dolayısıyla rejimin ana karakteristiğinin gasp olduğu gerçeği onun yaratmış olduğu siyasal rejimin de, benzer özellikte olduğunu teyit etmektedir.
Bu siyasal gasbın yaratmış olduğu çürümenin tek bir kişide somutlaşıyor olmasının temel özelliği ise genel irade spekülasyonu üzerinden toplumsal kontrol mekanizmalarının yok edilmesidir. Genel irade, iradesizliğin bir tezahürüdür.
Temsil politikalarının bireyi ideolojikleştirip boş bir benlik üzerinden iktidara bağlama stratejisi genelde işlese de uzun vadede kontrolsüz bir durumu da yaratır. Bireyin boş hale gelen benliği iktidarın soğurduğu total irade üzerinden iktidarı çekilmez bir biçimde hırçınlaştırır. Bugün kapitalizme has bu düzenin üretim teknikleri ile doğrudan bağını da unutmamak gerekir.
Ekrem İmamoğlu üzerinden siyasal süreçlerin böylesi bir zeminde okunuşunun benzer bir süreçler dizisi yaratmasının kaçınılmazlığı kesinlikle gözlemlenmesi gereken bir durumdur. Bunu YSK kararına karşı direnmeme pratiği üzerinden okuma yapmak yeterli olmalıdır.
Nihai olarak her sınıf kendi sınıf karakterini yansıtmak durumundadır. YSK kararı bütünüyle yeni rejimin temel göstereni olması hasebiyle karakteristik bir karardır. Muktedirin ihtirasına, insafına bırakılmış tümüyle burjuva hukukunun yıkımının tescillendiği bir karardır.
Tüm toplumun gözünün içine bakarak yargı alanının yıkımını tescilleyen bir kararı söylem düzeyinde tanımayıp yasal düzlemde tanımak en basit haliyle statükonun statüko eliyle değiştirilmesini talep etmektir, yoksa değişime cüret etmek değildir.
AKP rejiminin kodladığı yeni rejimin bütün göstergelerinin aşağı yönlü olmasına karşın hâlâ varlığını koruyor olmasının temel gerekçesi statükonun bütün muhalefet odaklarınca kabulüdür. Burjuvazinin ve onun artı-değerinden nemalanan, nemalanma talebinde bulunan sınıflar statükoyu değiştirmeye istekli değillerdir.
O koltuklara oturduklarında kendi sınıf karakterlerini yansıtacaklardır.
Ekonomik gasbın kardeşi siyasal gasptır. Ekonomik olarak sınıfına ihanet etmeyen bir güç siyasal yapıya da ihanet etmeyecektir. Söylemin ve eylemin radikal gücünü uygulamayan bir gücün bu yıkımı sürdürmekten başka bir alternatifi de söz konusu edilmemelidir.
Ekrem İmamoğlu’nun bir yanıyla değişimin yanında duruyor oluşunun kendi kişisel iyi niyeti ile açıklanamayacak aksine nesnel koşulların kendisine ve sınıfına dayattığı koşullar daha ağır basacaktır.
Siyasal alanın siyasete kapalı olduğu olağanüstü halin süreklilik içerisinde olduğu böyle bir denklemde kim gelirse gelsin mevcut durumu değiştirmeye muktedir olamayacağı aksine bu zemini kendi sınıfsal çıkarlarına göre biçimlendireceği tarihsel bir gerçekliktir.( 3 Haziran 2019. Gazete Duvar)