Ermeni soykırımından günümüze 100 yılı aşan bir süre geride kaldı. Önceleri dünya ve Türkiye kamuoyundan gizlenen soykırım giderek bir tabu olmaktan çıktı ve tüm toplumların belleğinde yer edindi. Bunun sonucu, soykırım her yıl kınanır, lanetlenir ve soykırımda katledilen ve de tehcire tabi tutulan Ermeniler anılır oldu.
Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’nun tahakkümü altında yaşadıkları dönem, sınıfsal baskıyla beraber dini tahakküm altındaydılar. 19. yüzyılın ikinci yarısına doğru ulusal yapıya sahip olmaya başladıklarında mevcut arkaik devlet erkinin ulusal baskısına da maruz kalırlar. Bunun sonucu 1894-1896 yıllarında, II. Abdülhamit döneminde yapılan katliamda 300 bin civarında Ermeni katledilir. Birçoğu zoraki tehcirle topraklarından uzaklaştırılır. Böylece Ermenilere yönelik baskının giderek daha üst boyuta tırmandırıldığı bir sürece girilir.
Ermeni sorunu giderek daha ivme kazanır. Mevcut devlet köhnemiş yapısı sonucu, sorunu daha katmerli kılmış, daha keskin bir hatta girilmiştir. Öyle ki, girilen süreç sonucu Osmanlı işgali altındaki Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Bosna-Hersek vb. Balkan toplumlarında 19. yüzyılda başlayan ulusal uyanış ve başkaldırılar, 1912’de Balkan Savaşları ile sonuçlanarak bağımsız devletleri beraberinde getirmiştir. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nu daha saldırgan kılmış ve sınırları içerisinde kalan Ermeni, Rum ve Süryanilere yönelik baskı ve saldırılarını daha artırmıştır.
Bunun sonucu İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) aldığı kararla Küçük Asya’nın bu toplumlarını hedef alır. 1913’te Balkanlar, Marmara ve Ege’deki Rumlara ve Karadeniz’deki Pontus Rumlarına yönelik başlayan saldırıların ardından 1915’te Ermeniler hedef alınır. 24 Nisan 1915’te Ermeni aydınların tutuklanmaya başlamasıyla başlatılan soykırım, 1914’ün Ağustos’unda Amele Taburları’nda toplatılan 15-60 yaşlarındaki erkeklerin 1915’in Nisan’ından sonra kurşuna dizilmeleri, uçurumlardan atılmaları, açlığa terk edilmeleriyle devam ettirilir. Ve beraberinde çoğunluğunu kadınların, çocukların ve yaşlıların oluşturdukları Ermeniler dağ yollarında zoraki tehcire tabi tutulurlar. Onlar da kurşuna dizilerek, uçurumlardan atılarak, açlığa terk edilerek, hastalıklara kapılarak, kadınlara tecavüz edilerek jenosid sürdürülür. Süryaniler de bu soykırıma dahil edilirler.
Bu soykırım “Kurtuluş Savaşı” ile tamamlanır. “Milli Mücadele” olarak lanse edilen bu “savaş” aslında Ege, Marmara ve Karadeniz’de Rumların; Doğu’da Kars, Ardahan, Gümrü (Ermenistan şehri) ve Güney’de Antep, Maraş ve Urfa illerinde Ermenilerin hedef alındığı bir süreçtir.
Sonuç olarak Abdülhamit döneminde 1894-96 yıllarında, 1915-16 sürecinde ve 1919-1923 döneminde toplam 2 milyon Ermeni, 1.5 milyon Rum ve 500 bin civarında Süryani katledilir. Daha net bir ifadeyle, bu soykırımla toplam 4 milyon kişi katledilir. Zoraki bir tehcirle kalanlar topraklarından zorla uzaklaştırılır. Toprakları, malları, mülkleri ve tüm yarattıkları değerler dönemin o bağnaz ve katil devletince gasp edilir.
Soykırımın esas hedefini Ermeniler oluştururken, beraberinde Rum ve Süryaniler de hedef alınır. Ortaçağda kendini İslamiyet’in temsilcisi ve hilafet devleti olarak lanse eden Osmanlı İmparatorluğu, Pan-İslamizm, Pan-Türkizm doktrini ile dinleri Hıristiyan olan toplumları hedef alır. Böylece işgal ettikleri toprakları tümden Türkleştirmenin ve İslamlaştırmanın önünü “açmayı” hedeflerler. Farklı ulusal ve dinsel topluluklardan oluşan heterojen toplumun, mevcut devlet aygıtı tarafından homojen bir topluma dönüştürülmesine gidilir. Bu da iktidardaki Türk gerici sınıfsal katmanların devlet erki tarafından kendi dışlarındaki dinsel ve ulusal toplumsal yapıları katletmelerine ve yok etmelerine götürür. Bunun sonucu tarihsel soykırım gerçekleştirilir.
Emperyalist Devletlerin Rolü
Ermeni Soykırımı uluslararası alanda kapitalizmin emperyalizm çağına ulaştığı süreçte olmuştur. 19. yüzyılın son çeyreğine doğru kapitalizm giderek uluslararası tekelci kapitalizme, emperyalizm evresine dönüşür ve beraberinde dünya sistemine damgasını vurur. Emperyalist yapı, kendisinden geri kalmış ve burjuva demokratik devrimini gerçekleştiremeyerek pazar durumuna düşen ülkeleri, sermaye ihraç ederek ekonomik ve mali olarak kendisine bağımlı kılmış ve siyasi olarak hükmü altına almıştır. Dolayısıyla bağımlı ve pazar konumundaki devletlerin iç sorunu, aynı zamanda uluslararası sorun haline gelir.
Bunun sonucu bağımlı bir ülkedeki iç sorun emperyalist sisteme endeksli bir hal alır. Soykırımın gerçekleştiği 1915 tarihi böylesi bir çağa tekabül eder. Önceleri İngiltere, Fransa devletlerine bağımlı olan dönemin Osmanlı Devleti, soykırımın arifesinde giderek Alman emperyalizmine bağımlı hale gelmiştir. Son dönemlerine girdiğinde bu devlet bağımlı olduğu Almanya tarafından yönlendirilen bir konuma gelmiştir. İTC önderliğindeki devletin iç ve dış politikaları Almanya güdümünde bir hat izlemiştir. Onun hükmü altında hareket eden devlete bürünmüştür. Öyle ki Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş seyri Almanya tarafından çizilmiş, Alman generalleri komutasında savaşta yer almış, kullandığı silahlar Almanya tarafından tedarik edilmiş, Turancılık yaftasıyla Ortadoğu, Kafkasya, Orta-Asya’da Alman emperyalizmi yörüngesinde yer almıştır. Böylece esasta müttefik olarak Almanya’nın hükmü altında hareket ederek yeni pazar alanlarının oluşturulması rolü üstlenmişlerdir.
Soykırımın gerçekleştirildiği süreç Türk devletinin Almanya’nın müttefiki olarak 1. Paylaşım Savaşı’na katıldığı süreçtir. 1914’ün Ağustos ayında başlayan bu savaş, 1915’in Nisan ayında başlatılan Ermeni Soykırımı’nda katalizör rol oynamıştır. Planlanan soykırım, savaş atmosferinde uygulamaya sokulmuştur. Dolayısıyla 1. Paylaşım Savaşı soykırımı kamufle etmiştir. Savaş konjonktürü ile soykırım o süreçte gözden ırak tutulmuştur. Görüldüğü gibi soykırım uluslararası emperyalist sistemden kopuk değildir.
Gerçi İTC, kesinleşmiş 1. Emperyalist Savaş arifesinde, 1913 tarihinde Ermenilerden önce Rumlara karşı saldırıya geçmiştir. Balkan Savaşı’nı kaybeden İTC kapıldığı histeri nöbetiyle, başta 1913’te Trakya bölgesinde başlattığı saldırı ve tehciri, 1914’te Ege ve Pontus Rumlarına yönelik sürdürmüştür. Talat Paşa gönderdiği gizli talimatla “politik nedenlerden dolayı, Küçük Asya kıyılarında yaşayan Rumların köylerini boşaltmaları Erzurum ve Haldia (Gümüşhane) vilayetlerine göç ettirilmeleri zorunluluktur. Rumlar, eğer söz konusu yerlere gitmeye karşı çıkarlarsa, Müslüman kardeşlerimize sözlü talimatlar verin ki, onları her türlü yöntemle gönüllü olarak göç etmeye zorlasınlar.”(1) direktifini iletir.
Akabinde başlayan 1. Paylaşım Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu ve emperyalistler açısından soykırımın zeminini daha uygun kılmıştır. Bunun sonucu soykırımın sınırları daha genişletilmiş ve saldırı furyası daha üst boyutlara tırmandırılmıştır. 1915’te Ermeniler de hedef alınmıştır. Daha net bir deyimle Ermeni Soykırımı, Osmanlı İmparatorluğu’yla birlikte bağımlı olduğu Almanya’nın da rol aldığı soykırımdır. 1. Paylaşım Savaşı emperyalist emellerin ve pazar kavgasının sonucu olan, ama, Ermenileri ve beraberinde Rumların, Süryanilerin hedef alındığı ve jenosidle sonuçlandığı bir savaştır…
“Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, Türkiye’de, bir olasılıkla 1.500.000’den fazla Ermeni yaşıyordu; kıyımların, tehcirlerin, sürgünlerin arkasından, olsa olsa 70.000 Ermeni kalacaktır birkaç yıl sonra…”(2)
Ermeni Jenosidi tarihsel olarak miadını tamamlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği soykırımdır. Ama 1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği konjonktürde yapılmıştır. Dolayısıyla soykırımın faili olarak salt Osmanlı Devleti’ni görmek nesnel bakış açısını daraltmak ve çıkarı, emri ve komutasında hareket ettiği emperyalist devleti görmekten uzak kalmaktır. Soykırımın failini eksik görmektir.
Dersim’e Sığınan Ermeniler…
Soykırım dönemin devletince Ermenilerin olduğu Küçük-Asya’da her yerde gerçekleştirilir. Ermenilerin nispeten daha yerleşik ve daha kalabalık oldukları Doğu Anadolu ve Yukarı Fırat bölgesindeki Ermenilerle yetinmeyen İTC, tüm bölgelerdeki Ermenileri hedef alır. Devletin amacı, onları kırıma uğratarak tehcire zorlayarak topraklarına, yarattıkları zenginliklere ve tüm değerlere el koymaktır. Dönemin devleti bu hedefine sermayenin Türkleştirme-İslamlaştırma emelleriyle gitmiş ve Ermenileri ve beraberinde Rum ve Süryanileri toptan hedef almıştır. Bunun sonucu Ermeniler bulundukları şehirlerde, bölgelerde yok edilmişlerdir.
Ancak 1915 Soykırımı’nda devlet tarafınca katledilmek ve izlerinin silinmesi hedeflenen Ermeniler, Dersim yöresinde o akıbete tümden uğratılamaz. Dersim bölgesinin yöre halkı ve aşiretlerin çoğunluğu Ermenileri devletin saldırılarından korur. Ermenilere sahip çıkar. Onları kendi aralarında barındırır ve önemli bölümünü sağ salim -Osmanlı Devleti’yle savaşan- Ruslara emanet eder ve Ermenistan’a yerleştirilirler.
Dersim dışında başka yörelerde de Ermenilere sahip çıkan ve koruyan halktan kesimler ve yönetici kişiler olmuştur. Soykırım öncesinde Halep ve Konya valiliğinde bulunan Celal Bey (3) görevli olduğu vilayetlerdeki Ermenilerin Der-Zor’a tehcirlerine izin vermemiş, bunun üzerine görevden alınmıştır. 1915’te Lice kaymakamı Hüseyin Nesimi Ermenilerin kırımına karşı çıktığı için dönemin Diyarbekir valisi Dr. Reşit Bey tarafından öldürülür. Ayrıca Basra valisi Ferit, Beşiri kaymakam vekili Sabit de aynı gerekçelerle öldürülürler. “Ben valiyim, eşkıya değilim” diyen dönemin Ankara valisi Mahzar Bey 1915 Ağustos’unda görevden alınır. Kütahya Mutasarrıfı (sancak yöneticisi) Faik Ali görevli olduğu sancaktaki Ermenilerin soykırımına ve tehcire gönderilmelerine engel olur ve çevre illerden gelen Ermenilere sahip çıkar. 500 altın para yardımında bulunur ve Ermenilere aşevi kurar. Kastamonu Valisi Reşat Bey, Yozgat Mutasarrıfı Cemal Bey, Erzurum Valisi Tahsin Bey de tehcir ve soykırım emirlerini yerine getirmez. Malatya Belediye Başkanı Azizoğlu Mustafa Ağa birçok kişiyi evinde saklar. Midyat kaymakamı Nuri Bey, Silvanlı İbrahim Hakkı Bey, Urfalı Hacı Halil kendi yakınlarındaki Ermenileri ve Süryanileri ölüm pahasına korumaları altına alırlar.(4) Bu isimler daha da çoğaltılabilir…
Ayrıca birçok yörede halktan insanlardan da Ermenileri koruyan, sahip çıkanlar olmuştur. Komşuluk, hemşerilik, dostluk vb. ilişkiler sonucu çeşitli yerleşim birimlerinde Ermenilere sahip çıkan halktan insanlar da olmuştur. Ancak tüm bu sahip çıkmalar birbirinden kopuk olup, münferit düzeyde kalan ve kitlesel kırımı engelleyemeyen düzeyde kalmıştır. Ancak sahip çıkanlar padişahın fetvasıyla ölümü göze alarak insani değerler açısından böylesi girişimde bulunmuşlardır.
Kitlesel olarak Ermenilere en fazla sahip çıkılan bölge Dersim olmuştur. Bu bölgenin insanları Ermenilerin çoğunluğunu kurtarmış ve isteyenleri Ruslara teslim etmiş ve isteyenleri kendileri Ermenistan’a götürmüşlerdir. Bu bölgenin insanları kırsal kökenli köylülerden ve çeşitli aşiret mensuplarından oluşuyordu. Aşiret sistemi hala günümüz sürecinde Dersim’de varlığını devam ettirmektedir. Lakin 100 yıl öncesinin aşiret sistemi günümüze kıyasla daha güçlüdür. Daha güçlü ve etkin bir yapıya ve otoriteye sahiptiler. Bu yapılarıyla kendi bölgelerindeki kitlesel katliama ve zoraki tehcire tavır almışlardır. Nitekim Dersim Ermenileriyle birlikte çevre illerden ve sancaklardan kaçıp Dersim halkına sığınan yığınlara sahip çıkmışlardır:
“1914 yılı Dünya Savaşı’nda ve 1915 Ermeni kırımında Dersim’e sığınan 60.000’den fazla göçmen ve yetim bu çalışmanın çeşitli bölümlerinde anılan Ermeni dostu Alevi-Kürt din adamları ve aşiret yöneticileri tarafından korunmuş ve kurtarılmışlardır. Bu şekilde hayatta kalanların büyük kısmı yabancı ülkelerde yaşıyor ve kendi anıları ile Ermeni-Kürt dostluğunun canlı tanıklarıdırlar.” (5)
Bilindiği gibi Dersimliler dönemin dini devleti olan Hilafet Devleti’nin ağır baskı ve tahakkümü altında olan çoğunlukla Kürt Alevi bir toplumdur. Alevi kimlikleri nedeniyle tarihleri boyunca, şeriatla yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nun baskı ve kırımlarına maruz kalan Dersim halkı, kendileri gibi mağdur durumda olan Ermenilerin soykırımına karşı onların yanında yer almışlardır. Bu konumları sonucu Dersimlilerin ve Ermenilerin “millet-i mahkum” statüsüyle dini devletin baskısına tabi olmaları, onlar açısından ortak payda oluşturmuştur. Bu durum sonucu bilinçaltı da olsa Dersim halkı, kırımda kendi yörelerindeki Ermenilere sahip çıkmıştır. Kendilerinin de tarihsel olarak katmerli zulmüne uğradıkları, kırımlarına maruz kaldıkları devletin, yanı başlarındaki Ermenilere aynı minvalde saldırıya geçmesi, Dersimliler tarafından kabul görmemiş ve Ermenileri yalnız bırakmamışlardır.
Bunun sonucu sadece Dersim Ermenilerine sahip çıkmakla yetinmemiş, ayrıca dönemin çevre il ve sancaklarından Erzincan, Erzurum, Arapkir, Malatya, Elazığ, Sivas gibi sancak yörelerinden kaçıp kurtulan ve Dersimlilere sığınanlara da yardım etmişlerdir.
Onlara sığınarak sağ kurtulan binlerce Ermeni, Dersimlileri belleklerinde bir başka yere koymuş, onlara olan güvenlerini ve şükranlarını unutmamışlardır. Yaşadıkları müddetçe Dersimlilere olan bu duygularını dile getirmişlerdir. Nitekim Erzurum’dan kurtulan bir grup Ermeni, trajedi ile sevincin iç içe geçtiği anılarını şöyle dile getiriler:
“Birçok fikir beyan ettikten sonra Toros, ‘Dersim’e, Kürtlere gidelim, orada hür yaşayabiliriz’ dedi. Hepimiz de kabul ettik.” (6) Uzun bir mesafe yol katettikten sonra Dersim’in bir köyüne ulaşırlar. O an nasıl karşılandıklarını ve duygularını şöyle belirtirler: “Adamın dediklerini yaptık ve o eve girdik. Bizi ekmek, pilav ve ayranla ağırladılar. Yedikten sonra da kalanları bir ekmeğe sarıp bize verdiler. Başka bir Kürt ise tütün ve kibrit getirdi. Yaylanın yolunu gösterdiler. Aynı yoldan geçip Dersim’e çıktık ve orada hür dolaşıyorduk, hür!” (7)
Harput da soykırımın en kanlı olduğu yerleşim alanlarından biridir. Ermenilerin -tesadüfen kurtulanların dışında- ezici çoğunluğu katledilmiştir. Soykırımdan ve devletin elinden kurtulanlardan az bir kesim de Dersim halkına sığındıklarında hayatlarını kurtarmışlardır. Onlardan bir grup da yaşadıklarını anılarında şöyle dile getirmiştir:
“Ben, 15 kişiyle birlikte, bir Kürt vasıtasıyla şehirden çıkıp ormanda saklandım. Ermeniler, Kürtler içinde hür yaşamaktaydı (Dersim Kürtleri, diğer aşiretlerden din açısından farklıdır), sadece tanınmamak için onların elbiselerini giyerdik. Kharbed (Harput bn.) katliamı bitip Erzurum ele geçirildiğinde, Kürtler Türk köylerine saldırmaya ve yağmalamaya başladı ve buldukları Ermenileri Yerzinga’nın (Erzincan bn.) ele geçirilmesine kadar sakladılar ve bizi, daha başka Ermenilerle birlikte getirip Ruslara teslim ettiler.” (8)
Dersim’e sığınan Ermenilere yöre halkı tarafından böyle sahip çıkılır. Onlar sayesinde soykırımdan kurtulurlar. Gerçi o bölgede de sahip çıkılmayan ve devletin emri doğrultusunda katledilmelerinde yer alan aşiretler vb. kesimler de yer almıştır. Belli azınlık kesim devletin güdümünde hareket etmiş ve soykırımda olmuştur. Ancak halkın ve aşiretlerin çoğunluğu, çeşitli bölgelerden gelip kendilerine sığınan Ermenileri yalnız bırakmamışlardır.
1915 Soykırımında Dersimli Ermenilerin Akıbeti…
Soykırım esnasında Dersim’e gelen ve yerleşen Ermeniler dışında, Dersim’de yaşayan, yerli Ermeniler de vardı. Bu Dersimli Ermeniler, Dersimli Alevi-Kürtlerle beraber yüzlerce yıl beraber hayatı paylaşmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu, 1839 Tanzimat Fermanı’yla birlikte Harput eyaletine bağladığı Dersim üzerinde bir türlü istediği otoriteyi oluşturamamıştır. Tanzimat sonrasında da Dersim halkını tam vergiye bağlayamamış, ordusuna istediği askeri alamamıştır. Şeriatla yönetilen devletin baskılarına boyun eğmeyen yöre halkı Dersim bölgesinin dağlık coğrafi alanlarından da yararlanarak devletin baskılarına tümden secde etmemişlerdir. Bunun sonucu yarı-özerk konumda varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Böylesi bir tarihsel süreç boyunca Dersim’in çeşitli sancaklarında, ilçe ve köylerinde yaşayan Ermeniler yöre halkıyla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Dini inanç ve değer yargılarında farklılıklar olsa da sosyal ve sınıfsal ortak yanları onları birleştiren bir faktör oluşturmuştur. Buna bağlı olarak onları birbirine yaklaştıran diğer önemli faktör ise yaşadıkları feodal, fetihçi, dini devletin ortak dini baskısına maruz kalmalarıydı. Bu durum sonucu aynı devlet tarafından millet-i mahkum statüsüyle baskı ve buyruk altına alınmışlardı. Dersimliler Alevi oldukları için, Ermeniler ise Hıristiyan oldukları için böylesi arkaik baskıya tabi kılınmışlardı. Bulundukları bölgede iki toplum da mevcut devletin ortaçağın aynı minvaldeki müzmin dini ve sosyal baskısı altındaydılar. Bu aynı baskı onları bulundukları bölgede aynı manivelada bir araya getirmiştir. Bu tarihsel nesnel durum onları birbirlerine yaklaştırmıştır… Bu Şark devletinin uyguladığı dini baskı 19. yüzyıl ortalarında girilen uluslaşma süreciyle ulusal baskıyı da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla toplumların ulusal yapıya kavuştukları böylesi tarihsel bir dönemece girilmesi, ortaçağ devletini daha gaddar ve daha saldırgan kılmıştır.
Soykırımdan evvel 1913-1914 yıllarında Dersim ve sancaklarında yaşayan Ermenilerin sayısı Ermeni Patrikhanesi’nin verilerine göre 20 bin civarındadır. Dönemin verilerine göre Çarsancak Sancağı’nda Ermenilere ait 51 kilise, 15 manastır, 23 okul ve 1114 öğrenci vardır. Ayrıca Çemişgezek Sancağı’nda 19 kilise, 17 okul ve 729 Ermeni öğrenci vardır. (9)
1915’te Ermenileri hedef alan soykırım başlatıldığında Dersim halkı aynı topraklarda yaşadıkları Ermenilere genelde sahip çıkarlar. Onları devletin saldırılarından korur ve barındırırlar. Gerçi sahip çıkmayan ve devletle hareket ederek Ermenilerin katliamlarında yer alan aşiretler de olmuştur. Bunların başında daha çok Erzincan yöresinde yer alan Gül Ağa komutasındaki Balaban Aşireti başı çekmiştir.(10) Ayrıca Erzincan-Tercan, Pülümür, Kığı yörelerinde yer alan bazı gerici aşiretler de soykırımda devletle hareket ederler. Bunlar kendi yörelerindeki Ermeni katliamında rol alırlar. Bunun sonucu Harput, Arapkir, Egin, Erzincan, Çemişgezek vb. yerlerden kaçan ve Hozat, Ovacık, vb. yerlerden Dersim’e giriş yapan Ermeniler yörenin Koçan, Şemkan, Karabalin, Ferhadan, Abbasan, Maksudan, Beytan, Kerikan vb. aşiretlerin desteklerini alırlar. Palu ve Oxu taraflarından kaçan Ermenilere ise Peri Suyu’nun iki yakasına yayılmış Hizal aşiretine bağlı onlarca köy yardım eder. Ayrıca Çarsancak ve Mazgirt’e gelenlere de Xıran, Alan, Yusufan, Haydaran, Demanan, Kureşan aşiretleri sahip çıkarlar.
Ermenilere sahip çıkan bu aşiretler onları devlet saldırılarına karşı da korurlar. Doğu kesimindeki aşiretler Mazgirt, Kızılkilise, Pah, Pertek, Peri merkezlerinde ve batı kesimlerinde Hozat’daki devlet güçlerini yararak korumalarına aldıkları Ermenileri Xuti Dere ve benzeri dağlık alanlara çekerler. 1916 yazında ise Ruslar Erzincan’ı alınca Ermeni sığınmacılar Mercan dağlarından oraya aktarılır ve Ruslara teslim edilir. Böylece Ermenilerin önemli bir bölümü bu aşiretler sayesinde kurtarılır. Daha sonraki dönemlerde Ermenilerin önemli bir bölümü de aşiretler tarafından Ermenistan’a götürülür.
Soykırım döneminde Dersim nüfusu 110 bin civarındadır. Soykırım esnasında Dersim’e sığınan Ermenilerin sayısı 50-60 bine kadar çıkar. Bunların çoğunluğu -yukarıda belirttiğimiz gibi- Ermenistan’a gönderilir. Ayrıca 10 bin civarında Ermeni de Dersim sınırlarında kalır. Bu rakamlar eksik ya da fazla olsa da bir gerçeğin göstergesidir… Jenosid sürecinde kurtarılan, sağ kalan ve sahip çıkılan en çok Ermeni Dersim yöresinde olmuştur. Ortaçağın feodal-fetihçi devletinin yapısına uygun bir tarzda gerçekleştirdiği soykırım ve tehcir, Dersim’de tümden yerine getirilememiştir. Elbetteki Ermenilerin tümü Dersim’de yerleşik olarak varlıklarını devam ettirememişlerdir. Belli miktarda kayıp vermişlerdir. Ama kayıptan daha fazlasının kurtarıldığı yöre de Dersim’dir. Kitlesel olarak hedef alınan toplumun çoğunluğuna bu alanın halkı tarafından sahip çıkılmıştır…
20. yüzyılın ilk kitlesel soykırımında katledilen ve tehcire zorlanan Ermeniler, beraberinde kendi topraklarını, yarattıkları zenginlikleri, değerleri terke zorlanmışlardır. Soykırım ve tehcirde kurşuna dizilmişler, uçurumlardan atılmışlar, yer yer bazı tahta binalara sokularak yakılmışlar, açlıktan, susuzluktan ve tifüs, tüberküloz, sıtma gibi hastalıklarla ölüme terkedilmişlerdir. Kadınlara tecavüz edilmiş, ufak çocuklar kaçırılmış, satılmıştır… Sonuçta bir toplum kitlesel olarak katledilmiş, yok edilmiş ve terk ettirildikleri topraklardan izleri silinmiştir… Devlet ve tüm gerici kurumları tarafından “Ermeni dölü”, “gavur”, “dinsiz-imansız” gibi çağdığı ve arkaik imajlar yaratılmıştır…
Bu Jenosit, Dersim yöresinde de hedeflense de yöre halkı jenosit içinde yer almamıştır. Her ne kadar hedef alınan Ermenilerin soykırım öncesindeki yaşamının devamını tümden sağlayamamışlarsa da; Ermenilerin kitlesel katliamına da katılmamış ve onların kurtuluşunu sağlayan bir sosyal-pratik sergilemişlerdir. Bunun sonucu, sağ kalan Ermenilerin en rahat yaşadıkları topraklar Dersim olmuştur. Ama yaşadıkları toprakların Dersim halkı da kendileri gibi devletin muzdarip baskısına maruz kalmış bir halktır. Onlar da tarihlerinin çeşitli evrelerinde katliam ve soykırım yaşamıştır. Aynı durumda olan bir halkın diğer halkı (Ermenileri) tümden özgürlüğe kavuşturması, aynı topraklarda yaşamalarını sağlamaları mümkün değildi… Ama onların çoğunluğunu kurtarmış ve Ermenistan’a yerleşmelerinde aktif rol üstlenmişlerdir.
Bunun sonucu mevcut soykırımı yapan o katil devletin sonraki uzantısı devlet de Dersim’e yönelik saldırılarını devam ettirmiştir. Nitekim TC devletinin kuruluşuyla, 1938’de Dersim Kürtleri hedef alınmışlardır. Dersim’in Alevi-Kürtleriyle birlikte son Ermeniler de katledilmişlerdir.
1938 Dersim Katliamı Ermenileri de Hedef Alır…
Kemalist iktidar Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) devamıdır. Bunun sonucu Ermeni, Rum, Süryani/Asurileri katleden İTC’den düzeni devralan Kemalistler de aynı minvalde hareket ederler. Türk-İslam senteziyle Türkleştirme ve İslamlaştırma hedefini önlerine koyarlar. Ama bu sefer esas hedefleri Kürtler ve Alevilerdir. Baskı ve katliamlarını onlar üzerinde yoğunlaştırırlar.
Bunun sonucu 1924’te uygulamaya konan Anayasa Kürtlerin ve Alevilerin varlığını reddettiği gibi, bu kesimler onlar üzerinde baskı ve tahakküm mekanizmasını işletir. Bunun sonucu bu baskılar karşısında 13 Şubat 1925’te başkaldıran Şeyh Sait önderliğindeki isyan, Mart ayında kanla bastırılır. Akabinde Kürtler ve Aleviler üzerinde ırkçı-faşist yasalar çıkarılır.
Bunun üzerine 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu ve 8 Eylül 1925’te çıkartılan Şark Islahat Planı ile Kürtler ve Aleviler üzerindeki baskı mekanizması üst boyutlara tırmandırılır. Bunun sonucu 1926, 1927 ve 1930 Ağrı Ayaklanmaları ile 1930 Zilan İsyanı olur. Ve çıkartılan faşist yasalar üzerinden Kürt ayaklanmaları bastırılır.
Devlet diğer taraftan Dersim ve civarındaki Alevi Kürtleri de hedef almıştır. 1921 Koçgiri İsyanı sonrasında 1938’de Dersim’e saldıran Kemalist devlet Alevi-Kürtleri katleder. 1915’te Ermeni Soykırımı’nı andıran bir saldırıyla Dersimli Alevileri kırıma uğratır, topraklarından uzaklaştırır ve bir bölümünü zoraki tehcire tabi tutarak Sünni-Müslüman kesimin yaşadığı şehirlere yerleştirir. Böylece devletin resmi ideolojik-politik hattını oluşturan Türk-İslam Sentezi doğrultusunda, uygulanan Şark Islahat Fermanı ile Dersimli Aleviler hedef alınmıştır.
Ancak Dersim Soykırımı Alevi Kürtlerle beraber Ermeni soykırımından kalan son Dersim Ermenilerini de hedef almıştır. Daha soykırımın akabinde İTC döneminde çıkartılan Emval-İ Metruke Yasası esas olarak “Kurtuluş Savaşı” sonrası Türkiye Cumhuriyeti (TC) döneminde uygulanmıştır. Bu yasa ile tüm ülke çapında soykırımda katledilen Ermenilerin topraklarına, mallarına, paralarına vb. tüm değerlerine el konulmuştur. Ve yine çıkartılan bu yasa ile Ermenilerin kiliseleri, manastırları, okulları, binaları yakılıp-yıkılarak tarihsel zenginlikleri ve izlerinin silinmesine gidilmiştir. Devlet Ermeni ve Rumların zenginliklerine el koymayı, gasp etmeyi ve tarihten Ermenilerin izlerinin tümden silinmesini hedeflemiştir. Bu İngiltere, Fransa ile TC devleti arasında 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşma sonucu “Azınlık Vakıfları Yasası” ile Ermeni, Rum ve Yahudilerin kendi dillerinde okul ve dini ibadet yerlerini açmak İstanbul dışında tüm illerde yasaklanmıştır. Bunun sonucudur ki Ermeniler cenazelerinde, evlilikte, vaftizlerinde, dini bayramlarını kutlamada bu geleneklerini İstanbul dışında uygulayamamışlardır. Lozan Antlaşması’yla Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudilere dayatılan bu baskı ve yaptırımlar Anadolu’daki Ermenilerin asimilasyonunu hızlandırmıştır.(11)
Günümüze kadar uygulanan bu işlevler devlet tarafından kısmen bir yerde tümden uygulanamamıştır. Bu il Dersim’dir. 1915 Soykırımı’ndan sonra Dersim’de kalan Ermeniler 1938’e kadar çifte standart altında yaşamışlardır. Devletin baskıları sonucu ve Takrir-i Sükun Yasası ile geçmişteki okullarını, ibadet yerlerini, topraklarının çoğunu kaybetmeleri, nüfuslarının azalması vb. faktörler Ermenilerin asimilasyonunu beraberinde getirmiştir. Diğer taraftan Dersimli Kürt-Alevilerin Ermeniler üzerinde önyargıdan uzak oluşları sonucu Ermenilerle daha çok kaynaşmaları, onların ulusal ve dini kimliklerine saygı göstermeleri onları daha çok birbirlerine yakınlaştırmış ve kaynaştırmıştır. Tarihin geçmiş sürecinde ortaçağın arkaik devletinin aynı bağnaz baskılarına maruz kalan bu halk katmanları birbirlerine daha yakınlaşmışlardır. Elbette tarihi geçmişlerinde yer yer karşı karşıya geldikleri anlar da olmuştur. Ama kaldıkları toplumda -sınıfsal baskılarla beraber- gördükleri ulusal ve inançsal baskılar onlar için ortak minval oluşturmuştur.
Tüm bunlara karşın 1938’e kadar Desimli Ermenilerin bir bölümü sistemin ve devletin baskıları sonucu Alevileşmiş ve Kürtleşmiştir. Bunlar daha çok Dersim’in Nazımiye Hakis, Derovan, Mazgirt, Xozinkeg, Danaburan, Sospiyon, Şorda, Çuxur, Hozat’ın bazı köyleri, Haydaran ve Demanen aşiretleri içinde yer almış ve asimile olmuşlardır.
1938’e kadar Hıristiyanlığını muhafaza eden Ermeniler de vardı. Bunlar daha çok Halvor, Zımek, Ergan, Akrak, Sin, Mameki, Merxo gibi bölgelerde kendi dini inançlarını muhafaza etmişlerdir. Bu Ermenilerin Halvori köyünde Aziz Garabet Manastırları vardı. Diğer tüm manastır ve kiliseler yıkılmasına karşın bu manastırı muhafaza etmişler ve dini ibadetlerini burada yerine getirerek Hıristıyan-Ermeni kimliğini korumaya çalışmışlardır. Bu manastırda olan dini görevliler üzerinden ibadetlerini yerine getirerek dini ve ulusal kimliklerini korumaya çalışmışlardır. Hatta bu manastırın papazları senede birkaç kez Dersim’in diğer bölgelerine de gitmişler, dini ibadetin gereklerini yerine getirmeye çalışmışlardır.
Bu durum 1938’e kadar devam etmiştir. Dersim katliamında Dersim’deki bu Ermeniler de devlet tarafından hedef alınmıştır. Bunlar içinde bir bölümü katledilmiş, bir bölümü zoraki tehcire gönderilmiş, son kalan Aziz Garabet Manastırı da yıkılarak yok edilmiştir, sağ kalanlar da iyice asimile olmuştur.
Dersim katliamı ile beraber esas olarak yörenin Alevi Kürtleri hedef alınmıştır. Bunun sonucu Dersim halkı soykırıma ve zoraki göçe tabi tutulmuşlardır. Osmanlı Devleti’nden beri müteakip defalar kırım ve katliamlara maruz kalan Dersim halkı, 1938’de faşist devletin bir kez daha hedefi olmuştur…
Dersimli Ermeniler de böylesi bir tarihi süreç yaşamışlardır. Soykırımdan sonra bile Ermenilere tahammül edemeyen, onların mal, mülk, topraklarını gasp eden faşist devlet, okullarını, ibadet yerlerini, mezarlıklarını ve tüm kültürel, sosyal, tarihsel izlerini silmeyi önüne hedef koymuş ve bunun sonucu 1938’de Dersim’de kalan Ermenilere de saldırmadan edememiştir. Tarihsel olarak Ermenilere karşı adeta travma nöbeti geçiren malum devlet, Dersim’de de bir kez daha o travmaya tutulmuştur. Bunun sonucu Dersimli Ermenilerden de “kılıç artıklarından” başka kimse kalmamıştır…
Her şeye karşın günümüzde Dersimli Ermeniler, gördükleri tüm baskılara karşın Ermeni kimliklerine tekrar sahip çıkmaya başlamışlardır… On yıllar sonra Kürtlerin, Alevilerin mücadeleleri sonucu katliamların, soykırımların tabu olmaktan çıkması, beraberinde Ermeni tabusunun yıkımında da rol oynamıştır. Bunun sonucu bazı Dersimliler içinde Ermeni kimliğiyle çıkanlar olmuştur. On yıllar sonra kendilerini ifade etme, dile getirme, dillerini konuşma vb. taleplerle demokratik örgütlenmeye gidilmiştir.
1) Tessa Hoffman, Takibat, Tehcir ve İmha, s.192
2) Yayın Yönetmeni, Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, s. 280
3) Celal Bey, dönemin devletindeki üç paşadan biri olan Cemal Paşa ile karıştırılmamalıdır.
4) Ayşe Hür, 1915 Ermeni Soykırımı’nda Kötüler ve İyiler, Radikal gazetesi, 28.04.2013.
5) Hovsep Hayreni, Yukarı Fırat Ermenileri 1915 ve Dersim, s. 118
6) Ermenistan Ulusal Arşivi, Kedername, s. 311
7) age, s. 313
8) age. s. 406
9) Hovsep Hayreni, Soykırım ve Dersim’deki Ermeniler, Denek Taşı 2
10) Hovsep Hayreni, Yukarı Fırat Ermenileri, s. 343
11) Bu yasa 27 Şubat 2008 tarihinde kaldırılmıştır. Bunun sonucu Ermeniler ve Süryaniler Diyarbakır’da yüzyıla yakın süre sonra kilise açmışlardır.