Türk hakim sınıfları ve onların şimdiki temsilcisi AKP, 20 Temmuz itibariyle devreye soktuğu savaş konseptiyle Kürt halkını ve muhalif her kesimi hedef almaya devam ediyor. T. Kürdistanı’nda birçok ilçede ilan ettiği sokağa çıkma yasaklarıyla gerçekleştirilen katliamlar, Suruç ve Ankara’da muhalif kesimleri hedef alan bombalı saldırılar ve siyasi soykırım operasyonları ile devam eden süreçte hedefin, ezilen sınıfı sindirme ve sindiremediği takdirde ise imha etme olduğu açık.
Diğer yandan ise işçi ve emekçilerin kıdem tazminatı hakkına el uzatanlar, “Asgari ücreti 1300 lira yaptık” diyerek böbürlenirlerken açlık sınırının çok altında kalan bu rakamla beraber yine sermayenin “mağdur” olmamasını önlerine koyuyorlar; zamla halkı “terbiye” etmeye çalışıyorlar. Ve elbette ki “kadın düşmanlığı” yaşamın her alanında kendini var etmeye devam ediyor.
Kadınlar, yasalarla “anneliğe” sıkıştırılıyor!
Devlet aygıtıyla kendisini koruma altına almaya çalışan kapitalist emperyalist sisteme, yine aynı aygıt aracılığıyla aynı amacı güden erkek egemen sistem eklenince kadınların, TC devletinin tüm politikalarının en öncelikli hedefi olduğunu son 6 aylık süreç boyunca da gördük-görmeye devam ediyoruz. Kadının yaşamını her anlamda darlaştırmaya; kadının özgürleşme mücadelesinin önünü tıkamaya çalışanlar, yargısıyla, söylemleriyle, yasalarıyla iş başında olmaya devam ediyorlar.
Bunun bir örneğini ise Başbakan A. Davutoğlu ortaya koydu. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın kadınlara sık sık “en az üç çocuk” doğurmalarını tavsiye etmesi şeklinde açtığı yoldan son sürat devam eden Davutoğlu, “Bizim için doğum yapan kadın hem mübarek bir görev yapıyor hem de vatani bir görev yapıyor” (3 Şubat 2016) dedi. Kadını “kuluçka makinesi” olarak gören bir anlayışın ürünü olan bu söylem, kadını annelik rolüne sıkıştırarak kimliğini yok saymaktadır. Davutoğlu’nun bu açıklamasının kadının sosyal ve ekonomik hayattan dışlanması için Meclis’e gönderilen bir yasa tasarısı ile alakalı olması ise sürpriz değil.
2015 Ocak ayında hükümetin açıkladığı Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programını yasallaştırmasını amaçlayan yasa tasarısında doğum sonrası yarı zamanlı çalışma önerisi ile kadınların kazanılmış hakları gasp ediliyor, esnek çalışma düzeniyle kadınlar güvencesizliğe mahkum ediliyor. Kadının eve hapsolmuşluğunu garantilemenin yolunu açan yasa tasarısı, kadının aile içindeki konumunu sağlaştırma amacını taşırken diğer yandan da doğum iznini esnek ve güvencesiz çalışma şartlarının kılıfı haline getiriyor.
Torba yasada, “Kadın memurlara doğum yapmaları halinde analık izni sonrasında birinci doğumda iki ay, ikinci doğumda dört ay, sonraki doğumlarda ise altı ay süreyle günlük çalışma süresinin yarısı kadar, mali ve sosyal haklarda herhangi bir kesinti yapılmaksızın çalışma” şeklinde kadınlara bir lütufmuş gibi sunulansa “Ne kadar çok çocuk o kadar güvencesiz çalışma” koşulunu yaratıyor! Ekonomik kriz bahane edilerek işten çıkarmalarda ilk tercih edilen, emeği görünmez kılınan kadınlara, esnek çalışma ile güvencesiz çalışma koşulları dayatılıyor; kadının istihdam dışına itilmesi güvence altına alınıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve “cımbız fetvası”!
Ekonomik ve sosyal anlamda kapana kıstırılmaya çalışılan kadınlara yönelik saldırılar salt Davutoğlu’nun söylemi ve yasa tasarısı ile de bitmiyor.
Bu saldırıların kadın bedenine yönelik halini ise “Cımbız Fetvası” ile Diyanet İşleri Başkanlığı ortaya koydu. “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” şeklindeki aşağılık fetvasının ardından bu defa “Cımbız Fetvası” ile gündeme gelen Diyanet, “Kadınların kaşlarını almaları caiz midir?” sorusunu “Mecbur değilsen kaşını, bıyığını, tüylerini aldırmak günahtır. Ama psikolojini bozacak kadar kötüyse aldırabilirsin” şeklinde yanıtladı.
Kadının nasıl giyineceğinden, vücudundaki kıla, tüye kadar her ayrıntıya ayrı ayrı kafa yoranlar elbette ki kadının yaşamına her alanda müdahaleyi önlerine alıyorlar. Basit bir şekilde “kıl, tüy meselesi” olarak ele alamayacağımız bu durum, kadının yaşamının her alanına ne denli müdahale ettiklerini/etmeye çalıştıklarını bir kez daha ortaya koyuyor. Kadını, bedenine yabancılaştırma amacı taşıyan bu söylemler, kadın bedenine yönelik var olan müdahalelerin daha da meşrulaşmasının önünü açmaya yarıyor. Bir yandan kadın bedenini “koruyan, sakınan” lar, diğer yandan kadın bedenini tartışmaya açıyorlar; kadın bedenine dair ne hikmetse herkesin bir söz hakkı oluyor, sessiz kalması istenen ise kadının kendisi oluyor.
Kadının kılına, tüyüne bile hakim olmaya çalışmak!
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu söyleminin medyadaki bir yansıması ise bir TV kanalında yayına giren “Böyle Çok Daha Güzelsin” isimli program oldu. Eşlerini yeterince “güzel” ve “çekici” bulmayan erkekleri mutlu etmek ve eşlerine “yeniden aşık olmalarına” yardımcı olmak amacıyla kadınların mevcut görünüşlerine ve bedenlerine müdahale etmeyi içeren programda, kadın bedeninin nasıl metalaştırıldığına bir kez daha tanık oluyoruz.
Kadının, erkeği memnun edecek bir meta olarak algılanmasını destekleyen bu TV programı, kadının bedenine yabancılaştırılmasının yolunu açıyor; yaratılan “güzellik algısı” ile de diğer kadınlar üzerinde de aynı anlayışın etki alanını genişletiyor. Kadının iradesini tümüyle yok sayan Diyanet İşleri Başkanlığı ve bahsettiğimiz tarzdaki programlar, erkek egemen sistemin araçları olarak karşımıza çıkıyor.
Açıktır ki erkek devlet dört koldan kadının iradesine, bedenine, kimliğine yönelik saldırılarını devam ettiriyor. Yeri geliyor, Bağdat Caddesi’nde tecavüze uğrayan bir kadının gecenin bir vakti (!) neden orada olduğunu sorgulatıyor, yeri geliyor “Size etek giydirip gezdiririz ama bu ülkeyi böldürmeyiz” (AKP Genel Sekreteri Abdulhamit Gül, 31.01.2016) söylemleriyle şovenizmle kadın düşmanlığını harmanlıyor.
Erkek devletin bu saldırılarının temelinde elbette ki köşeye sıkışmışlığı yatıyor. Kadının erkek egemen sisteme karşı örgütlenmesi, özgürleşme yolunda önemli adımlar atması ve mücadele dinamiğini daimi olarak içerisinde barındırması devletin korkularını artırıyor; zira bunun bir yansımasına ise politik-örgütlü kadınlara yönelik infazlarla tanık oluyoruz. Tüm bu pratikleriyle TC devletinin, erkek devletin nasıl olacağına dair bir rehber olduğu aşikar, erkek devlet nedir sorusuna tüm pratikleriyle TC yanıt oluyor!
Peki ama dört koldan gerçekleşen saldırıların sebebi nedir? Toplumda dinamiğin en yüksek olduğu kesimlerden kadınlar, kuşkusuz bugün çelişkilerini daha açığa çıkarıyorlar ve erkek egemen sistem ile araçlarına karşı daha temkinli, daha kadın bilincini açığa çıkarmış durumdalar. HES’lere karşı mücadeleden T. Kürdistanı’nda özsavunmaya, işçi direnişlerine birçok alanda direnişin öznesi olan kadınlar, erkek devletin direkt hedefi haline gelirlerken “kadın düşmanlığı” kendini ortaya koyuyor.
Kadınların özgürlüğe attığı adımlar, bugün her zamankinden daha fazla sıklaşırken erkek devletin saldırılarının kâr etmeyeceği ise aşikardır.