Bu başlığa, 70’lerin ikinci yarısında, sosyalist dergilerde sıkça rastlanırdı. Tarih kendini tekrarlamaz ama, “bazen uyaklı dizelerle konuşurmuş”. Sanırım benzer bir noktadayız.
Tarihte 70’ler…
70’lerin dünya ekonomisine baktığımızda enflasyon ve ekonomik durgunluk (stagflasyon) görüyoruz. Yeni bir “kriz yönetim modeli” aranıyor. Dikkatler, tam istihdam ve büyümeden enflasyonla, sendikal hareketle, refah devletinin kurumlarıyla mücadele üzerine kaymaya başlamış. 70’ler biterken ABD’de hızla artan faizler, 80’lerde çevre ülkelerde borç/döviz krizlerini tetikliyor. Bu ülkeler kaynak edinme karşılığında ekonomilerini IMF-Dünya Bankası ikilisine teslim etmeye zorlanıyorlar.
Merkez ülkelerde “yeni sağ yükseliyor”, “sosyal demokratlar” neoliberal modeli benimsiyor, Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya, Kuzey Afrika’ya antikomünist ve kanlı askeri rejimler var. ABD, SSCB ile “detant” politikasını terk ederek, “yıkma, açma” politikasını benimsiyor.
Türkiye, o dönemin bir ifadesiyle, bu gelişmeleri “sismograf gibi” yansıtıyordu. Ekonomide 70’lerin ikinci yarısında, enflasyon hızla artarken, büyüme hızla düşüyor, dış kaynak sıkıntısı altında bir döviz/borç krizi ortamı oluşuyordu. Düzen partileri egemen sermayenin basıncı altında, ulusal kalkınma modelinden uzaklaşarak neoliberal modele yöneliyorlardı. Sendikal hareket bu yönelişe direniyordu.
Parlamenter sistem artık istikrarını kaybetmişti. Sosyalist hareket faşist hareketle savaşıyor, bir seçenek oluşturmasını önlemeye çalışıyordu. Bu “savaşa” ek olarak, sendikal hareket dev “1 Mayıs” kutlamaları, geniş çaplı grevler ve mitingler düzenleyebiliyordu. Ekonomik kriz derinleşirken büyük sermayenin yayın organlarında bir darbe olasılığı konuşuluyordu.
Kanlı bir darbe, gelip geçtiğinde, ekonomide neoliberal model, sol harekette “demokratizm” artık egemendi. Siyasal İslamın entelijansiyası liberalizmin saygın “salonlarında” ağırlanıyordu. Ülke “ötekini tanıyarak demokratikleşmeliydi”. O “döneme” uyum sağlama çabaları daha sonra “özgürlükçü sol” gibi bir totoloji de üretecekti.
Ve bugün
Yine gündemde stagflasyon var, ABD ve Avrupa’da faizler artıyor. Gelişmekte olan ülkelerde bir borç krizi gündemde. ABD, SSCB’yi, Afganistan’a çekerek hedef almıştı, şimdi Rusya’yı Ukrayna’ya çekerek hedef aldı. Bugün de bir yeni ekonomik model arayışı var, küresel düzeyde askeri darbeler yeniden sıklaşıyor.
Türkiye yine bunları, “sismograf gibi” yansıtıyor. Enflasyon yüzde 100’e dayandı, tüketimle büyüme modeli hiperenflasyona gidiyor. TL hızla değer kaybediyor. Cari açık 50+ milyar dolar. Bir yıllık borç servisi 180 milyar dolar, dış kredi risk primi 800 baz puanda dolaşıyor. Kısacası gündemde bir borç krizi de var.
Bu kez, ülke “süreç olarak faşizm” içinde, bir “darbe” tehlikesi yok ama, rejimin seçimlerde, bir “autogolpe” (kendine-darbe) üretme riski artıyor. Sosyal demokrasi de bugün siyasal İslamın cazibesine kapılmış, “özgürlükçü laiklik” gibi bir totoloji üretiyor.
“Uyaksız dizeler” de var. Dün, parlamenter rejim askeri darbeyle geçici olarak askıdaydı. Şimdi, çoktan işlevsizleşti ve seçimlere giderken baskı ve şiddet (fiziki ve simgesel) hızla artıyor. Dün yargıda, DGM’ler bile prosedüre uyarken, bugün delil, prosedür anlamını çoktan kaybetti. Dün gündemde “24 Ocak” modeli vardı, bugün tam bir belirsizlik egemen. Dün ekonomiyi toparlamak olanaklıydı, bugün çökmesini önlemek hızla olanaksızlaşıyor. Ek olarak, bugün, enerji, gıda maddeleri ve ilaç tedariki krizleri hızla derinleşiyor.
Bir “felaket yaklaşıyor”. Ne yazık ki hem rejim hem muhalefet “Çukura düştüysen kazmaya devam etme” uyarısına aldırmadan devam ediyor. “Görevlerimiz” kısmında hemen hiçbir gerçekçi öneri yok!
Cumhuriyet Gazetesi 13 Haziran 2022