15 Temmuz Darbe Girişimi ile birlikte AKP-Gülen Cemaati arasındaki klik savaşı üst raddeye ulaştı. AKP’nin devletin tüm kurum ve kuruluşlarını Gülen Cemaati’nden temizleme adına yaptığı operasyonlarla TSK’sından, MEB’ine, yargısına birçok kişi açığa alındı, tutuklandı. AKP’nin “eliyle koymuş gibi” bulduğu Gülen Cemaati’ne mensup kişilere yönelik operasyonlar halihazırda devam ederken okun yönü tahmini çok da zor olmayan yere, devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlere dönmeye başladı.
AKP, MHP ve CHP tarafından 7 Ağustos’ta Yenikapı’da gerçekleştirilen “Demokrasi” Mitingi ile birlikte HDP’ye yönelik tavır oldukça net bir şekilde ortaya konulurken hemen ardından İstanbul’da HDP il ve çeşili ilçe binalarına yönelik gerçekleştirilen baskın, önümüzdeki günlerde devlet tarafından asıl olarak hangi kesimlerin hedef alınacağını gösteriyor. Açıktır ki 15 Temmuz’dan bu yana toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmeyi hedefleyen devlet, bir sonraki aşamayı ise toplumsal muhalefeti bitirme yönüyle örecektir. OHAL ile muhalif her kesimin kendi “demokrasi”leri söz konusu olmadığı sürece sokağa çıkmasını engelleyenler, böylece bir yılı aşkın süredir uyguladıkları isimsiz “OHAL”lerini isimlendirmiş oldular.
Trafoya kaçan kediden Roboski’ye, Soma’ya…
Özünde ezilenlere yönelik her türlü baskı mekanizmasını barındıran devlet, çeşitli araçlarla bunları türlü şekillerde devreye sokarken sıkıştığı durumda kendini aklayacak koşulları hazırlıyor. Kimi zaman “derin”, kimi zaman “paralel”, kimi zamansa görevden alınan bir başbakanla, bütün günahlarından arınabilen(!) devlet, bugün var olan AKP-Gülen Cemaati çatışmasından da bu anlamda yararlanıyor. Böylece ezilenlerin kendisine yönelen öfkesini başka odaklara dağıtarak sürekliliğini sağlıyor.
Kendi bekası için bir emniyet supabı görevini verdiği çeşitli “günah keçileri”yle ezilenlerin hedefini şaşırtan devlet, dün “derin devlet”i ile bu işi görürken bugün yerini Gülen Cemaati’ne bırakıyor. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından AKP’nin 14 yıllık iktidarı süresince gerçekleşen tüm katliam ve yolsuzlukları Gülen Cemaati’ne yüklemesi de aynı mantığın ürünü. Zamanında okyanus ötesine, Gülen’e gönderilen selamları ile aklımızda olan AKP, Gülen Cemaati ile arasındaki iktidar savaşının gelişmesi ve beraberinde 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu ile izleyen sürecin darbe girişimine evrilmesi ile iktidarı süresince ezilenlerin tepkisini alan tüm pratiklerini aklayabileceği (!) bir odağı elde etmiş oldu.
Roboski’den Soma Katliamı’na ve hatta trafoya kaçan kedilere, katliam ve yolsuzluklarını yükleyebileceği, kendini işin içerisinden sıyırabileceği bir odak olarak kullandığı Gülen Cemaati ile birlikte AKP’nin tüm katliam ve yolsuzluklarda birebir işin öznesi olduğunu biliyoruz. Nitekim son süreçte Hrant Dink davası da buna örnek. İşi daha da üst boyuta vardıran ve Dink cinayetinin Gülen Cemaati üyelerince organize edildiği ve darbe girişimi temellerinin bu cinayetle atıldığı iddiası devletin istediğinde katliam ve infazlarını örtmek üzere kliklerden nasıl yararlanabileceğini gösteriyor. Aynı yöntemi, bir yılı aşkın süredir gerek iç gerek dış politikada girdiği çıkmazlarda kullanan AKP’nin başbakanlıkta birinci yılını dahi dolduramayan Ahmet Davutoğlu’nu görevden almasının bir sebebinin de bu olduğunu biliyoruz. AKP, T. Kürdistanı’nda abluka ve katliamın, Rusya ve Suriye ile bozulan ilişkilerin faturasını çıkarabileceği bir odak yaratmaya çalışmaktadır.
Değişmeyen tek şey: Katil devlet!
Bu yöntem elbette ki sadece AKP’ye ait değil. Dediğimiz gibi devletin bekaasını sağlamak üzere buna ihtiyacı var. ‘90’larda gözaltında kaybedilenler için nasıl “derin devlet” deniliyorsa, bugün de Gülen Cemaati üzerinden aynı yönteme başvuruluyor. Zehirlenerek öldürüldüğü kesinleşmiş olan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın her dönem gazetelere verdiği söyleşiler aslında bunu kanıtlar nitelikte. Trajikomik bir şekilde Ahmet Özal, her dönem babasının katilini süreçle uygun bir şekilde değiştiriyor. 2010 yılında “Babama suikast girişiminin arkasında Ergenekon var”, 2013’te ise “Babamı derin devlet öldürdü” diyen Özal, darbe girişiminin hemen ardından “FETÖ’yle ilgili kuşkularım var” diyerek tabloyu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Katliamcı geleneğini her dönem koruyan, ezilenler üzerindeki tahakkümünü bu şekilde geliştiren devletin başka odaklar yaratarak meselenin içerisinden sıyrılma çabaları boşunadır. Biliyoruz ki, Ergenekon’u da FETÖ’sü de, derin devleti de bu devletin ta kendisi!