Enternasyonal Marşı’nın proletaryaya slogan ve program oluşunun üzerinden tam 143 yıl geçti. Marş proletaryanın mücadelesiyle giderek anlam kazandı ve kızıllaştı. Beyinlere yerleşen ve sözleriyle kurtuluş güzergâhını gösteren Enternasyonal, proletaryanın mücadelesinin programı niteliğinde adeta. 1871’de Paris Komünü’nün deneyimlerle dolu yapısı ile bütünleşen Enternasyonal, proletaryanın cüretini ve iradesini sözleriyle ve müziğiyle ifade etti.
1870 yılında Fransız işçi Eugène Pottier tarafından yazılan Enternasyonal, sadece bir şiirdi. Marşın bestelenmesi 1888’de yine bir Fransız işçinin, Pierre Degeyter’in enstrümanında biçim kazandı. İşçi sınıfının elinde şekillenen marş, ruhunu mücadeleden, öfkesini ise ödemiş olduğu bedellerden aldı. Özellikle Paris Komünü’nde burjuvaziyi korkuturken işçi kitlelerine ve militanlarına cesaret kaynağı ve umut ışığı oldu.
Bugün birçok ezgi kitlelerin mücadelesinden kopuk kaldığı için kitleler tarafından benimsenmemektedir. Şüphesiz bu çeşitli slogan ve bildiriler için de geçerlidir. Sözünü kitlelerin bağrından alan, kendini ihtiyaca göre şekillendiren, ruhunu mücadeleden alan birçok ezgi ise kendini sürekli üreten ve bu yüzden de unutulmayan bir durumdadır. Bu ezgiler onu çıkaran toplumsal süreçlerden bağımsız olmayıp, aynı zamanda tarihi yazan emekçilerin elinde hayat bulmaktadır. Bu açıdan Enternasyonal Marşı’nın oluşum sürecini anlatırken onu ortaya çıkaran toplumsal koşulları da anlatmak gerekmektedir.
Marşı ortaya çıkaran koşullar
“Eski Düzeni doğumsuz fakat sonlu yapan nedenlerden ötürü Devrim de doğumlu ve sonsuzdur.” (F. Furet) (Devrim’in Yorumu Fransız Devrimi’ne Üç Yaklaşım Biçimi/Doğu-Batı Yayınları/52)
Fransa’da her biri işlevli olan, adına Etats Generaux denilen üç meclisli bir sistem vardı; Soylular, Kilise ve Halk meclisi… Ticaret ile ekonomisi genişleyen ve zenginleşen kent sınıfı burjuvazi yeni haklar talep ederken Ortaçağ’ın özelliğinden biri olan bir sınıftan başka bir sınıfa geçmenin olanaksızlığını aşmak için çeşitli yolları deniyordu. Sermayenin birikimi artarken aynı zamanda hukuksal imtiyazlar da gerektiriyordu. Öyle ki ekonomik eşitsizlikle uyum içinde olan “hukuksal eşitsizlik”, burjuvazinin ekonomik yükselişiyle zorlanıyordu. Mali otokrasi siyasal ve sınıfsal otokrasi olmanın derdindeydi. Bu yönelimler ve kazanılan haklar beklentiyi karşılamadığı için gelişen muhalefet kendine bu kez de kitlesel güç arıyordu. Talepleri ekseninde ilk iki meclise giremeyen burjuvazi, üçüncü meclisi (halk meclisi) değerlendirdi. Burada çoğunluğu elde etti ve feodal otokrasiye karşı demokratik talepler ekseninde halk kitlelerini harekete geçirdi. Feodal otokrasinin kurumlarına ve ilişkilerine karşı olmak temelinde, lonca örgütlenmelerini dağıtmaktan, gümrük vergilerini belirlemeye kadar birçok talep ile İngiliz parlamenter sistemini örnek alıyordu. Burjuvazinin yükselen gücü ve konjonktür Fransa’yı devrime götürdü.
Paris Komünü’ne giden birkaç koşul
1789 Fransız Burjuva Devrimi ile feodal otokrasinin almış olduğu darbe büyük bir sarsıntı yarattı. Feodal otokrasi bu tarihten sonra varlığını devam ettirebilmek için elinden geleni yapmaya çalışmış, ancak başarılı olamamıştır.
Otokrasinin yıkılmasıyla burjuvazi ilerici misyonunu yitirir ve işçi sınıfı ile karşı karşıya gelir. Burjuva demokratik devrimlerinin ardından burjuvazinin gerçek yüzü halk kitleleri tarafından görülmeye başlar. İşçi sınıfının ekonomik anlamda sömürüsü artarken ve yaşam koşulları giderek zorlaşmaktadır. Açlıktan ölümler, hastalıklara karşı mücadeledeki yetersizlikler vb. giderek artmaktadır.
İşçiler ekonomik koşullarını düzeltebilmek adına yol ve yöntem aramanın derdine düşmüş durumdaydı. Kadınlar tecavüze uğruyor, çocuklar istismar edilerek ağır işlerde çalıştırılıyordu. Bu süreçte aynı zamanda grevler ve isyanlar da yaygınlık kazanır. Enternasyonal Marşı’nın yazarı Eugène Pottier Şubat 1848 devrimlerine aktif olarak katılan devrimcilerin katledildiği bir operasyonda kurşuna dizilmekten kıl payı kurtulur. 2 Aralık 1851’deki hükümet darbesinden sonra devrimcilerin katliamın hesabının sorulacağını anlatan “Qui la vengera?” (O’nun intikamını kim alacak?) isimli şiiri yazdı.
1848 devrimlerinin Marks, hepsinin devrimci bir öz taşıdığını belirtirken Engels de işçi sınıfı kendi öz çıkarları ve kendi öz istemleriyle ayrı bir sınıf olarak burjuvazinin karşısına çıkma cüretinde bulunduğunda, burjuvazinin çılgına döndüğünü ve sınır tanımaz bir yırtıcılıkla öç almaya giriştiğini belirtir. Bu süreç aynı zamanda işçi sınıfında bir bilincin oluşması süreciydi ve Marks ve Engels’e ilham kaynağı oluyordu.
Paris Komünü’nün çanları çalıyor
2 Aralık 1851’de Louis Bonaparte’ın önce hükümet darbesi ve ardından II. İmparatorluğu ilan etmesiyle işçi sınıfının öfkesi giderek arttı.
Bu süreçte Fransa küçümsenemeyecek ölçüde sanayileşmiş ve işçi sınıfı da büyümüştü. 1864’le birlikte grevler ülkeyi sarmaya başladı. Aynı yıl I. Enternasyonal’in kurulması ile işçi hareketi daha da ivme kazandı.
Bu aynı zamanda Bismarck önderliğinde Almanya’nın ulusal birliğinin sağlandığı tarih olup Prusya’nın Fransa’nın karşısına dikildiği bir süreçtir. Fransa içine düştüğü bu sıkışmışlığı savaşa girerek aşmaya çalıştı. Böylece Fransa 19 Temmuz 1870’te Prusya’ya savaş ilan etti. Bu süreçte Marks şunları söylemektedir; “Louis Bonaparte’ın Prusya’ya karşı açtığı savaşın gidişi ne olursa olsun, İkinci İmparatorluğun ölüm çanı, Paris’te daha şimdiden çalmış bulunuyor. İmparatorluk, başlamış olduğu gibi, bir parodi ile bitecektir.” (Fransa’da iç savaş/Sol Yayınları/68)
Savaşta İmparatorluk Paris’i teslim eder
Fransa’nın savaşa girmesi ile çöken ekonomi ile işçi sınıfının yoksulluğu ve çelişkileri giderek derinleşmektedir. Beklentiler artık rafa kaldırılmış kazanımların mücadele ile olacağı kurtuluşun işçi sınıfının elinde olacağı düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Bu savaş yıllarında Enternasyonal Marşı ilk kez 23 Temmuz 1888’de Fransa’nın Lille kentinde söylendi. İlk başlarda çok beğenilmeyen Marş, sınıfın mücadelesinin özünü yansıttığı için mücadeleyle giderek benimsendi. Enternasyonal ülke genelinde söylenirken özellikle Paris’in Prusya’ya verilmesiyle öfkelenen Parisli emekçiler daha bir öfkeyle sahiplendiler bu marşı.
Paris’in işgaline karşı Paris emekçileri içinde bulundukları büyük yoksulluğa ve işgale karşı direnirler ve önce Prusyalıları küçük bir bölgeye sıkıştırır sonra şehirden ayrılmak durumdan bırakırlar. 18 Mart tarihinde ise emekçiler Paris’te ayaklanarak iktidarı ele alırlar, 26 Mart’ta ise yeni bir meclis seçerek şehri yönetmeye başlarlar. Bu, Paris’te mülkiyet ilişkilerinin değiştiği bir süreç olup Engels’in işaret ettiği üzere proletarya diktatörlüğünün ilk deneyimidir. Komün kısa sürede aldığı kararlarla eşitlik ve özgürlük alanında hayal olan birçok başarıya imza atarken, emekçiler büyük bir güçle sarıldılar kendi iktidarlarına. Bilindiği gibi Paris Komünü’nde kadınların özgürleşmesi, siyasete aktif katılımı alanında da çok önemli adımlar atılır. 72 gün süren komün, Fransa hükümeti ve Prusya’nın ortak saldırısıyla, 28 Mayıs itibariyle, Belleville Ramponeau’daki son barikatın düşmesiyle sonlanır.
Komünarlar katledilirken dillerinde sloganlarıyla beraber Enternasyonal Marşı’nın ezgilerini ardıllarına bırakırlar. Kavganın ve zaferin şiarı olan marş Pierre Degeyter’in katılımıyla Komünist Enternasyonal’in Moskova’da 17 Temmuz-1 Eylül 1928’de yapılan 6. Kongresi’nde büyük bir orkestra tarafından çalınır. Kongrenin sonunda marş enternasyonal proletaryanın marşı ilan edilir.