Emperyalist-kapitalist sistemin krizinin kurtarıcısı olan “terörizm ile mücadele” 11 Eylül’ün ardından ABD’de halkları kandırmanın argümanı olmuştu. Emperyalist-kapitalist devletler, “huzuru tesis” etme naralarıyla gerçekleştirdikleri katliamları bu şekilde yürürlüğe sokarak Afganistan, Irak ve Suriye’de savaş başlattı.
Gelinen noktada dünyanın her yerinde kitleler büyük bir huzursuzluğun her yanı sardığını, bir şeyler olduğunu görüyor. Örneğin milyonlarca mültecinin geleceği AB ve Türkiye arasında varılacak bir pazarlığa bağlanıyor. Hal böyle iken emperyalistler de Ortadoğu’daki varlıklarını kesintisiz sürdürebilmek için dünya kamuoyu nezdinde “terörizm ile mücadele” meşruiyetine ihtiyaç duyarak Ortadoğu satrancında çıkarlarına ulaşmasını sağlayacak kapıları açmaya çalışıyor.
Bu kapıların açılabilmesi için DAİŞ gibi bir örgütün var olması gerekiyordu. 2012 Ağustos ayında ABD Savunma Bakanlığı “öngörü”de bulunarak, Arap dünyasından Irak’a büyük bir cihatçı akını başlayacağını ve Selefi cihatçı bir örgütün güçleneceğini belirterek halife atayacağını söylüyordu.
Emperyalistler tarafından bu süreçte gerçekleştirilen saldırıların en önemli özelliği “DAİŞ ile savaş” propagandası. Emperyalistler açısından DAİŞ, sermaye egemenliğinin güncel çıkarlarını korumanın, emekçi kitleleri birbirinden yalıtarak düşman kamplara bölmenin, toplumsal yaşamı zehirlemenin bir yöntemi oldu. “Demokrasinin beşiği” sayılan Avrupa’da faşist, bireysel, örgütsel ve toplumsal saldırganlık çığ gibi büyürken Zenofobi ve şovenizm birçok ülkede bir devlet politikası olarak ortaya çıkıyor.
Bir bilgelik nişanesi “Öngörü”
Bunun en yakın örneği ise Türkiye. TC devleti kuruluşundan bu yana Kürt halkına toplu katliamlar uygulayarak, şovenizmi kullanmaktan geri durmuyor. Rojava’da kan bedeli kazanımlara karşı DAİŞ’i açıkça desteklemekten ve Avrupa’ya pazarlamaktan geri durmadığı gibi. Son olarak İstanbul İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen katliamın ardından “Brüksel’de veya AB’nin herhangi bir şehrinde bu bombalarının patlamaması için hiçbir sebep yok” öngörüsünde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Brüksel’de DAİŞ tarafından gerçekleşen üç saldırının emrini vermiş oldu. Neden mi? “Biliyorsunuz bu, bir eylem hazırlığı içinde ama bunu gerçek bir eyleme dönüştürmedikçe veya elinizde o eylemin olabileceğine dair bir veri olmadıkça tutuklayamazsınız.” (A. Davutoğlu Ankara katliamının ardından belirtmişti) diyerek Türkiye’de beslediği çeteleri “sınır dışı” etme kılıfıyla Avrupa’ya pazarladığı için. Uluslararası çatışmanın yoğunlaştığı, göçmenlere yönelik saldırılarda da görüldüğü üzere, halkları bölmek için şovenizmin bilinçli canlandırılması eşlik ediyor. Yani Avrupa genelinde kapitalist yenilenmenin parçası olarak AB’yi kuran Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle 1992 yılında ilan edilen bütün Avrupa projesi, 25 yıldan kısa bir süre içinde çökmeye başladı.
Fransa’da yürürlüğe konmak istenen “El Khomri” yasa tasarısının içeriği, İsveç’te ırkçı partinin parlamentoya girmesi, İsviçre’de “yabancı suçluların sınır dışı edilmesi”ni yasallaştıran ırkçı referandum sonuçları, Danimarka, Norveç, Belçika, İtalya, Hollanda gibi ülkelerde ırkçı partilerin hızla güçlenmesi ve saldırganlıkların artması Avrupa’da birlik yaratacağı iddia edilen antlaşmanın barış, refah ve birlik yuvası olmak şöyle dursun, yeni bir şovenizm, kemer sıkma ve savaş yaratan bir pozisyonda olduğu açıkça ortadadır.