Temmuz ayı başında Hamburg’da G20 Zirvesi gerçekleştirildi. Emperyalistlerin bugüne kadar sömürü politikalarını merkezileştirdikleri toplantılar olmasına karşın bu kez net olarak anlaşamadıkları, mevcut sorunları dahi çözemedikleri bir toplantı oldu. Fakat G20 Zirvesinin önüne geçen olduğu oldukça kitlesel olan kapitalizme karşı isyanın Hamburg sokaklarnında yankılanması oldu. Kulakları sağır eden ezilenlerin ayak sesleriydi. Burjuva medyanın her yerde olduğu gibi Almanya devleti ve burjuva medyası ezilenlerin sesinin duyulmasını engelleme görevini büyük bir özveriyle gerçekleştirdi. “Şiddet ve vandalizm” gibi oldukça aşina olduğumuz argümanlar havada uçuştu. Ne çare ki Hamburg sokaklarından ezilenlerin, ezenlere yolladığı mesaj yine de engellenemedi.
2017-G20 Zirvesini öncekilerden farklı kılan sadece Hamburg çatışmaları-direnişi değildi. Daha yakıcı olan kapitalist-emperyalist sistemin ekonomik ve politik krizi aynı zamanda yaşaması ve buna bir çözüm üretilememesidir. Emperyalist haydutlar ne zamandır mevcut krizlerini çözmek için çaba sarf ediyor. NATO, G7 ve G20 toplantılarının hiçbirinde somut bir sonuç elde edilemedi. Zira, kapitalist rekabet bunun önündeki en büyük engel. ABD’nin Paris İklim Anlaşmasından çıkmakta ayak diretmesi, ekonominin kömür, petrol gibi fosil yakıtlara dayanmasından ileri geliyor. Sera gazının azaltılması, kapitalist rekabet gücü zayıflayan ABD’nin daha da zayıflaması anlamına geliyor. Fosil yakıtlar ise sera gazını artıran temel nedenlerin başında geliyor.
Biraz daha derine indiğimizde kapitalist sistemin kendini var eden dinamiklerde sorun yaşandığını görürüz. Yapısal kriz devam ediyor, emperyalist rekabet ise buna koşut kızışıyor, atıl kalan sermaye yatırım alanı bulamıyor, pazar paylaşımında savaşa doğru ilerleniyor. Politik arenada dünyanın hemen her kıtasında çatışmalar, savaşlar söz konusu. Tüm bunlar kapitalist-emperyalist sistemin bir dünya sistemi olarak varlığını, ekonomik-politik-ideolojik hegemonyasını tartışmalı bir hale getirmiş durumda. 2000’lerin başından bugüne ayaklanmaların hiç durmaması ve de kitlesel olması bu gerçekliği daha çarpıcı gösteriyor.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında ABD emperyalizminin hakim olduğu bir dünya sistemi kurulmuş, savaşla bozulan dengeler sosyalizm karşıtlığı ile tekrar oluşturulmuştu. Neoliberalizmle hem ABD hegemonyasında hem de kapitalist sistemde daha bir merkezileşme sağlanmıştı. Bunun ideolojik propagandası 1990’larda “Tarihin Sonu”yla yapıldı. Fakat bu kapitalist sistemin iç çelişkileri açısından nihai bir çözüm değildi. Tam tersine iç çelişkileri derinleştiren, kapitalizmin sonunu hızlandıran bir “çözüm”dü.
Nihayetinde bu gerçeklik 2008 yılında ekonomik kriz olarak patladı. Kapitalizmin bugün karşı karşıya kaldığı durum, 10 yılda bir tekrarlanan devresel krizlerin artık daha uzun süreli ve yıkıcı olmasıdır. Atlatılamayan kriz, emperyalist hegemonya savaşını ve halk ayaklanmalarını etkileyen-tetikleyen bir faktör olarak kapitalizmin krizini derinleştiriyor.
Kapitalizmin yapısal krizinin en yoğun hissedildiği yer ABD ve AB’dir. Her ikisinin dünya ekonomisindeki ağırlığı-payı nedeniyle doğrudan sistemi krize sokması da doğaldır. ABD emperyalizminin hegemonik gücünü korumak, rekabet gücünü artırmak için ilk hedefi krizden kurtulmak. Bu eksende ABD, D. Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte “serbest ticaretin” baş savunuculuğundan, devlet korumacılığını savunmaya yöneldi. ABD sermayesini ülkesine çağıran Trump, sermayenin önünü açan bir dizi yasal düzenleme de yaptı. AB içinde Alman emperyalizmi krizden hızla toparlanarak krizi fırsata çevirmeye başladı. Yoksul Avrupa ülkelerindeki tahakkümünü artırırken, dış ticaretteki rekabet gücünü de yükseltmekte Almanya. Diğer yandan Çin emperyalizmi ekonomik krizden etkilenmeyen, aksine ekonomik büyümeyi devam ettiren bir yönelim içinde yoluna devam ediyor. Mevcut bu durum emperyalistler arası hegemonya krizinin de kaynağını oluşturuyor. Bir yanda zayıflayan, bir yanda güçlenin emperyalist olgusu dünya sisteminde bir boşluk veya kaotik bir durum ortaya çıkarıyor.
Çin ve Almanya’nın hegemonik güç olma emelleri, ABD’nin güç kaybetmesi, Rusya’nın askeri gücünü ön plana çıkarması hegemonya krizinin genel görünümünü oluşturuyor. Bu tabloda emperyalist saflaşmanın tam olarak netleşmediği fakat rekabetin giderek kızıştığı bir durum söz konusu. 2017’de yapılan toplantılarda ve en son G20 Toplantısında bir çözüm üretilememesi doğrudan bu hegemonya kriziyle de ilintilidir.
Gelinen aşama 2. Paylaşım Savaşından bugüne oluşturulan dünya sisteminin dengesinin artık bozulmuş olmasıyla tanımlanabilir. Rusya ve Çin, ABD’nin hegemonik gücünü artık tanımıyor. G7 Zirvesi sonrası Almanya’nın “Avrupa kendi kaderini belirlemeli” çıkışı da aynı duruma işaret edriyor. Emperyalistler arası bu çelişki ve gelişmeler hegemonya krizini, 1. ve 2. paylaşım savaşlarında olduğu gibi yeniden bir paylaşım savaşına doğru sürüklüyor. Suriye ve Ukrayna’daki bölgesel savaşlarda emperyalistlerin dolaylı olarak karşı karşıya gelmesi bu anlamıyla birer işaret fişeğidir.
Bu eksende G20 Zirvesine bakıldığında emperyalistler arası sorunların çözülemediği, dahası giderek derinleştiği, dolayısıyla kapitalist sistemin yaşadığı krizlerinde aşılamayıp devam edeceği bir durum görünmektedir.
Hakim sınıflar cephesinden vaziyetin kötü olması, ezilen dünya halkları için elbette iyiye işaret olarak değerlendirilmelidir. Hamburg sokakları devrim ve sosyalizm ihtiyacının-isteminin haykırışıdır. Yüzde 1’in zevk ve sefasına karşı yüzde 99’un insanca yaşam çığlığıdır. Bu çığlık daha büyük ve daha güçlü isyan dalgalarına gebedir. Yaşanan işsizlik, yoksulluk ve açlığın kitlesel ve kronik hale gelmesi, mülteci krizi, gıda, temiz su ve iklim krizi karşısında dünya halklarının isyanı tek tek hükümetlere yönelik ortaya çıksa da bir bütün kapitalist sistemin kendisine yöneliktir. Politik öznelerin, MLM’lerin oynayacağı tayin edici rolle “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin” zemininde bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturacaktır.