EmekGüncelMakaleler

EMEK | Vaat Çok, Destek Yok!

"Devletin köylüye düşmanlığı sunulmayan destek vb. ile de bitmiyor. Tarımı bitirmeye yemin etmişçesine ardı arkası kesilmeden yeni pratikler devreye sokuluyor. Depremzedeleri önce tehdit eden arkasından da 1 yıl süre isteyen Erdoğan’ın talimatı ile dev bir şantiyeye dönen deprem bölgesinin tüm molozu tarım arazilerine dökülüyor."

Benim 200 malım var. Bana verdikleri 40 metrekare çadır!

Koyunlarımızın tam doğum zamanı. Doğum yaptı bakamadık, 10-15 tane kuzum öldü. Bakamıyoruz ki.”

Bize yardım da vermesinler sadece hayvanımı buradan çıkartayım, bir çadıra, bir konteynıra koyayım, başka bir şey istemiyorum.”

15-20 tane kuzum öldü.  O da bebek gibi çünkü, ilk başta bakman gerekir ama bakamadık.”

Hayvanlar da bağırıyor ve tepki veriyor. Aç kalıyorlar. Zayıfladılar.”

12 büyükbaş hayvana 1 çuval yem verdiler şu ana kadar. 12 hayvanın bir öğünü bile değil.”

Saman yetmediği için hayvanımızı maydanozla besliyoruz!” (Kaynak: KRT ve Artıtv)

Deprem bölgesinde halk halen her türlü ihtiyacını kendi olanakları ve gönüllülerin desteği ile karşılamaya çalışıyor. Bölgeyi terk etmeyen insanların önemli bir bölümü üreticiler, köylüler. Hem yoksulluk ve çaresizlik içinde başka bir alternatifi olmayan hem de toprağı ve hayvanını bırakamayan köylülerin mağduriyeti sürüyor. Barınma sorunu devam ederken, hayvancılıkla uğraşan köylüler hala çadır bulamadıkları için hayvanlarını hasarlı ahırlarda barındırmak zorunda kalıyor. Ayrıca hayvanların beslenmesi için de yeterli destek sunulmuyor. Bu durumda çoğu üretici hayvanını kesime göndermeyi tercih edebiliyor. Ancak burada da fırsatçılar devreye giriyor. Neredeyse yarı fiyatına köylülerden hayvanları toplamaya çalışarak depremi fırsata çevirmeye çalışıyorlar.

Bu fırsatçılardan biri de Et ve Balık Kurumu. Kurum, depremin ilk haftasından itibaren depremden etkilenen köylüleri arayarak hayvanlarını kesim için satın almaya çalışıyor ancak neredeyse yarı fiyatına. Üstelik neden böyle yaptıklarını soran köylülere de “destek için!” yanıtını veriyorlar. Besici köylülerin bu ve bunun gibi sorunları depremin ilk gününden beri devam ediyor. Köylere zaten geç ulaşan destek çalışmaları yarım yamalak yapılıyor, sürekliliği olmadığı için güven vermiyor, besiciliğin devamı değil kısa günü kârı anlayışından hareketle hayvanları ucuza satın alarak kesime göndermenin planını yapıyor.

10-15 yıl önce zeytinlik olan yerler imara açıldı

Üretici köylü açısından da tablo pek parlak değil. Deprem bölgesinde pamuk, buğday, pancar ve sanayiye dayalı tarım depremden çok etkilendi. Özünde zaten mevcut politikalardan ama özellikle deprem sonrası politikalardan kaynaklı artık neredeyse toprağı işleyecek köylü ya da traktör mevcut değil. Çünkü enkaz altından kendi imkanı ile çıkan köylünün traktörü de ya halen enkaz altında ya da zarar gördüğü için kullanılamaz durumda.

Tarımı bugüne taşıyan politikaları ve bugüne nasıl gelindiğini Antakya Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Sever T24’e şöyle özetliyor; “Hatay’ın 270 bin hektar tarım arazisinin yaklaşık 1.700-1.800 hektar kısmı ekilip biçilip dikilen arazilerden oluşmaktadır. Deprem sadece evlerimizi vurmadı. Aynı zamanda özellikle ova içinde oraya buraya serpiştirilmiş organize sanayi bölgeleri gibi yerlerde de çok büyük yıkıma sebep oldu. Buralar aslında tarım arazisi. Ben aynı zamanda Toprak Koruma Kurulu üyesiyim. İnsanlar kolay inşaat yapabilmek için bu tür zeminleri seçiyorlar. Mesela yaklaşık olarak 80-90 yaş sebze meyve paketleme evi gene ovanın içinde. Peki biz bunlara engel olabildik mi? Olamadık. İşte, şu kısımlar sanayi ilan edilsin, bu kısımlar planlamada arsa şeklindeki yaklaşımlar -yerel idarelerin diyelim- bu şekilde yavaş yavaş açıldı. Sonunda burası sit alanı ilan edildi. Sit alanı demek şu; büyük ova sınıfına girdi. Amik ovası, Dörtyol ovası, Arsus ovası koruma altına alındı. Buna rağmen yapılaşmanın önüne geçmek mümkün değil.

Bunun yapılaşmaya açılmaması için tüm Toprak Koruma Kurulu üyeleri gayret göstermesine rağmen imar afları vb. ile zaman içinde tarımsal tesis vb. ile oldu. Yaklaşık son 15 yılda yapılaşma çok fazla miktarda arttı.

Amanos dağlarına doğru da zeytincilik var. Zeytinciliğin de kendine has bir kanunu var. Asla zeytin arazisine ev yapamazsın. Zeytincilik kanunu iyi ki çıkmış, hiç olmazsa oralar kalmış. Mesela Antakya’da Rönesans Rezidans var. Orası zeytinlikti aslında. O vasıftan çıkartılıp imar affı ile, belediye imar planlarında yapılan revize değişikliklerle bu şekilde oldu. 10-15 yıl önce orası zeytinlikti.”

Devletin köylüye düşmanlığı sunulmayan destek vb. ile de bitmiyor. Tarımı bitirmeye yemin etmişçesine ardı arkası kesilmeden yeni pratikler devreye sokuluyor. Depremzedeleri önce tehdit eden arkasından da 1 yıl süre isteyen Erdoğan’ın talimatı ile dev bir şantiyeye dönen deprem bölgesinin tüm molozu tarım arazilerine dökülüyor. 5.826 binanın yıkılmasından, 24 bin binanın ağır hasarlı olmasından sorumlu Adıyaman Belediyesi buna örnek. Enkazdan çıkan moloz, tarım arazilerine dökülürken diğer yandan da arazi sahiplerinin haberi dahi olmadan bazı tarım arazilerine konut yapımına başlanmış durumda.

Malatya ve Antakya açısından da durum aynı. Asbestli molozların, köylere yakın tarım arazilerine, su kaynaklarına ve otlak alanlarına dökülmesine karşı çevre köy halkı ve Malatya Çevre Platformu bir açıklama yaparak “Bu karardan vazgeçilmeli aksi takdirde bu toplu katliam devlet eliyle gerçekleşmiş olacak” dedi. Antakya’da da yıkılan binaların enkazı, çoğunlukla Altınözü ilçesindeki zeytinliklerin olduğu alana dökülüyor. Böylece köylülerin, çiftçilerin emeğinin yanında halkın sağlıklı beslenme hakkı gasp ediliyor.

Tarımda yeni oyun

AKP-MHP faşizminin gerçek yüzü depremde bir kez daha açığa çıksa da süslü söylemlerle halkı ikna çabaları son bulmuyor. Deprem sonrası köy ve köylüleri kaderine terk eden, toprağına el koyan ya da moloz döken, hayvanını aç bırakan kendisi değilmiş gibi Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını “üreticilerimiz adına atacağımız bir adım olacak”, “depremin sel ve taşkının konuşulduğu yani moralleri iyileştirmek için çabalarımızı sarf ettiğimiz bir dönemde hakikaten tarım adına bu gerçekleştireceğimiz devrimler bizim için çok çok önemlidir”, “orman köylümüzün gelir seviyesini artıracağız”, “ormandan elde edilen gelirlerden pay vereceğiz” diyerek yasalaştırdılar.

Bu yasa ile sözleşmeli üretim genişletiliyor. Sözleşmeli üretim, üreticinin tohumdan başlayarak her türlü girdide şirketlere bağımlı olduğu bir üretim modeli. Tekil üretici olarak muhatap alınıyor ve şirketler karşısında yalnızlaştırılıyor. Şirketlerin her türlü keyfi uygulamasında yalnız kalıyor. Bu yasa aslında bunu derinleştiriyor.

Tarım Bakanlığının planına göre, çiftçiler ne ekeceğini belirledikten sonra üretime geçmeden bakanlıktan izin alarak üretim yapacağı ürünü bildirecek ve izin çıkarsa ekim yapabilecek. Eğer bakanlık üreticinin başvurusunu uygun bulmazsa, ne ekeceği bakanlık tarafından belirlenecek. Yani neyin-ne kadar-nerede üretileceğine bakanlık karar verecek. Böylece üreticinin geçmişi, deneyim ve birikimi de yok sayılıyor.

Benzer şekilde allanıp pullanan başka bir madde de iki sene üst üste ekilmeyen arazilere el koyulacak bir sistem olması. Bakanlık bunun üretimi teşvik edeceğini iddia ediyor. Ama aslında amaç tarım topraklarına el koymak.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu