Bursa Mustafakemalpaşa’da bulunan Eker Süt Fabrikası’nda Tek Gıda-İş sendikasında örgütlendikleri için işten atılan üç işçinin, fabrika önünde sürdürdükleri direniş, devam ediyor. 23 Eylül 2024 tarihinde başlatılan direniş sürerken, Tek Gıda- İş Sendikası Örgütleme Uzmanı Suat Karlıkaya ile gelişmeler üzerine konuştuk. Karlıkaya, “Kazanabilmek için dayanışma halinde olmak zorundayız. Beraber olmak zorundayız” vurgusu yaptı.
Fabrikada işçilerin sendikalaşma sürecinin ardından öncü işçiler, işten atılmıştı. Ardından da direniş başlamıştı. Bugün direniş 2.5 ayını geride bıraktı. Gelinen aşamada gelişmeler nelerdir?
Biz Eker’de yaklaşık dokuz yıldır örgütlenme çalışması yapıyorduk. Sanırım 2016 yılında başladık çalışmalara. 2019 yılında yetki tespiti aldık. Ama yetki tespitine işveren itiraz etti ve mahkemeyi kaybettik. Burada depolar vardı. Bu fabrikanın uzantısı depolar değil. Sayıya dahil olması gerektiği sebebiyle. Ki biz o gün örgütlenme yaparken o depoların hepsi nakliyat iş kolundaydı. Bizim iş kolumuzda değillerdi yani. Ama mahkeme orayı bizim iş koluna dahil edince yetkiyi kaybettik. Ve tekrar örgütlenmeye başladık.
Daha sonra da Tek Gıda-İş Sendikası olarak geçtiğimiz Temmuz ayında bir işkolu tespiti istedik depolarda. Ve müfettişler depolara gittikleri zaman orada başka ürünlerin de satıldığını gördü. Ardından Resmi Gazete’de “buralar nakliyat işkoludur” diyerek bir yazı yayınlandı. Biz de bunun üzerine fabrikadaki örgütlenmeyi hızlandırdık. Bu sefer uzun yıllardır beraber örgütlenme çalışması yaptığımız arkadaşlarımızdan beş kişi işten çıkartıldı. İlk etapta iki arkadaşımız imza attı ama üç arkadaşımız imza atmadı. Ve arkadaşlarımızla beraber direnişe başladık.
Devamında da Tek Gıda-İş Sendikası olarak depolar çıktıktan sonraki dönemde yetki başvurusunda bulunduk. Şimdi işveren, Resmi Gazete’de yayınlanan iş kolunun, yanlış tespit edildiğine dair dava açtı, itiraz etti. Bu sebepten dolayı Bakanlık yetki tespitimizi vermedi. Biz de bunun üzerine Bakanlığa dava açtık. Bizim açtığımız dava, bekliyor şu anda. Bu arada da 23 Eylül’den bugüne kadar arkadaşlarımızla kapının önünde direnişe başladık.
Biz sendika olarak da işverenin anayasal haklara saygı duyması gerektiği ile ilgili çağrılar yaptık. Bu çağrılarımızı yineledik.
İlk etapta çadır kurmak istemedik. Olumlu bir dönüş olacağı düşünüyorduk ama bu olmayınca, kış şartları da geldiği için fabrikanın önünde çadırımızı kurduk ve direnişimizi devam ettiriyoruz.
İşten çıkarmaların gerekçesi ne olarak açıklandı?
Bu arkadaşlarımız uzun zamandır çalışan arkadaşlar ve başarı ödülleri alanlar var aralarında. Ama şimdi “performans” deniliyor işten çıkartılırken. Tabi ki değil. Bir taraftan “17. Madde, küçülmeye gidiyoruz” diyor; diğer taraftan “performans” diyor. Ama böyle bir şey yok. Bir taraftan da durmadan işçi alımı yapıyor.
Öncü işçiler atılanlar. Yani bunu işçilere bilerek ve kasıtlı olarak yapıyorlar. Bütün sendikalı işçileri işten çıkartalım diye bir şey yapmıyor. İşverenin derdi, sendikalaşmayı önlemek ve sendikanın yetki sayısına ulaşmasını engellemek.
İşverenin bütün derdi bu, bütün örgütlendiğimiz yerlerde yaklaşım aynı. Sütaş’ta da bu aynı şekilde oluyor. Yani işveren bütün üyeleri çıkartmıyor ama bir bakıyor ki, üyelikler hızlanıyor, ne yapıyor, direkt olarak öncü işçileri işten çıkartıyor. Ama işte Eker’de biraz tersi oldu. Biz direnişe başlayınca bir de ardından da M.Kemal Paşa’dan Bursa’ya yürüyüş yapınca içerdeki arkadaşların bize güveni devam etti ve ilk defa işçi atıldıktan sonra yetki sayısına ulaşabilecek üyelik çalışmalarını yapabildik.
Mücadele, diğer fabrikalara umut ışığı oluyor!
Son dönemde irili ufaklı birçok yerde direnişler var. Kimisi kazanımla kimisi de kısmi kazanımla sonuçlanıyor. Bu tabloya dair bir değerlendirme yapsanız neler söylersiniz?
– Tabii ki sınıf, işçi mücadeleleri yoğunlaştı. Ekonomik şartların ağırlaştığı her dönem işçi mücadeleleri artar. Yani bunların artık pansumanla geçiştirilemeyeceği bir dönemdeyiz. Biz hep şunu söylüyoruz: Eker mücadelesi sadece Eker Fabrikası’ndaki çalışan işçilerin mücadelesi değil. Bursa-İzmir yolunda duran ve o bölgede birçok fabrikanın olduğu ve her gün servislerinin oradaki direnişi gördüğü bir mücadeledir. Veya Polonez mücadelesi, kamuoyunun gördüğü bir direniştir. Aynı şekilde As Plastik, Target veya birçok başka direniş… Bunlar bulundukları bölgelerde fabrikaların yoğun olduğu direnişler. Yani bu mücadeleler aslında diğer fabrikalarda harekete geçmemiş işçileri de canlandırma mücadeleleridir.
Ekonomi, işçinin ekonomisi çok zorda. İnsanlar çocuklarına okutamayacak, hastaneye götüremeyecek, evine ekmek götüremeyecek pozisyona geliyor. Mesela bütün fabrikalarda işçiler eksi hesaplarda, artı hesaplarından yiyorlar ve patlama noktasına gelmişler. Artık insanlar “ya tazminatı alayım da en azından borcumu kapatayım, en azından faizini ödemeyeyim” gibi noktalarına gelecek. Ama bunların hiçbirisi çözüm değil. Bu mücadelelerin hepsi, işçi sınıfına yol gösterme amaçlı olan mücadelelerdir. Yoksa bin kişilik Eker Fabrikası’ndaki, üç yüz kişilik Polonez Fabrikası’ndaki işçilerin mücadelesi olarak görülemez. Bu sebepten dolayı bu mücadeleler bütün sınıf dostlarıyla beraber verilmek zorundadır.
– Bu direnişler bir şey anlatıyor, bir mesaj veriyor dediniz. İşçi sınıfı bu mesajı nasıl almalı ve nasıl karşılamalı, neler yapmalı?
– Bir kere dayanışma çok önemli. Çünkü kapıda direnen işçinin, en büyük sıkıntısı, maddi sıkıntı. Yani bu maddi sıkıntılarla ilgili bir şeyler ve ziyaretler yapılabilir. O çadırlara, o direniş alanlarına yapılan her ziyaret, oradaki işçinin motive olmasını ve işçinin yaptığı şeyin ne olduğunun farkına varmasını sağlamalı. Sadece sosyal medyadan bir şeyler yazmakla olmuyor. Artık fiziki olarak da sınıf dostu olan insanların alanlarda olması gerekiyor.
Benim bu konuda hassasiyetlerim var. Sınıf, işçi sınıfı kazanırsa ülkem kazanacak, ben kazanacağım, herkes kazanacak algısında olan, bilincinde olan herkesin bu mücadelelere dahil olması gerekiyor ki biz yarınlarımızı kurabilelim. Yoksa bugün Eker işçisi kazandı, Eker’e sendika girdi. Bunu diğer fabrikalara taşıyamayacaksak, o zaman Eker mücadelesinde ya da Polonez mücadelesinde hiçbir mücadelenin bir anlamı yok. Orada toplu sözleşme ve bu mücadeleler sonucu kazanılmış, sonuç alınmış mücadelelerin hepsi diğer fabrikada başlayacak olan mücadelelere bir umut ışığı yakıyor. Çünkü işçilerin pozisyonu şu; “Ya ben yapsam ne olur ki? Zaten patron güçlü.” Böyle bir algı var. Bizim bir kere bu umutsuzluğu ve çaresizliği yıkmamız lazım. Bunu yıkabilmek için de kazanmak zorundayız. Kazanabilmek için de dayanışma halinde olmak zorundayız. Beraber olmak zorundayız.
Yani bizim hep anlatmak istediğimiz şey şu: Eker Mücadelesi sadece Eker Fabrikası’ndaki işçilerin mücadelesi değil, yanındaki-yanımızdaki işçinin mücadelesi, öbür taraftaki metal fabrikasının mücadelesi, haksızlığa uğrayan, emeği yok sayılan, “işine geliyorsa çalış, işine gelmiyorsa kapı orada” denilen, hor yürüyen işçinin, bütün işçilerin mücadelesi ve onlara bir yol çizebilme mücadelesi. O sebepten dolayı dayanışma halinde olmak zorundayız ve sadece sosyal medyadan değil. Bu çok önemli, fiziki olarak alanlarda, maddi olarak alanlarda olmak zorundasınız dostlar. Artık bu saatten sonra gidilecek yer kalmadı, artık “yol bitti”. Yolun bittiği noktada ne yapabileceksin? Ya geri döneceksin, ki geri dönme şansımız yok, o zaman yeni bir yol açacağız ve bu yolu açabilmenin de yolu mücadeleden geçiyor.