6 Şubat depremlerinin ardından ilk etapta depremi yok sayan-görmezden gelen iktidar, ardından “asrın felaketi” ilan etmiş ve arama-kurtarma-yardım çalışmalarını engelleyerek sadece depremde değil sonrasında da binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştu. Halkın kendi yarasını devrimciler, gönüllüler ile sarmaya çalışmasını da “güvenlik” sorunu olarak ele alarak yardımlara el koymuş, engellemiş, çalmış çırpmış ve satmıştır.
Depremin sonuçları zamanla ortaya çıkacak olan yıkımı kırsal bölgelerde, köylerde yaşanmıştır. Ulaşım vb. bahanelerle zaten oldukça geç ulaşılan yüzlerce köyde, insanlar günlerce enkaz altında kalmış, enkazdan kurtulanlar kendi canları pahasına yakınlarını çıkarmaya çalışmıştır. Bu bölgelerde binlerce hayvan da yıkılan ahırlarda yardım beklemiş, soğuk ve açlıktan can vermiş, kurtarılabilse dahi sakatlandığı ya da yem olmadığı için kesime-ölüme gönderilmiştir. Yem bulamayan, hayvanına barınma sağlayamayan pek çok köylü tefeci tüccarın eline düşerek hayvanını çok düşük meblağlara satmak zorunda kalmıştır-kalmaktadır.
Şimdilik açıklanan gözlem ve raporlara göre depremden 5 binin üzerinde köy ve kırsal mahalle etkilenmiştir. Buralarda evlerin yanısıra ahırların büyük bölümü de zarar görmüş durumdadır. İnsanlar, yıkılan ahırlardaki hayvanların bir kısmını kendi çabaları ile kurtardılar. Şimdi ise hayvancılık açısından en büyük sorun susuzluk, ahırların zarar görmüş olması ve yem sıkıntısı.
Depremden sonra bir haftayı geçen bir zaman diliminde devlet kurumlarının uğramadığı köylerde bugünlerde hasar tespit çalışmaları ve yem dağıtımı başlamış durumda denilebilir. Ancak bu da köylülerin yarasına derman olacak gibi görünmüyor.
Zira kimi köylerde enkaz altındaki hayvan ölülerinin hastalık riski yüzünden köylüler tarafından çıkarılıp defnedilmesi nedeniyle “hasar tespitinin resmi olarak yapılamadığı” bahanesiyle yardımlar geciktiriliyor ya da yapılmıyor. Kimi köylerde yem yardımı birer ikişer çuval yapılıyor. Bunun bile sürekliliği sağlanmıyor. Kimi köylerde ise köylüler tamamen yüzüstü bırakıldığı ve yarınını göremediği için hayvanını –besleyemediği için de– satmak-kesime göndermek zorunda kalıyor.
ANKA haber ajansına bilgi veren bir köylü yaşadığı “yardım” rezaletini şöyle anlatmış: “Depremde hayvanlarımız telef oldu. Cenazelerimiz vardı. Zaten dört gün kimse buraya ulaşamadı. … 3 hafta sonra ilçe tarımdan görevli bir arkadaş göndermişler, hasar tespitine. Adam bana diyor ki, ‘hani bu hayvanların leşleri?’ ‘Delil yok elinde’ diyor. Ya diyorum ki, ‘ben 4 tane cenazeyi peşpeşe gömdüm.’ Cenazemle mi uğraşayım, çocuklarla mı uğraşayım, kalan hayvanla mı uğraşayım? Ben bunu (enkazda yaşamını yitiren hayvanlardan bahsediyor) nasıl saklayabilirdim üç hafta? … Çekip gitti. ‘Biz iştişare edeceğiz, gidip görüşeceğiz’ dedi. Tamam da, ahırım yıkılmış bana çadır vermiyorsun. 300 baş hayvana 4 torba yem verdi, 1 tane branda verdi. Eee ben bunu ne yapayım? Gece ahırın için eksi 8 derece oluyor. Adam buna rağmen hiçbir şey yapmadan çekti gitti.”
Medyascope muhabiri Ayşegül Karagöz’ün Adıyaman’dan aktardıkları da köylere halen yardım çalışmalarının ulaşmadığını gösteriyor; “Uzunköy, merkeze yaklaşık 35 km uzaklıkta. Köye giden yol asfalt değil, toprak. Yurttaşlar depremden sonra yola düşen kayalar nedeniyle köylerine yardım ulaştırabilmek için 35 km yol yürüyerek Adıyaman’a gelmişler. (…) Köye giderken yolların bu kadar kötü olacağını tahmin etmemiştim. Köye ulaşım zor özellikle deprem sonra yola düşen kayalar hâlâ büyük risk taşıyor. Köylüler depremden sonra Adıyaman’a yürüyerek gidip, yolun açılması için kendi imkanları ile vinç getirmiş. Köylüler, hayvanlarının enkaz altında kaldığını ve hiçbir yardım gelmediğini söyledi.”
Benzer şekilde Malatya Doğanşehir Topraktepe Köyü’nden depremzedeler Can TV’ye konuşmuş; “Hayvanlarım göçük altında kaldı. 6 gün sonra kendi imkanlarımızla çıkardık. Devletin herhangi bir imkanını görmedik. Yerimiz kalmadığı için hayvanlarımızı verdik.”
“Ne yapacağımızı bilmiyoruz!”
Kimi köylerde de barınma sorununun giderilmemiş olmasından dolayı köylüler, bitkisel üretim yapılan seralardaki ürünleri kopartarak buraları yaşam alanı haline getiriyor.
Özellikle Antakya’da ve Malatya’da bunun örnekleri oldukça fazla.
Malatya’da depremden etkilenenlerin çoğunluğu ilk olarak şehir merkezlerindeki evlerinden köylere sığınmış durumda. Çoğu insan kayısı bahçelerinin içindeki küçük evlere kaçmış ve kalabalık bir şekilde buralarda kalıyor. Ancak mevsimden kaynaklı özellikle geceleri soğuk olduğu için kayısı ağaçlarını kesip yakıyorlar.
Antakya’da ise domates, biber vb. yetiştirilen seralardaki ürünler kopartılarak eşya yerleştirilerek geçici de olsa yaşam alanı haline getiriliyor.
Başka bir sorun da moloz dökümünün tarım alanlarına yapılması. Henüz insanların enkaz altından umut kesmediği günlerde enkaza bakıp moloz, şantiye, ihale, rant ve kâr gören ve de jet hızıyla “kalıcı konutlar” için 2 haftada 53 ihale yapan devlet, birçok yerde enkazı ya çadırkentlerin yanına-yakınına ya da tarım alanlarına boşaltıyor. Örneğin Malatya’da moloz üç alevi köyünün (Battalgazi ilçesine bağlı Mamurek mahallesindeki köyler) ortasında bırakılmış durumda. Köylüler bunun tarım ve hayvancılığı, sağlıklarını etkileyeceğini ve zorla göçertmenin bir biçimi olduğunu düşünüyor.
Antakya Güzelburç köyünde ise buğday ekili tarlalar yetkililer tarafından “konteyner kent yapacağız” denilerek altüst edilmiş durumda. Köylüler günlerdir dozerlerin tarlalarına girmemesi için nöbet tutuyor. Köylüler 50 dönüm tarlaya konteyner kent yapılmak istenmesine tepkili ve “250 dönüm tarlam olsa 200 dönümünü devlete vereyim ancak biz 90 kişilik bir aileyiz 50 dönüm ekiyoruz… Tarladan yılda iki kere buğday alıyoruz bu da ancak bizim çocuklarımızın ihtiyacını karşılar. Ancak bu yıl gördüğünüz gibi ekili tarlalarımıza girdiler. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. 1 ton gübre 10 bin TL, depremzede halimizle bu masrafı biz karşıladık. Hiçbir yardım almadık” diyorlar.
Bu meselenin diğer bir yanı da enkazın asbestli olması. Enkazın bırakalım tarım yapılan alanı yakınına dökülmesi dahi o toprakta üretilen ürünle birlikte asbestin milyonlarca insana ulaşması demektir.
Sonuç olarak hayvanlarını kaybeden, yeterli destek göremeyen, hayvanını besleme imkanı dahi bulamayan, bitkisel üretim alanlarına moloz dökülen pek çok köylünün üretime devam etmesi giderek zorlaşmaktadır.
Kan emici DEDAŞ!
Sadece bunlar değil tabi ki! Bir de bölgede zaten üreticinin kanın emen DEDAŞ var! “Fırsat bu fırsat” diyen DEDAŞ, depremzede köylülerin hesabına yatan mazot ve gübre parasından enerji borcunu tahsil etti.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Urfa Barosu, DEDAŞ’ın depremlerden etkilenen illerdeki köylülerin hesaplarına yatan mazot ve gübre desteğine elektrik borçları nedeniyle bloke koyduğunu duyurdu ve “DEDAŞ zaten uzun süredir ekonomik sıkıntılar yaşayan bölge halkımız için adeta kanayan bir yara haline dönüşmüşken halihazırda deprem felaketinden etkilenmiş ve nakdi olarak büyük sıkıntılar yaşayan bölgedeki çiftçilerimiz için maalesef ki sorun teşkil etmeye devam etmektedir. Deprem bölgesinde bulunan toplam 425 bin 275 depremzede çiftçimizin hesaplarına bugün itibariyle nakdi olarak yatırılmış olan mazot ve gübre desteğine DEDAŞ tarafından kimi çiftçilerimizin elektrik borçlarından dolayı bloke konduğunu üzülerek öğrenmiş bulunmaktayız” dedi.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Urfa Şube Başkanı Abdullah Melik de bir açıklama yaparak,
“Deprem bölgesinde 13.5 milyon insan yaşıyordu. Türkiye bitkisel üretiminin yüzde 20’si ve hayvansal üretiminin de yüzde 15’i. İnsanların yaralarını sarmak için, tarımsal ve diğer ihtiyaçlarını gidermek için STK’ların da baskısıyla, Tarım ve Orman Bakanlığı mazot ve gübre desteklemesini 1 ay erkene alarak nakdi ödeme yaptı. Kan emici DEDAŞ, sürekli çiftçinin üstünde kambur olan DEDAŞ daha önce Bakanlar Kurulu’ndan almış olduğu kararla hukuksuz, kanunsuz ve ülkenin deprem enkazından hala çıkamamış iken acılı bir günde hiçbir insanın ve hiçbir kuruluşun yapamayacağını borcu olan depremzede çiftçilerinin desteklenmesine el koyarak yaptı” şeklinde tepki gösterdi.