Kasım ayında TBMM İlan ve Bütçe Komisyonu’nda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2024 yılı bütçe görüşmelerinde Bakan İbrahim Yumaklı, çiftçilerin toplam 535 milyar lira borcu olduğunu açıkladı.
2002 yılında AKP hükümete geldiğinde çiftçilerin bankalara 2.4 milyar lira borcu bulunurken AKP’nin hükümetten iktidara evrilen (21 yıllık) sürecinde çiftçilerin, köylülerin “toplam borcu” yaklaşık 200 kat artarak 535 milyar liraya ulaştı.
Burada kısa bir parantez açıp şunu belirtmek gerekiyor, Bakan Yumaklı, çiftçilerin toplam borcu derken banka ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçtan bahsetmektedir. Çiftçilerin, köylülerin finans kuruluşları dışında bulundukları, üretim yaptıkları bölgelerde tüccara, tefeciye, zirai bayilere, tarım şirketlerine, eşe-dosta da borcu bulunmaktadır. Bu saydıklarımız da hesaba katılınca çiftçilerin toplam borcunun 535 milyar liranın çok daha üzerinde olduğu anlaşılıyor.
2006 yılında çıkartılan Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre GSMH’nin en az yüzde 1’i çiftçilere tarımsal destekleme olarak verilir demesine rağmen AKP iktidarı bugüne kadar kendi çıkardığı Tarım Kanunu’na dahi uymamış, hiçbir zaman yasada belirtilen miktar çiftçiye verilmemiştir.
2006 yılından sonra tarımsal destek oranı, ortalama yüzde 0.6 düzeyinde kalmış, 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte GSMH’den tarıma ayrılan pay kademeli olarak ekonomik krizin derinleşmesine paralel düştükçe düşmüştür. “2020 yılında binde 4.4, 2021 yılında binde 3.3, 2022 yılında 2.7, 2023 yılında binde 2.5’e gerilemiştir.” (12 Kasım 2023, Birgün) 2024 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre, Orta Vadeli Programda (OVP) 41 trilyon 195 milyar GSMH hedefleniyor.
Orta Vadeli Program’a (OVP) göre 2024 yılında çiftçilere en az 411 milyar lira tarımsal destek verilmesi gerekirken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Tarım Bakanlığı çiftçilere 91 milyar lira destek verileceğini açıkladı. Bu da GSMH’nin binde 2.2’sine denk geliyor. Yani yasa gereği verilmesi gerekenin dörtte birinden bile az!
Cumhuriyet’in 100. yılında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre çiftçilerin, köylülerin bankalara olan borçları nedeniyle; “Türkiye’de ipotekli tarım alanı 42.3 milyon dekara ulaştı. 2 milyon 230 bin çiftçinin tapusu üzerine ipotek konuldu. Bankaların tarım arazilerinin üzerine ipotek koyduğu üretici sayısı 1 milyon 626 bin kişi oldu… En fazla ipotek tarımsal üretimin en yoğun yapıldığı Konya, İzmir, Adana, Urfa gibi illerde…” (24 Ekim 2023, Birgün) çiftçilerin bankaları olan borcu nedeniyle milyonlarca dönüm tarım arazisine ipotek konulurken Tarım Bakanı Meclis’te çiftçilerin finans kuruluşlarına olan Kredi borcunu ödeme seviyesinin % 98-99 düzeyinde olduğunu söyleyebiliyor. Çiftçiler, finans kuruluşlarına borcunun neredeyse noksansız ödeyebiliyorsa bu ipotekler-tapuya el koymalar niye yapılıyor?
Bakan açık bir şekilde yalan söyleyerek gerçekleri ters yüz etmeye çalışıyor. Tarım Bakanlığı kendi sorumluluğunda olan çiftçilerin-köylülerin yaşadığı mali krizden bihaber olduğunu düşünemiyoruz. Bizzat parçası olduğu siyasi iktidarın kırsal alanda yaratmış olduğu yıkımın elbette farkında…
Çiftçilerin 2002 yılında 2.4 milyar lira borcu varken 21 yılda bu borcun astronomik bir şekilde 200 kattan fazla artması kendiliğinden olacak bir şey değil tamamen planlı, programlı ekonomik-politik bir programın sonucu oluşmuştur. Bu programın adı da; kapitalist sermaye birikim rejiminin neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikasıdır. AKP iktidara geldiği 2002’den bu yana emperyalist kapitalist rejimin uluslararası stratejisi doğrultusunda politik-ekonomik hat izlemiş ve emperyalist politikaları harfiyen uygulamaya çalışmış bir siyasi iktidar-organizasyon olmuştur.
- yılda tarım, emperyalist tekellerin kıskacında
1980 sonrası tarımsal üretimde uluslararası piyasalarda yaşanan dönüşümün ilk etkisi Özal hükümetinin tarımda ithalatın önünü açması ile başlamış ve o tarihten sonra parça parça ilerlemiştir. 1980-2000 arası yıllar dünya piyasalarının uluslararası tarım tekellerinin egemenliği altına girdiği yıllar olmuştur.
Türkiye’de ise emperyalist tarım tekellerinin doğrudan ülke tarımını (bir bütün) kontrol altına alma süreci AKP ile yapısallaşmaya başlamıştır. 1990’ların sonlarında 2000’lerin başlarında DB-IMF ile yapılan anlaşmalar AKP tarafından yasallaştırılmış, çıkartılan tarım kanunlarıyla devletin tarımsal üretim sübvansiyonu kaldırılmıştır. Devlet/kamu tarım alanından parça parça çekilirken tarımsal üretim, kırsal alan kademeli bir şekilde uluslararası tarım tekerlerine ve komprador şirketleri terk edilmiş ve AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’de tarım emperyalist tekellerin kıskacına alınmıştır.
Türkiye’de tarımsal üretim deseninin nasıl olacağına gelinen aşamada uluslararası tarım tekelleri karar vermektedir. Dünyada tarımsal üretimin ilk yapıldığı yerlerden biri olan Anadolu-Mezopotamya, buğdayın anavatanı olan bu coğrafya AKP ile birlikte kendine yeterlilik düzeyini kaybetmiş ithalata bağımlı bir hale getirilmiştir. Tarım Bakanı, Meclis’te Türkiye’nin 61 ürünün 41’inde yeterli olduğunu, tahılda yeterlilik oranının % 80 olduğunu belirti. Tahıl ürünleri depolanabilir, stoklanabilir gıda grubuna girmesi nedeniyle dünyada “stratejik ürün” olarak kabul ediliyor. Türkiye, stratejik ürünlerde kendine yeterli düzeyini kaybederken yoğun emek gerektiren sebze ve meyve üretiminde kendine yeterlilik bandının üzerinde (“sebzede % 113.5, meyvede % 156” -Tarım Bakanlığı) ihracatçı durumdadır.
Bunun nedeni emperyalist sermayenin Türkiye gibi yarı sömürge ülkelere uluslararası piyasalarda yüklediği görev ve sorumluluktur.
Borçlanmanın nedeni AKP politikalarıdır!
1980-1990 sonrası süreçte uluslararası tarım-gıda pazarında Türkiye’ye emek yoğun üretim süreci gerektiren sebze ve meyve yetiştiriciliği, tedarikçiliği görevi yüklenmiştir. Tahıl gibi stratejik ürün grubuna giren ürünler yerine uzun saklama (stoklama) koşulu olmayan kısa vadede tüketilmesi gereken meyve ve sebze üretim alanlarının yaygınlaşması nedeniyle buğday, arpa, pirinç, mercimek, ayçiçeği ve benzeri gibi temel gıda ürünlerinde uluslararası piyasalara bağımlı ithalatçı bir ülke haline girilmiş, getirilmiştir.
Bugün çiftçilerin bankalara 100 milyarlarca borcunun olmasının nedeni AKP iktidarının uygulamış olduğu tarım politikasıdır. Çiftçilerin borçlarının her yıl katlanarak artmasının anlaşılması için bir örnek vermemiz yeterli olur; Mersin Tarım İl Müdürlüğü limonun maliyetinin 8 lira olduğunu açıkladığı bir yerde tüccar üreticiye 1 lira teklif ediyor. (A. Ekber Yıldırım-Tarım Yazarı) çiftçi serbest piyasada ürününü maliyetinin altında fiyat da satmaya zorlanıyor. Piyasa bir bütün emperyalist tekellerin, komprador Tarım tekellerinin, zincir marketlerin ve tüccar-tefeci grubunun elinde olduğundan ürünlerin fiyatını da bu sömürücüler belirliyor.
Çiftçilerin, köylülerin bankalara borçlarının katlanmasının nedenlerinden biri de üretim araçlarının a’dan z’ye yerli ve yabancı şirketlerin denetiminde olmasıdır. Türkiye’de üretim verimliliğinin artırılması için köylü kimyasal gübre ve zirai ilaçlara bağımlı hale getirildi. Geçmişte köylü piyasaya bu denli bağımlı değilken bugün üretim yapabilmesi için tohumu, gübreyi, ilacı, mazotu yani üretimin temel girdilerini temin etmek zorunda bırakıldığı nokta üretim maliyeti serbest piyasada her yıl artarken limon örneğinde olduğu gibi tüccar üreticiye maliyetinin altında fiyat vererek küçük üreticilerin zarar etmesini sağlıyor. Çiftçi ürününden para kazanamadığında tekrar üretim yapabilmek için mecbur bankalardan, Tarım Kredi’den, tefecilerden borçlanmak zorunda kalıyor. Borçla ürün tedarik etmezse bu defa da üretim yapamayacak. Çiftçiler, köylüler tamamen bilinçli politikalar sonucu borç sarmalı bataklığına itilmiştir. Çiftçiler zarar ettikçe yerli ve yabancı şirketler, zincir marketleri, tüccarlar zenginleşiyor, servetlerine servet katıyorlar.
Cumhuriyetin 100. yılında çiftçiler, köylüler borç sarmalı içinde boğulur hale getirilmiştir.
2024 yılında yasa gereği çiftçiye verilmesi gereken tarım desteği en az 411 milyar lira olmalıyken 91 milyar lira öngörülüyor. Çiftçilerin hak edilmiş hakkı olan tarımsal destekler yıllardır gasp ediliyor, çiftçilerin tüm borcu devlet tarafından ödenmeli-silinmelidir. Aksi takdirde küçük üreticilerin içine sürüklendiği borç sarmalı üretim yani gıda krizine hızlı bir biçimde tetikleyecek ve yoksul emekçi halk en temel gıda ürünlerine dahi ulaşmakta bugün yaşadığı zorlukların daha fazlasını yaşamak zorunda kalacaktır.