Urfa’da bulunan Uğur Tekstil fabrikasında çalışırken DİSK/Tekstil’e üye oldukları için işten atılan işçiler, fabrika önünde başlattıkları direnişi kazanımla sonuçlandırdılar.
Direnişin başından itibaren saldırılara, Kod 18’le işten atmalara ve tehditlere karşı mücadeleden vazgeçmeyen 300 işçi, patrona geri adım attırarak kazanım elde etti. İşten atılan 300 işçi işlerine geri dönerken Uğur Tekstil patronları Toplu İş Sözleşmesi (TİS) için de sendikayla masaya oturmayı kabul etti.
Yaşanan sürece dair örgütlenmenin her aşamasında işçilerle yan yana mücadeleye katılmış DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası’nın Antep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen’le kazanım sürecini konuştuk.
– Uğur Tekstil’de sendika düşmanlığı sonucu işçiler işten atıldı, üstüne patron hileli bir şekilde “fabrikanın kapandığını” ilan ederek 300 işçiyi birden işten attı. Devamında direniş süreci nasıl gelişti?
– Fabrikanın kapatılmasından üç ay kadar önce örgütlenme çalışmasına başladık Uğur Tekstil’de. Bu örgütlenme sürecinde patron, içerideki sendikal örgütlenmeyi öğrendi ve hemen işçilere baskı yapmaya başladı. Biz buna rağmen yetkiyi aldık, yeterli çoğunluğa ulaştık.
Yetkiyi aldıktan sonra patron bu kez sendikayı tanımamakta ısrar etti, bütün diyalog ve görüşme taleplerimiz reddedildi. Bu süreçte yine yetkiye itiraz ettiler, bununla birlikte sendika üyelerimizi istifaya zorlama, tek tek çağırıp müdürler ve yöneticilerin işçileri tehdit etmesi, bazı kadın işçilerin ailelerine kadar arayarak baskıyla istifaya zorlama ve işçilere toplu tutanak tutma gibi mobbing ve baskı örnekleri yaşandı. Biz bunların hepsini işçilerin örgütlü tutumuyla püskürttük. Saldırıların hiçbiri işçilerin sendikal örgütlenmesini baltalamaya yaramayınca en son başvurdukları yöntem, fabrikayı kapattıklarını söylemek oldu.
3 Ekim Pazar günü, işçilere gelen bir SMS mesajıyla fabrikada üretiminin bittiğini ve tüm işçilerin Kod 18’le işten atıldığını söylediler. Yani fabrikanın artık üretimini tamamladığını, faaliyet göstermeyeceğini ilettiler, tabi biz buna inanmadık. Bunun sendikal örgütlenmeden kaçmak için hileli bir kapanma olduğunu düşündük ve fabrika önünde direniş başlattık. Fabrika tekrar açılıp işçiler iş alınıncaya kadar önünde direneceğimizi ilan ettik.
Direnişimizin üçüncü gününe kadar birçok yerde eylem yaptık, şehir merkezinde de eylemler yaptık. Bu eylemler kamuoyunda da güçlü bir ses getirince patron geri adım atmak zorunda kaldı ve sendikayla görüşme talebini kabul etti.
Süreç içerisinde fabrikayı tekrar açacağının sözünü verdi ve biz üçüncü günde direnişi durdurduk. En son 1 Kasım’da, bu görüşmeler sonucunda patronun verdiği söz doğrultusunda fabrika açıldı, işçilerin tamamının işe girişleri yeniden yapıldı. İşçiler, fabrika tam üretime geçecek şekilde işbaşı yapacaklar.
– Bölgede böyle bir kazanımın olması çok önemli. Çünkü T. Kürdistanı ucuz işgücü kaynağı olarak görülen bir yer ve burada bir direnişin olması, kazanım elde edilmesi daha da önemli. Buna dair ne söylemek istersiniz?
– Evet, benim hatırladığım böyle bir örnek yok. Yani sendikal örgütlenmeyi engellemek adına bir fabrikanın tümden kapatıldığı, işten atılan işçilerin tazminatları ödendiği halde tamamının işe geri alındığı bir direniş hatırlamıyorum. Çok önemli ve tarihi bir kazanım bu. Ancak bundan sonrası daha önemli. Çünkü bir kere, bu bölgede Urfa, Batman, Adıyaman gibi “teşvik bölgesi” denilen bir alan, uzunca bir süredir bölgedeki işçi sınıfını ucuz işgücü olarak görülüyor. Aynı zamanda yatırımlar için yer tahsisinden tutalım da sigorta primlerinin ödenmesine ve vergi indirimlerine kadar devletin çok fazla teşvik verdiği bir bölge. Burada neredeyse yatırımların teşviklerle bedavaya geldiği halde bir de üstüne işçileri köle gibi asgari ücret ve daha altına çalıştırarak sömürüyü daha da katmerlendirmek istiyorlar.
Biliyorsunuz hem hükümet hem sermaye, bölgeyi “Çin” yapacağız şeklinde ele alıyor, buradaki işçileri köle yığını olarak görüyorlar. Bu yüzden işçilerin başarısı ve direnişi, sendikal örgütlenmede ortaya koyduğu bu tutum, bölgedeki işçilerin ucuz işgücü olmayı kabul etmediği ve burayı sermayenin sömürü cehennemine, patronlar için de köle cennetine çevirmeye izin vermeyeceğini gösteren bir pratik oldu.
Bundan sonra bu kölelik koşullarına karşı örgütlenecek işçi sınıfı için de cesaret veren bir örnek oldu. Şimdi önümüzde bir sözleşme süreci var ve bu süreçte işçilerin talepleri doğrultusunda en azından asgari ücret ve sefalet koşullarında değil, daha iyi koşullarda, asgari düzeyde insanca yaşama koşullarında çalışma koşullarıyla sosyal haklarının daha iyi olduğu bir toplu sözleşme yapmak istiyoruz.
Süreci baştan beri olduğu gibi işçilerin katılımıyla sürdürmek istiyoruz. Ki bu mücadelenin kazanım oluşturmasındaki en önemli pay işçilerin. Özellikle işçi komitemizin ve tüm işçi arkadaşlarımızın kararlı tutumu büyük bir rol oynadı.
“Başka bir sendikacılık mümkün!”
– Sermayenin T. Kürdistanı’na giderek daha fazla yöneldiğini ifade ettiniz. Bu durum bölgede sendikalaşma mücadelesinin daha sık gündeme geleceğini de gösteriyor. Uğur Tekstil’deki kazanım bu süreci nasıl etkileyecek?
– Biliyorsunuz bölgede ardı ardına Tekstilkent ve benzeri isimler altında Organize Sanayi Bölgeleri (OSB), yatırım bölgeleri oluşturuluyor ve tekstil bu bölgede hem şimdi hem de önümüzdeki süreçte en yaygın işkolu. Buradaki ucuz iş gücü kaynağı da sermaye için çok önemli. Bu yüzden yatırımların da çoğu, daha önce İstanbul’da, Bursa’da vb. fabrikası olanların fabrikaları kapatarak buraya taşıması ve buraya sermaye yatırımı yapması ile oluşuyor, bu daha da gelişecek. Şimdiden on binlerce tekstil işçisi var, sadece Urfa’da 30.000 tekstil işçisi var. Yine Batman, Adıyaman, Diyarbakır, Van ve Mardin’e kadar bu sanayileşme ve yatırım devam ediyor.
Tekstilde daha önce de benzer sendikal örgütlenme girişimleri oldu ve başarısızlıkla sonuçlandı. Yani buradaki ilk sendikalaşmayı sağlayan biz değiliz. Ama öncekiler, ne yazık ki örgütlenme ve toplu sözleşme sürecinde işçilerin iradesi ile yürüyen örgütlenmeler olmadığı için, daha çok bürokratik sendikacılık dediğimiz bir anlayış hakim olduğu için diğer fabrikalardaki işçilerin örgütlenmesine örnek olacak, cesaret veren örgütlenmeler olamadılar. Tam tersine aslında işçilerin cesaretini kıran örnekler oldular.
Mesela şöyle oluyor; işçilere sözler veriliyor, “şu hakları alacağız, bu hakları alacağız” diye. Ama yetki alındıktan sonra ne yazık ki sendika yöneticileri, işçilerin haberi dahi olmadan, onların iradesini çiğneyerek patronla sözleşme yapıyor. Bu sözleşmeler de işçilerin çalışma koşullarını değiştiren sözleşmeler değil, örneğin asgari ücretin 100 TL, 200 TL üstünde sözleşmeler yapılıyor. Bunlar da tabii işçilerin sendikaları olan güvenini kıran örnekler. O yüzden başka bir örneğin de mümkün olduğunu gösteren, sınıf sendikacılığıyla yani mücadeleci bir sendikacılıkla, işçilerin iradesi ve kararlılığıyla sürecin yürütüldüğü bir sendikacılık anlayışıyla kazanım elde eden Uğur Tekstil bu bakımdan önemli bir örnek.
Bu örneğin bölgede işçi sınıfının kaderini değiştirecek bir pratik olarak görülmesi bundan sonraki sürecin nasıl ilerleyeceğine de bağlı. Eğer işçilerin iradesine bağlı bir sendikal mücadele yürütülürse bu da önemli bir adım olacaktır.