Siyasi iktidar erkinin tarım ve gıda ürünlerinde yapılan ithalat için, “artan gıda fiyatlarının kontrol altında tutulması için yapılan bir uygulama” söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. İthalat, Türkiye’de küçük çiftçiliğin, köylülüğün, küçük aile işletmeciliğinin tarım alanından tasfiyesi için AKP eliyle uygulanan bir politikadır.
Tarımsal ürünlerde yapılan ithalat, bugüne kadar hiçbir sorunu çözmemiş; gıda fiyatlarını düşürmek şöyle dursun aksine tarımsal üretim faaliyetinde orta ve kısa vadede sorunları daha da kronikleştirmiştir.
İthalat, sorun çözmeyen; sorunların daha da büyümesine neden olan bir uygulamadır. AKP eliyle uygulatılan tarım politikası, ülke tarımında ithalatı genel politika haline gelmiştir. Gıda fiyatlarını düşürmek için yapılan her ithalat, kapitalist gıda tekellerinin kasasını dolduran bir rejim olmuştur.
Kimi tarımsal üründe yapılan ithalatlara bakarsak şunları görürüz:
Çiftçilerin pamuk hasadı yaptığı tarihte fiyatların düşürülmesi için yapılan pamuk ithalatını görürüz. Türkiye, 1850’lerden 1990’lara kadar pamuk ihracatçısı bir ülkeyken, bu tarihten sonra siyasi iktidarların uygulamış olduğu Neo-liberal politikalar nedeniyle bugün ithalatçı bir ülke konumuna gelmiştir. AKP, 2003-2020 döneminde 14 milyon ton civarında pamuk ithalatı yapmış ve bunun için 24 milyar dolar ödemiştir. 2002 yılında 7 milyon 200 bin dekarlık bir alanda pamuk ekimi yapılırken 2020’de 3 milyon 600 bin dekara gerilemiştir.
2019/2020 hasat zamanı yapılan ithalat nedeniyle pamuk daha tarladayken fiyatı düşmüş ve çiftçiler zarar etmiştir. AKP’nin Türkiye’nin pamuk ihtiyacını karşılamak için bulduğu “çözüm” ise Afrika’dan toprak kiralayarak orada pamuk üretimi yapıp ülkeye getirmek! Bunun amacı küçük çiftçinin üretimden çekilmesini sağlayıp binlerce kilometre öteden tarım şirketlerine yeni pazar alanları yaratmaktır.
Çiftçi, buğday hasadına başladığı tarihte, fiyatların düşürülmesi için yapılan buğday ithalatı, çiftçinin ürününü daha tarladayken zarara uğratıyor. 2002 yılında Türkiye’nin nüfusu 66 milyon iken 93 milyon dekarlık alanda buğday ekimi yapılmaktaydı ve 19.5 milyon ton buğday üretiliyordu; 2020’ye gelindiğinde Türkiye’nin nüfusu 84 milyonun üzerine çıkarken, buğday ekimi yapılan alan 70 milyon dekarın altına düşmüştür ve üretim ise 20 milyon tonda kalmıştır. Nüfus artışına karşı üretim yapay bir seyir izlemiştir.
Her yıl buğday hasadı zamanı Toprak Mahsulleri Ofisi’nin ithalat yapması, iç pazar için üretim yapan çiftçileri olumsuz yönde etkilemiş ve çiftçilerin parça parça üretimden kopmalarına neden olmuştur. Yerli çiftçiden, tonu 1600 – 1800 liraya satın alınan buğday, 2400 liraya ithal edilmiştir! Tarım Bakanı kendi köylüsüne vermediği desteği çok uluslu kapitalist tarım şirketlerine vermiştir.
2020 yılında Türkiye, 9 milyon 750 bin ton buğday ithalatı yaparak da dünyada ilk sırada yer almıştır. AKP’nin 18 yıllık iktidarı süresince 72 milyon ithalat yapılmış ve 19 milyar dolar ödenmiştir. Buğdayın ana vatanı Anadolu ve Mezopotamya iken uygulanan politikalar nedeniyle ithalata bağlı olunmuştur.
Çiftçinin depoları patates ile doluyken fiyatların düşürülmesi için yapılan patates ithalatı küçük üreticileri zarara uğratmıştır. 2020’nin ilk aylarında patates ihracatına getirilen kısıtlama (Tarım Bakanlığı’nın öz iznine bağlanması) nedeniyle köylünün malı elinde kalmış; depolar patatesle doluyken Mısır’dan yapılan ithalat sonrası üreticinin ürünü elinde kalmıştır.
Bugün Niğde, Nevşehir, Konya ve Aksaray’daki depolarda yüzbinlerce ton patates çürümeye terk edilmiştir. Köylü, patatesi 1 liraya mal etmesine karşı 60 kuruşa dahi satamazken; patates, pazarda ve markette 2.5 – 3 liraya satılmaktadır. Küçük üretici zarar ederken, bir avuç komprador burjuva servetine servet katmaktadır.
İthal edilen tarım ve gıda ürünlerinin listesi daha da uzatılabilir. Coğrafyamızda yetişen birkaç ürün çeşidi dışında iç Pazar tamamen ithalata bağımlı hale getirilmiştir. Türkiye, fındık, kayısı, üzüm, incir, mandalina gibi bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda ürün (bunlar da ihracatçıdır) çeşidi dışında A’dan Z’ye kadar ithalatçıdır.
İthalatın açık olarak yansıdığı bir başka şey ise kırsal alan nüfusunun hızlı bir şekilde düşüşüdür. Azalan köy nüfusuna bakarak ithalatın tarım ekonomisine yansımasını görebiliriz. 1980’de kırsal alanda yaşayan, tarımsal üretim içinde olan köylerde nüfus 25 milyon iken Türkiye tarım – gıdada kendi kendine yetebilen az sayıda ülkeden biriydi.
1980 – 2000 arası ülke nüfusu artarken; kırsal alan nüfusu yatay bir seyir izliyor. 2000 sonrası ise IMF, DB, DTÖ ve AB uyum programlarıyla birlikte köy nüfusu dramatik bir düşüşle 2020’de 5 milyon 878 bine gerilemiştir. Küçük üreticiliğin tasfiyesiyle birlikte kırsaldan kentlere yoğun göç yaşanmıştır.
1980’lerde başlatılan (1980 öncesi de tarımsal ürünlerde ithalat yapılsa da bunun kırsal alana etkisi düşüktür.); 90’larda artarak devam eden; 2000’ler sonrası siyasi iktidarlar tarafından genel politika haline getirilen ithalatın, köylülüğü ve tarımı getirdiği noktayı anlayabilmemiz için kırmızı mercimek önemli ve çarpıcı bir örnektir.
Dünya denen yerküre üzerinde yerleşik tarımın ilk yapıldığı bölgelerden birisinin Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası olmasından dolayı birçok tarımsal üründe olduğu gibi kırmızı mercimeğin de ana vatanı bu topraklardır. 1990’da Dünya mercimek ihtiyacının yüzde 47’sini karşılayan Türkiye, bugün ithalatçı olmuştur.
İthal edilen mercimeğin yüzde 50’sinden fazlası Kanada’dan yapılmaktadır. Kanada’nın kırmızı mercimek ihracatçısı olmasının hikâyesiyse ülkemizdeki tarım politikasının trajik bir özetidir.
Türkiye’nin bugün Kanada’dan ithal ettiği mercimek, 1970’lerde Türkiye – Kanada işbirliğiyle Kanada’ya götürülen ve laboratuvarda oranın iklim koşullarında yetiştirilmeye uygun hale getirilen mercimektir.