AKP iktidarının uygulamış olduğu neo-liberal tarım politikası nedeniyle Türkiye her yıl tarım ve gıda ürünlerinde kendine yeterlilik oranını biraz daha kaybedip ithalata bağımlı hale geliyor. 2020 yılının Ocak-Ekim döneminde tarım-gıda ithalatına 12.1 milyar dolar ödenmişken (TZOB) “TÜİK’in yayınladığı Dış Ticaret İstatistiklerine göre 2023 Ocak-Kasım döneminde tarım ürünleri ithalatı 22 milyar doları gıda, 6 milyar doları hammadde olmak üzere toplam 28 milyar dolara yükseldi.” (12 Ocak 2024, Birgün)
1980 sonrası emperyalist sistem tarafından kapitalist üretim rejiminin yaşadığı yapısal kriz sarmalından çıkış formülü olarak “geliştirilip” uygulamaya sokulan neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikalarının sömürge, yarı-sömürge ülkelerde kırsal alana yansıması yıkıcı sonuçlar doğurdu. Neo-liberal politikaların dünya genelinde tarımsal alanda uygulanabilmesi, yerel düzeydeki tarımsal üretim faaliyetinin tüm aşamalarıyla uluslararası tarım tekellerine entegre edilmesi esasına bağlıdır.
Bunun için de ülke ekonomilerini belli düzeyde koruyan ithalat-ihracat kısıtlamalarının kaldırılması ve uluslararası sermayenin önündeki “engellerin” bertaraf edilmesi gerekmekteydi. Türkiye kırsal alanı da küresel düzlemde hayata geçirilen neo-liberal tarım politikalarından payına düşeni acı biçimde almakta.
1980 yılında Türkiye’nin genel dış ticaret haddi ihracatta 2.9 milyar dolar, ithalatta 7.9 milyar dolardır. 2002’de ihracat 36 milyar dolar, ithalat 51 milyar dolara yükselmiştir. AKP iktidara geldikten 2 yıl sonra (2004’te) ihracat 63 milyar dolara, ithalatsa 97 milyar dolar olmuştur. Neredeyse yüzde yüz artmıştır.
2022 yılına gelindiğinde ise ihracat 235 milyar dolara ithalatsa 342 milyar dolara ulaşıyor. 1980’den 2022’ye ithalattaki artış yıllık bazda 42.9 milyar dolarken 2002’den 2022’ye gelindiğinde artış 291 milyar dolardır. (Veriler TÜİK’e ait) Adeta sıçrama yaşanmıştır. Baştan sona tüm üretim ithalata bağımlı kılınmıştır.
AKP’ye haksızlık yapmayalım, onlardan önce de Türkiye ekonomisi dışarıya bağımlı yarı-sömürge bir yapıya sahipti şimdi de aynı yapıya sahip. AKP ile değişen tarımsal üretimde dışa bağımlı değilken ithalata bağımlı hale gelinmesi olmuştur. Tarımda ihracat da ithalat kadar zarar verici bir faktör olabilir.
Bunlar iki kollu zehirli sarmaşık gibidir, yapıyı ne kadar sararsa o kadar öldürücü olur. Dünya tarım piyasasında ithalat ve ihracat uluslararası tekellerin kontrolü ve yönlendirmesi altındadır. Ülkelerin hangi ürünlerde ithalatçı hangi ürünlerde ihracatçı olacağına uluslararası sermaye karar veriyor dersek abartı yapmış olmayız.
Kazanan uluslararası tarım tekelleri ve komprador şirketler ve tüccarlar
Türkiye’nin stoklanabilir temel tarım-gıda ürünlerinde ithalatçı, dayanıksız, kısa süre içinde tüketilmesi gereken stoklanamayan ve emek yoğun üretim süreci gerektiren sebze ve meyvede ihracatçı konuma getirilmesi gibi, stoklanabilen tahıl gibi ürünlerde (tarımsal desteklemeyle) kendine yeterlilik oranını açma potansiyeli fazlasıyla varken her yıl ithalata biraz daha bağımlı hale gelirken sebze ve meyve üretiminde kendine yeterliliğin üzerinde olup ihracatçı olması çiftçinin, köylünün, ürün desenini değiştirme isteği sonucu kendiliğinden oluşmamıştır.
Baştan sona bir üretim planlaması sonucudur. Bu uluslararası iş bölümünü, üretim planlamasını yapan da emperyalist sermaye, küresel dev tarım tekelleridir.
Emperyalistlerin, yerli işbirlikçi, siyasi iktidarların uygulamış olduğu ekonomi politikaları nedeniyle her halükarda kazanan uluslararası tarım tekelleri ve komprador şirketler, büyük ithalatçı-ihracatçı tüccarlar olurken kaybeden köylü/küçük aile üreticileri oluyor.
Bunun en çarpıcı örneği 2023 buğday üretim sezonunda yaşandı. Uluslararası piyasalarda buğdayın fiyatı iç pazardan daha ucuz olduğundan kuruluş amacı çiftçiyi-köylüyü serbest piyasada üretim devamlılığı için “korumak” olan TMO özel şirketler gibi buğdayı dış pazardan ucuza alarak depolarını tıkabasa doldurdu. Hasat zamanı geldiğinde de ürününü TMO’ya satmak için getiren çiftçiler depolar dolu olduğundan kapıda kaldı, ürününü satamadan geri dönmek zorunda bırakıldı.
TMO, ekmeklik buğdayın alım fiyatını 9 bin 250 lira olarak açıklamış olsa da TMO, yeteri kadar alım yapmadığı için küçük üreticiler serbest piyasada buğdayı tüccara, şirketlere 6 ila 7 bin liradan satmak zorunda kaldı. Sözcü Gazetesi’nin 9 Ocak 2024 tarihli haberine göre; “Tüccar 6 bin liradan aldığı buğdayı yılın ilk haftasında Konya borsasında 12 ile 14 bin liradan sattı.” TÜİK verilerine göre 2023 yılında 22 milyon ton buğday üretildi ve 2023 Ocak-Kasım döneminde de 11.5 milyon ton buğday ithal edildi.
“Depolar dolu” diyerek çiftçiden mahsulünü almayan TMO, milyonlarca ton buğday ithalatı yaparak kimin “kara gün dostu” olduğunu gösterip çok uluslu şirketlerin kasasını dolarla doldurdu.
Türkiye’nin buğday üretimi yaklaşık 30 yıldır 20 milyon bandına sıkışmış vaziyetle kimi yıllar kuraklık veya girdi maliyetinin masraflarını karşılayamaması nedeniyle küçük üreticilerin üretimden çekilmesinden kaynaklı, üretim 15-16 milyon tona kadar geriliyor, kimi yıllar da iklim koşullarının olumlu etkisiyle rekolte 22 milyon tona kadar çıkabiliyor. Son yıllarda ortalama 10-12 milyon ton buğday ithal ediliyor.
20 yılda 3.5 hektar tarımsal alan üretim dışı kaldı. Atıl kalan tarım arazilerinin yeniden çekilmesiyle ve üretim verimliliğini artıracak sulama altyapı mekanizasyonuyla (basit bir şekilde) ithalata gereksinim duyulmayacak biçimde üretim artırılabilirken bu bilinçli bir tercihle yapılmıyor. Çünkü o zaman ithalata ihtiyaç kalmaz!
Buğdayda yaşanan sorun ithalatı yapılan (arpa, mısır, pamuk, soya, mercimek, ayçiçeği vb. gibi) birçok ürün için geçerlidir. Geçmişte net ihracatçı olunan pamukta ithalatçı olunuldu. Her yıl pamuk ithalatı için uluslararası tekellere milyonlarca dolar veriliyor. (2023’te 1.6 milyar dolar). Aynı şekilde soya fasulyesi ithalatında 1.6 milyar dolar ödeme yapıldı.
Türkiye’nin iklim ve arazi yapısı soya fasulyesi üretimine uygun olmasına rağmen ekim alanları çoğaltılmıyor. Uluslararası tarım tekellerinin merkez üssü denebilecek Brezilya ve (savaştaki) Ukrayna’dan ithal ediliyor. (Brezilya’da üretilen soya fasulyesinin yüzde 95’i GDO’lu tohumlarla yapılıyor.
Türkiye soya ihtiyacının yarısından çoğunu Brezilya’dan karşılıyor! Böylece GDO’ya da kapı açılmış oluyor.) Ayçiçeğinde de benzer bir durum söz konusu, sulama altyapısı kurulsa kendine yeterlilik sağlanacakken hala büyük çoğunlukla kuru tarım yapılıyor, köylü desteklenmiyor.
Çiftçinin 2023 yılı banka borcu: 569 milyon lira!
Tarımsal üretim büyük oranda doğa koşullarına bağlı olsa da altyapı mekanizasyonuyla birçok üründe (buğday, arpa, mısır, mercimek, pamuk, soya, ayçiçeği vb. gibi) rekolte yüzde 50 ila 100 oranında artırılabilir. Tarımsal altyapı mekanizasyonunun kurumu gelen olarak masraflı olduğundan küçük üreticinin bunu yapmaya gücü yetmiyor.
Bankalardan kredi çekip altyapı sistemini kursalar bile o yıl ürünü değerinde satamadığı zaman zarar etmekle kalmıyor, bankalara ipotek ettirdiği tarım arazisini de kaybedebiliyor. (Resmi veriler Türkiye’de ipotekli tarım arazisi büyüklüğü 42.3 milyon dekar.)
Tarımsal üretimde risk faktörü küçük üreticiler için her zaman yüksek olduğundan üretim kamu tarafından desteklenmediği taktirde küçük üreticiler endüstriyel tarım şirketlerinin yerel taşeron işçileri durumuna itiliyor veya üretim dışına çekiliyorlar. Küçük üreticinin boşalttığı alan endüstriyel tarım aparatlarıyla dolduruluyor.
Küçük aile üreticileri dünyada ve Türkiye’de üretimin büyük bölümünü karşılıyor olmasına rağmen siyasi iktidarlar tarafından ithalat sopasıyla zapturapt altına alınmaya çalışılıyor. Çiftçilerin 2023 yılında bankalara olan borcu 569 milyon liraya yükseldi. 2023’te ithalata ödenen 28 milyon dolar yaklaşık 860 milyar lira yapıyor.
Çiftçinin mevcut borcunun çok üzerinde, uluslararası tekellere aktarılan bu para tarımsal destek olarak çiftçilere, köylülere verilse ithalata gerek kalmayacak. İthalatı yapılan kimi özgün çeşitler hariç tüm ürünler bu coğrafyada fazlasıyla üretilebiliyor. Bu, siyasi erk ve sermaye sınıfları tarafından biliniyor. Yapılan her bir ithalat işçilerin, köylülerin ve tüm emekçi sınıfların emek değerinin burjuvaziye servet transferi edilmesidir.
İthalat Türkiye’de tarım emekçilerinin emeğinin emperyalist tekeller tarafından sömürülmesi, üretiminin baskılanması olduğu kadar aynı şekilde ithal edilen ürünü ihraç eden ülkedeki tarım emekçilerinin de emeğinin sömürülmesidir.
Türkiye’de tarım tekelleri karşısında örgütsüz olan çiftçilerin yaşadığı sorunların temeli tarımın endüstriyelleştirilmesi sürecine siyasi iktidarlar tarafından sokulmasıdır.
Bu nedenle tarımsal üretim alanında yaşanan sorunlarla mücadele yolu emperyalist, kapitalist üretim rejimine karşı işçi, köylü ve tüm emekçi sınıfların demokratik halk devrimi perspektifiyle birlikteliğinden geçiyor. Uluslararası tekellerin politikalarına karşı tavır almak emperyalizme karşı mücadele etmektir.